Öksürük (kısa öykü)

Samet
Türkçe Yayın
Published in
6 min readMar 4, 2020
We a the Robots by Waldemar von Kozak

Boğazındaki düğümü söküp alabilecekmiş gibi istemsizce ellerini ağzına götürüyor, fakat kocaman elleri boğazına gidecek bir yol bulamayınca çaresizce yana doğru sallanıyordu. Dakikada bir kaç kez öksürüyor, öksürüklerini adeta yutmaya çalışıyordu. Etrafındaki insanlara korku vermemek adına yüzünü gizliyor, terlediğini saklamaya çalışıyordu. Montunu eline sarmış, etrafa bulaştırmamak için montuyla tutunuyordu. Pek tutunmak denemezdi aslında buna, otobüs her bir virajı aldığında düşmemek için eliyle daha sıkı tutunuyor ama mont elinden kayıyordu ve yanındaki insanlara çarpıyordu. Ayaklarında, diz kapaklarında ve belinde dayanılmaz sancılar hissediyor, işin ve hastalığının yorgunluğu birbirine karışınca kendini sonunda otobüsün ortasında bayılmış olarak bulmaktan korkuyordu. Durak tabelaları geçiyor ama geçtikçe sanki yol daha da uzamış gibi hissediyordu. Öksürüğünü yutmaktan karnı ağrımaya başlamış, boğazındaki düğüm giderek daha da büyümüştü.

Durakta insanlar inerken kapı önüne kendini atıp biraz temiz havayı içine çekti. Biraz daha beklese belki çok daha iyi hissedecekti, fakat zamanı yoktu. Patronu çağırmıştı, yetişmeliydi. Şehrin öte tarafına, beş dakikalık bir konuşma için çağırmasını hiç anlamıyordu zaten. Çalıştığı işte sürekli eziliyordu. O da biraz saftı doğrusu, kendini ezdiriyordu. Oysa biraz dik başlı olmak gerekirdi fakat işini kaybetmemek için söylenilenleri harfi harfine yapıyor, başka işlere de karışmıyordu. Fakat patronuna anlayamamıştı hiç. Telefondan konuşsa ya!? Yok, illa çağıracak, ayağına kadar süründürecekti adamı…

Otobüsün bir yanında iki adam yine memleket için sıradan -dünya için bir kâbus- olan meselelerden bahsediyor, bir tartışma havası olmadan sanki aynı otobüste yol gitmiyormuş gibi birbirlerine küfür ediyorlardı. Etraftaki bazı insanlar bu arbedeye -tartışma değildi bu- katılıyor, bir diğerine laflar ediyor ama garip şekilde bu arbede ciddi bir kavgaya dönüşmüyordu.

Her şeyin başı eğitim… Biz sokaklarda direnirken sen nerdeydin… Ben bu ülke için canımı veririm… Kaç şehit verdik be haberin var mı senin… Hayır, efendim, siz mahvettiniz bu ülkeyi… Siz bugün olsanız ne olur be! İki güne kalmaz yıkılır gider memleket… Çalıyorlar çırpıyorlar, sen ne diye savunuyorsun… Vatan haini! Hayır hain sensin! Bölücü!

Etraftaki gürültü sol kulağını çınlatmaya başlamıştı. Tıpkı yırtık bir hoparlörden çıkan bozuk bir ses gibi, beyninin içinde cızırtılar yankılanıyor, yemeye çalıştığı öksürükleriyse bu yankıları katlıyordu. Yanına leş gibi sigara kokan bir adam yanaştı. Leş kokusu yetmezmiş gibi bir de bağıra bağıra telefonla konuşuyordu. Aptal düşüncesiz herif! Etrafta da otobüse bindiğinden beri neyli olduğunu bir türlü anlayamadığı ama yüzünü ekşiten berbat bir ciklet kokusu vardı. Neyliyse neyli işte, berbat kokuyordu. Yine düşüncesiz adamın veya kadının biri, gerzekliğini sergiliyordu. Öksürükleri bu leş kokulardan olsa gerek artık tutamıyordu. Havayı yavaş yavaş, kontrollü bir şekilde sanki boğazını teğet geçebilecekmiş gibi içine çekiyordu ama boğazındaki düğüme bu leş kokular dokunuyor ve sanki ciğerlerinde bir yaratık dışarı çıkmak için boğazını tırmalıyordu. Öksürüyor fakat artık ses çıkarmamak adına elinden hiçbir şey gelmiyordu. Ceketini yüzüne kapatıp bir kaç kez kuvvetlice öksürdü. Kim bilir, belki de yaratık bir anda fırlardı dışarı ve kurtulurdu ondan. Ama öksürdükçe ciğerlerinden beynine kadar bir sancının başladığını hissediyor, kulaklarının alev aldığını, dişlerinin kırılacağını, gözlerinin fırlayıp önündeki cama yapışacağını zannediyordu. Bir durak daha ilerlemişti ki sırtından ensesine doğru bir ateşin bastığını fark etti. Biraz serinlemek için kendini yine kapının önüne doğru atacakken arkasından fırlayan bir adamın omuz darbesiyle yandaki yolcunun üstüne yığılıverdi. “Hay şerefsiz” diye söylendi arkasından. Aklına bin türlü düşünce geliyordu ama öksürük başka bir şey düşünmesine izin vermiyordu. Ah, şu lanet öksürük, şu lanet adam, ciklet, kadın, gördüğü her çukura giren kaptan. Yok yok, Allah hepsinin belasını versin! Kapı tekrar kapandı. Ne biçim yerdi be burası!?

Bir anda hiç de normal bir yer olmadığını fark etti otobüsün. Başını çevirip “inecek var” ışığına bakarken saçlarından alnına doğru terler boşaldı, gözlerine sızan tuzun acısını koluna silerek dindirmeye çalıştı. Bu ışıkta bile bir gariplik vardı. Üstü nasıl olduysa siyah bir boyayla çizilmiş, üçüncü harfi görünmüyor ve geriye kalan harfler “incek var” diye parlıyordu. İncek var, incek var. Şimdiki durakta inmeyi çok istedi. Keşke diye düşündü, patronum burada olsa, ona bu duraktan inip gidebilsem. Kaç durak kaldığını görmek için ekrana baktı ama ineceği durak ekranda gözükmüyordu bile. Saf bir nefret duydu bu otobüsten. Adamların bağrışmaları, sigara kokusu, ciklet, cızırtı, ter, boğaz… Kapı açıldığında kendini dışarı atmak istedi. Yapabilir miydi? Peki ya geç kaldığında patrona ne diyecekti? Bunu göze alamazdı. Hesap veremezdi. Ertesi gün kovardı kesin namussuz herif. Biraz nefeslenip tekrar soktu kafasını içeriye.

Kapı kapandıktan sonra şehrin bozuk yolları otobüsü tekrar sallamaya başlamışken dengede kalabilmek için kendini kapıya doğru yasladı. Yüzünü kafasının üstündeki çalışmayan klimaya doğru biraz kaldırdı, nefes alamasa da içerideki hava yüzüne vuruyor ve biraz olsun serinliyordu. Tam bu esnada karşısında elindeki telefonu henüz cebine koymuş bir adamla göz göze geldi. Gözlerini hemen kaçırıp yüzünü tekrardan ayaklarına doğru indirdi. Teri biraz soğumuştu fakat yüzünü indirmesiyle beraber ciğerlerinden tekrar hava boşalmaya, boğazındaki düğüm ağzına vurmaya tekrar başlamıştı. Aniden göğsü daraldı bir anlık için nefesi kesildi. Elinden montunu düşürmüştü. Canavar şimdi ciğerlerinden değil ayaklarından fırlayıp geliyordu sanki. Vücudu iki büklüm olmuş, ayaklarından başına kadar sallanıp başını yere vuracakmış gibi gürültülü bir şekilde bir kaç kez öksürdü. Gözlerinden akanların yaş mı yoksa ter mi olduğunu anlayamadan tekrar doğrulmaya çalıştı. Bir yandan vücudu, bir yandan otobüs sallanıyordu. Elini tutunmak için cama dayamıştı fakat tutunamıyor, bir yere tutunmak için çırpınıyordu. Bu esnada karşısındaki adamla tekrar göz göze geldi. Adam bakışlarını ciddileştirmiş, korku dolu bir yüz ifadesiyle kaşlarını çatmıştı. Bir şey söylemek istediğini düşündü. Bu vücut ağrısı ve varoluş ağırlığını taşıyorken en son istediği şey birisine cevap vermek zorunda kalmaktı. Sırtını adama dönüp yüzünü şehrin varoş sokaklarına çevirdi. Sokaklar tanıdık gelmeye başlamış, bir kaç durak sonra ineceğini düşünmüştü.

Bir eli omzunda hissetti. Bir ağrı, sancı mıydı bu yoksa gerçekten bir el miydi? Başını çevirmeye çalıştı fakat yapamadı, boynun her yanını, öksürüklerini yutmasından dolayı ağrılar sarmıştı. Vücudunu çevirip adama baktı. Adamın bakışları daha da şiddetlenmişti. Yüz ifadesinde nefretten başka bir şey okunmuyordu ve bir kaç saniye daha bakıp adeta kusarmışcasına bağırdı.

“Hasta mısın lan sen? Virüs mü kaptın?! Ne işin var burda senin?”

Adamın bağırmasıyla otobüsteki lakayt gürültü, on saniye içinde ciddi bir sessizliğe dönüştü. Şimdi bu nefreti ve korkunun şiddetini bir çok yüzde görmek mümkündü. “Ne hastası ya” diye bir ses yükseldi arkalardan.

“Hasta işte ya! Baksana nasıl öksürüyor! İnsan bu kadar terler mi? Hasta bu herif! Şimdi bize de bulaştıracak!”

Sırtını yine cama vermiş öksürüklerini yutmaya çalışırken, iki günde hayatını zehir eden bu öksürüğün ve ateşin ciddi bir hastalığın nedeni olduğunu düşünmemişti. Bir anda ürperdi. Vücudu ateşler içinde yanarken bu ürperti bacaklarında hızlı bir soğumaya ve hemen ardından dizlerine sanki iğnelerin batmasına sebep olmuştu. Grip sanmıştı kendini oysa. Evet, şu sıralar salgın vardı, binlerce insan ölüyordu, duyuyordu fakat kendinin de hasta olabileceğini düşünmemişti. Beyninden vurulmuşa dönmüştü. Biraz düşünmeye çalıştı fakat karşısında bir nefret silueti varken yapamadı.

“Ulan şerefsiz, otursana evinde!”

Bir anda karnında bir tekme hissetti. Hayır hayır, canavar değildi bu. Adamın ayağıydı. Tekrar omzuna bir darbe aldı. Sonra yüzüne. Ve sırtına. Biraz önce birbirine hain damgaları vuran adamlar bir olmuş, yüzlerine ceketlerini kapatmayı ihmal etmeden adamın yüzüne tekmeler atıyorlardı. Yere kapaklanmıştı. Kanıyla teri yere boşalıyor, her tekmede sanki eriyordu.

“Or… çocuğu! Öldürecek misin lan bizi!”

Biraz daha vursalar, kendini şu kapının altından akıp gidecekmiş gibi hissetti. Öksürükleri kesilmiş, boğazına doğru kan akıyordu. Kan düğümü kesip atmıştı sanki.

Sonra nedendir bilinmez, tekmeleyen bu adamlar işlerini bırakıp otobüsün durmasını beklediler. Yüzlerine geçirdikleri ceketler, mendiller yüzünden artık hiçbir siluet, hiçbir nefret okunmuyordu. Biraz doğrulup kendini cam tarafına doğru sıkıştırdı, iki büklüm yere oturdu ve öksürükler ağzında tekrar patlamaya başladı. Dayanılmaz bir acı hissediyor fakat gemileri yakmak, intikam almak istiyordu.

Ayağa kalktı. Kalkmaya çalışmadı, kalktı. Montunu yüzüne geçirip cama tekrar yaslandı. Bu otobüse olan nefretini, tam orta kapının önünde insanlar bekliyorken kusmak istedi. Dayanılmaz bir intikam hissetti içinde. Montunu yere bıraktı ve hayatında hiçbir işe yaramamış, saygısız ve ancak vasat olabilecek bu adamlara, bu saçma topluluğa gözlerini dikti. Son bir gücüyle yüzlerine doğru öksürdü. Ceketlerine asılıp yüzlerine tükürdü, ellerini ağızlarına, saçlarına, başlarına, sanki sevişircesine büyük bir tutkuyla dokundu. Vücuduna onların üstüne doğru atıyor, fakat hiçbir el onu tutmak istemiyor, dizleriyle, omuzlarıyla itiyorlardı. Elbette artık daha büyük tekmeler yiyordu fakat gemileri yakmıştı çoktan. Ne olacaksa olacaktı artık. Orta kapının önünde yığılmış halde buldu kendini tekrar. Otobüs durağa yaklaştı. Biraz sonra kapı açıldı. İnsanlar adamın vücudunu ezerek üstünden geçip giderken tek istediği şeyin öksürmek olduğunu fark etti ve insanların yüzüne hınçla, zevk alırcasına öksürdü.

Patronun yanına varabilir miydi? Belki. Sancıları katlanabilirse varırdı. Bir iki dakika yürüme mesafesiydi. Patronun yanına gidecekti. Hatta gitmeliydi. Her ne olursa olsun gitmeliydi. Öksürüklerini artık yutmadan, topallayarak merdivenleri çıkmaya başladı. Biraz geç kalmıştı ama artık geç kalmak onun için bir sorun değildi.

SON.

--

--