Öz Serisi-1: Öz-Farkındalık /Giriş

Tuğçe Gula
Türkçe Yayın
Published in
5 min readMar 16, 2018

--

Bu yazıyla birlikte, psikolojide “kendilik” kavramının incelendiği “öz serisi”ne başlıyorum. Başına “öz” ya da uluslararası literatürde “self” getirerek oluşturduğumuz kavramlar var. Bunlardan ilk akla gelenler; self-awareness/öz-farkındalık; self-esteem/özsaygı, self-confidence/özgüven…

Bu terimleri genellikle kişisel gelişim kitaplarıyla özdeşleştirmeye başlasak da başından söyleyeyim, şimdi hep beraber kendimizi tanıyıp en pozitif halimizi sergilemeye hazırlanmıyoruz. Konumuz o değil.

Çoğunlukla sosyal psikologların alanına giren bu terimleri günlük hayatta bolca kullanıyoruz ve profesyoneller de dahil olmak üzere çoğunlukla birbirine karıştırıyoruz. O yüzden bu konuda yapılan bilimsel çalışmalardan da referans alarak, kendilik ve ilgili kavramları böyle bir yazı dizisinde derlemek istedim. İlk yazıda, hepsinin başlangıcı olan “öz-farkındalık” ile başlıyorum.

Farkındalık kavramı bugünlerde özellikle “mindfullness” ı da aynı şekilde çevirdiğimiz için revaçta. Fakat burada bahsettiğimiz farkındalığın tam olarak aynı olmadığını bilmek gerek. Öz-farkındalık dediğimiz şey, kişinin bilincini kendine yöneltmesi, daha basit haliyle, yani tam olarak kelime anlamıyla kendini fark etme hali.

Daha anlaşılır olması için kısa bir öz-farkındalık egzersizini yapalım:

Bir anlığına durun ve “Şu an ne hissediyorum, nasıl bir moddayım?” diye kendinize sorun.

Ne cevap geliyor? Belki bedeninizden yorgunluk, açlık gibi sinyaller alıyor, belki de huzur, stres, mutluluk, heyecan gibi duygular fark ediyor olabilirsiniz.

Bunu yaptıysanız, yaparken deneyimlediğiniz şey basit bir öz-farkındalık hali.

O halde, öz-farkındalık, “kendi olabilmek” denen şeyin aslında ilk adımı. Çünkü “kendi” olmak, bunu fark etmekle başlıyor. Fakat ne yazık ki otomatik olarak işlemiyor bu süreç. Az önce yaptığımız şey bir bakışta çok basit gibi dursa da, günlük hayatta “kendinin farkında” ya da “self-aware” olabilmemiz için, beynin diğer bilişsel aktivitelerden öz-farkındalığa vakit ayırabilmesi gerekiyor.

Şöyle ki, normalde bu soruyu bizim değil, otomatik olarak frontal lobumuzdaki singulat korteks bölgesinin sorması gerekiyor. Fakat o sırada beynimizin diğer bölgelerini meşgul edecek şeyler yapıyorsak frontal lobumuza sıra gelmeyebiliyor.

Somut bir örnekle gidersek, önümüze hemen çözmemiz gereken 20 tane matematik problemi konursa, bunları çözerken “Acaba şuan matematik bana ne hissetiriyor?” diye düşünemiyoruz. Çünkü öyle bir anda normalde bu soruyu sorma görevini üstlenen frontal lob bölgesi aktive olmayabiliyor.

Akılda tutmak, problem çözmek gibi düşünsel efor sarf etmenin gerekli olduğu anlarda öz-farkındalık düğmesi kapatılıyor. Stresle bir iş yetiştirmeniz gereken zamanlarda yemek yemeyi ya da dinlenmeyi unuttuğunuz anlar tam bunun örneği işte.

Düşününce bu çok da garip gelmiyor. Çünkü evrimsel gözle baktığımızda, ciddi bir tehlike anında (mesela vahşi bir hayvan üzerime geliyorsa) “nasıl kaçsam, ne tepki versem” gibi sorulara hızlıca cevap vermem gerekirken bir de üstüne “bu durum bana neler hissettiriyor?” “şu an nasılım?” diye düşünmem pek akıl karı olmayabilir.

Fakat matematik problemi deneyini günlük hayatımıza uyarlarsak, ortaya şöyle bir sorun çıkıyor: Karşımıza ne kadar sık-hızlı-zor sorun çıkarsa, anlık tepkilerimiz de o kadar hızlı, öz-farkındalığa vakit ayrılmamış, ham şekliyle sunulmuş tepkiler oluyor. Sorunu çözerken, ya da işimi yaparken bunun bana nasıl hissettirdiğini hiç farketmemiş olabiliyorum.

Yani performans ve zaman kaygısıyla yapılan işlerde alınan kararlar; hislerden uzak, kişisel ve toplumsal değer süzgecinden geçememiş oluyor.

Bir bakıma, öz-farkındalık azaldıkça, insancıllığımız da azalıyor.

Belki verdiğim karar, sonuçları yüzünden beni mutsuz ediyor, bu mutsuzluğu hissedersem bu kararı almayabilirim ama farkına bile varamıyorum. Belki içinde bulunduğum ve beni çok rahatsız eden bir durum var, ama zihnimin meşguliyetleri yüzünden bu durum uzun süre gündeme gelemeyecek.

Burayla ilgili şu an, okuyan herkesin aklına kendi yaşantılarıyla ilgili örnekler geliyor olabilir. Neler geliyor akla? Sinirbilim ve gelişimsel çalışmalara geçmeden kısa bir öz-farkındalık molası daha verebiliriz. Başka kaygılara kafa yorarken öz-farkındalık tuşu kapanmış gibi kararlar vermek sizin için tanıdık mı? Bununla ilgili ne hissediyorsunuz?

Öz farkındalık, beyinde korteksimizin ön bölgesinde bulunan frontal lobda singulat korteks (cingulate cortex) isimli bölge ile bağdaştırılıyor. Burada öz-farkındalıkla ilgili olduğu anlaşılan nöronlardan diğer bölgelere göre çok daha fazla sayıda var. Bu bölgedeki bahsedilen nöronlar, çocuklarda 18 aylıkken çok hızlı bir şekilde artıyor. Aşağıda anlatacağım kırmızı burun deneyi de bu nörolojik verilerle örtüşüyor.

Diyelim ki, 12 aylık bir çocuğun burnunu kırmızıya boyadık ve aynanın karşısına geçirdik. Bu çocuk tepki vermeyebilir ve aynadaki görüntüyü başka bir çocuk olarak algılayabilir. Çoğunlukla 9–12 ay arası çocuklar aynaya bakınca gördüklerini kendileri gibi algılamazlar. Bunu nasıl biliyoruz? Aynı deneyi daha büyük bir çocuğa yaptığınızda, 18 aylık civarlarında (tam da bahsedilen beyin bölgesinin geliştiği dönemde) çocuk burnundaki kırmızılığa tepki verir. Aynada bunu gördükten sonra “kendi” burnunu eller her şey yolunda mı diye. Bu bilgiler sayesinde öz-farkındalığın ilk gelişimi hakkında fikir sahibi olabiliyoruz.

Korteksinde bu bölgenin geliştiği bilinen diğer canlılar; primatlar ve bazı yunus ve balina türleri. Bu hayvanların benlik kavramı ile ilgili henüz çok fazla şey bilmiyoruz. Ama şimdilik bu bilgiye dayanarak onların da “kendilerinin” farkında olduğunu söyleyebiliriz.

İkinci yazıda devam etmek, biraz da üzerinde düşünmeye vakit bırakmak üzere öz-farkındalık konusunu burada bırakıp, fragman olarak bir sonraki yazının başındaki soruyu şimdiden burada da paylaşarak sonlandırayım:

Kendinin farkında olmak deyince nasıl bir çağrışım ağır basıyor? Bireysel bir kavramdan mı bahsediyoruz, yoksa toplumsal mı?

Podcast| Youtube | Slack | Facebook | Twitter | Instagram | Kodcular

--

--