Öğretmek Ama Notlandırma(ma)k
--
Bu dönem Japon çizgi filmci Hayao Miyazaki ‘nin filmlerini incelediğimiz bir akademik kompozisyon ve araştırma dersi veriyorum üniversite birinci sınıf öğrencilerine. Tüm birinci sınıflara zorunlu bir ders akademik kompozisyon dersi ama tüm hocalar farklı farklı temalar seçerek hazırlıyorlar dönemlik müfredatlarını. Öğrenciler de kendi programlarına ve ilgi alanlarına uyan kompozisyon dersini seçip ekliyorlar programlarına. Böylece sınıfta ekonomiden görsel tasarıma, psikolojiden eğitim bilimlerine kadar her bölümden öğrenci oluyor.
Yazılı ifade hem günlük hayatta hem de iş hayatında sağlıklı iletişim kurabilmek için çok önemli olduğundan okul idaresi kompozisyon derslerini çok önemsiyor. Öğrencileri daha çok öğrenmeye teşvik ettiğine inanılan “ungrading” yöntemini kullanarak öğrencileri değerlendirmemize izin veriliyor. Ungrading kelimesinin tam bir karşılığı yok ama ben notlandırma(ma) olarak çevirmenin uygun olacağını düşünüyorum. (Eğer dilimize çevrilmişse ve doğru terimi biliyorsanız ya da daha güzel bir çeviri fikriniz varsa lütfen paylaşın.) Notlandırma(ma) yalnızca öğrencilerin verdiği doğru cevaplara odaklı yapılan performans değerlendirmesini yıkmaya çalışan bir sistem. 5 doğru cevap 50 puan, 10 doğru cevap 100 puan demek yerine öğrenme sürecini ve bu süreçte öğrencinin verdiği emeği ve gösterdiği çabayı da değerlendirmeyi kapsıyor. Örneğin benim notlandırma kriterlerim arasında öğrencinin her ödev taslağı tesliminden sonra düzenlediğim bireysel geribildirim görüşmesine gelmesi, görüşmeden sonra değerlendirme formu doldurması, hazırladığı hareket planına göre yazısını yeniden düzenlemesi gibi maddeler var. Böylece aslında öğretmen kadar öğrenci de kendi eğitimi için sorumluluk almış oluyor. Sadece öğretmenin uygun gördüğü şekilde kendini geliştirmeye çalışmak yerine kendisi için en uygun ilerleme stratejisini, kendisini tanıyarak yavaş yavaş oluşturuyor öğrenci.
Böyle bir sisteminin ne faydasını gördüğümü merak edeceğinizi tahmin ederek birkaç gözlemimi aktarmak istiyorum. Öğretmen olarak öğrenciye verdiğimiz mesaj tamamen değişiyor. Öğrenci beni değerlendirme otoritesi -hatta yerine göre tehdit — olarak değil de başarıya giden yolda işbirlikçi olarak görüyor. Öğrenmenin-özellikle de yazmayı öğrenmenin-aslında ne kadar kişisel bir deneyim olduğunu anlayıp kendine en çok uyan öğrenme biçimini keşfe yöneliyor. Hata yapmaktan, deneysel yazım biçimi ya da fikirlere odaklanmaktan korkmuyor. Ortaya çıkan ürün ilk etapta istediği gibi olmasa bile, bu “başarısızlığı” geçici ve yaratıcı sürecin doğal bir parçası olarak görmeyi öğreniyor. Ayrıca nihayetinde emeklerinin yüksek not getireceğini biliyor.
Bana göre en önemli iki faydayı en sona sakladım: 1) Lise hayatını bir paragraf bile yazmadan geçirmiş, kaynakları kısıtlı, nüfusu kalabalık okullardan gelen öğrenciler yazdıklarından, eksiklerinden utanmıyorlar; yani yarışa geriden başlamış yazar/ öğrenciler için daha adil, hatta eşitleyici bir sistem bu. 2) Notlandırma(ma) sistemi sayesinde öğretmen olarak kendimi kalkanını beğenmediği yazıya fırlatmaya hazır bir Kaptan Amerika gibi değil de Frodo’nun yüzüğü Mordor’a kadar taşımasına yardımcı olan, yol gösteren bir Gandalf gibi hissediyorum. Ve bu macera tadından yenmiyor.
Bu konuyla ilgili yakın zamanda daha da yazmayı planlıyorum. Bunu yalnızca ön bir özet olarak kabul ediniz. Yazıyı okuyan lise ya da üniversite öğretmenlerinden ricam “Yok, bu dediklerin burada hiçbir ise yaramaz!” demeden önce bulundukları ortam ve kuruma bu fikri işe yarayacak şekilde nasıl adapte edebileceklerini bir düşünmeleri.
Münire Bozdemir
Kasım 2021, ABD
Bu yazının ilk versiyonu Çağdaş Edebiyat Sayfası isimli edebiyat bloğunda, sayın Özlem Yıldız hocamın bana mektubuna cevaben 1 Kasım 2021 tarihinde yayınlanmıştır. Bu yazı o mektubun sadece bir kısmıdır.