30 Gün İstanbul’a Uğramamak Hayatımda Neler Değiştirdi?

Cansu Arıcan
Türkçe Yayın
Published in
3 min readJul 2, 2020

18 yaşımdan beri yani 8 yıldır ailemden ayrı ve İstanbul’da yaşıyorum. Kendime öğrenciyken dahi sürekli iş/staj/yaz okulu vs. bir takım icatlar çıkarmaya bayılan biri olduğumdan; son sınıfta henüz okul bitmeden iş bulup, diplomamı almaya bile işten izin alarak gittiğimden dolayı, bütün bu yıllar boyunca hiç İstanbul’dan uzun süreli ayrı kalma fırsatı bulamamıştım. Yeni mezunluğun verdiği o bir yandan iş arayayım, bir yandan son uzun tatilimi yapayım dönemini de yaşayamamıştım. Şimdiyse, sanki bunların hepsinin acısını çıkarırcasına bir dönem geçiriyorum :) Ne yapalım, bugüne kısmetmiş benimkisi de…

Ve evet doğru duydunuz, tam 30 gündür İstanbul’dan kilometrelerce uzakta yaşıyorum. Bu sürecin 22 gününü Ege kıyılarında, 8 gününü de bir adada; sürekli denizin dibinde geçiriyorum. Bir de 20 gününde de ailemle birlikteydim, bu da 8 yıldır bir ilk! Bunu, sağolsun işimin evden çalışma imkanı sayesinde gerçekleştirebiliyorum.

Bu yazıyı yazma amacım biraz günlük yaşamlarımızdaki farkındalığımızı arttırmak, biraz da küçük detayların önemini vurgulamak. Kim bilir belki de bazılarının emeklilik planlarını erkene çekmesine vesile olmak :)

Öyleyse gelelim sadede…İstanbul’dan ayrı kalmanın hayatıma nasıl etkileri oldu?

· Öncelikle zaman uzadı; günler sanki 24 değil, 36 saat gibi :) İstanbul’da insan henüz daha kendini toparlayamadan, o günün yorgunluğunu atamadan hemen ertesi gün oluveriyor. İşten çıktın, trafikti, yemekti, (çocuklu olanlar için çocuktu) derken saat hop 22:00 oluyor, sonra 23:00’te uyku geliyor. Ve bu şartlar altında siz ne dinlenebiliyorsunuz ne de kendinize vakit ayırabiliyorsunuz. Oysa küçük kasabalarda hayat böyle değilmiş. Mesaimi uzattığım günlerde bile, mesai saatleri içinde ağlama noktasına geldiğim günlerde bile iş bittiğinde denize atlıyorsunuz ve sonra başka bir gün başlıyor sanki sizin için. İşten sonra yaşayacağınız bir şehir stresi olmadığından günün geri kalanına çok hızlı bir geçiş yaşanıyor ve uyuyana kadar geçen süre dolu dolu geçirilebiliyor. Zamanın tadını çıkarmak için kasabalarda yaşamak lazımmış meğer.

· Temiz hava ve yavaş yaşam sayesinde uykularım düzene girdi. Erkenden uyuyup erkenden kalkabiliyorum, hayatımda ilk defa kendiliğimden 07:30 gibi saatlerde uyanabiliyorum. Şehirde kendimi yataktan kazıyarak kaldırmak zorunda kalıyorum o saatlerde.

· İş yaptığım saatler hariç ekran karşısında vakit geçirmiyorum. Neredeyse hiç dizi, film vs izlemiyorum. İstanbul’da Netflix izlemekten başka bir şey yapmazken, ki karantina döneminde bu iyice alışkanlık haline gelmişken, şu 1 ayda en fazla 5 bölüm dizi izlemişimdir. Denize bakmak varken ekrana bakmak zaman kaybıymış gibi geliyor. Yalan yok hiçbir dizimi de pek özlemiyorum :) Nasılsa dönünce bol bol izleyeceğim…

· Daha üretken biri oldum. İş yapmaya üşenmiyorum hem de bir yandan blog yazıyorum. Aynı miktarda çalışıyorum fakat daha az yoruluyorum. Günlük hareketim de arttı. Hem sağlıklı beslenmek hem de sürekli yürüyüş, yüzme vb. düzenli olarak hareket etmek insana kendini oldukça iyi hissettiriyor.

· Kilo aldım, tabi bu sadece kasaba hayatından değil annemden de kaynaklanıyor :)Bu çoğu insan için kötüymüş gibi gözükebilir ama benim gibi zor ve sadece mutluyken kilo alabilen insanlar için iyi bir şey, bilen bilir. Kilo verdiğim ve stresli geçirdiğim dönemlerde çöken yüzüm yerine daha sağlıklı görünen bir yüz geldi. Yanmaktan pembe pembe olması da cabası…

· Ruhum dinleniyor. Çünkü her yer yeşil ve mavi. Her yer sessiz. Her yer güzel kokuyor. Bunlara ne kadar hasretmişiz…

· Herhangi bir şeyden kaçma veya ekstra bir rahatlık hissetmek, ekstra eğlenmek zorundaymışım gibi davranmak ihtiyacı duymuyorum. Sanırım ben de sakinledim biraz buralardan etkilenip.

· Kendimi üzmemeyi öğreniyorum. Çünkü doğanın kendini iyileştirmesi gibi, insan da doğada kendini çok daha çabuk toparlayabiliyor.

Kısacası görüldüğü üzere doğa insana pek bir iyi geliyor, insanı kendine getiriyor. Belkide ara ara böyle kaçarak yenilenmek gerekiyor.

Ben bu 1 ayda bizi asıl yoran şeyin; işimiz, iş arkadaşlarımız, çevremiz, beklentilerimiz, başkalarının beklentileri vs değil de, kıstırıldığımız tüm bu doğal olmayan yaşam türü olduğunu gördüm. Betonların arasına sıkıştırılmak, trafiğe sıkıştırılmak, kalabalığa sıkıştırılmak, işimize sıkıştırılmak, hedeflerimize sıkıştırılmak, alarmlara sıkıştırılmak, avm’lere sıkıştırılmak, kendi yorgunluğumuza sıkıştırılmak…Bunlarmış aslında atamadığımız tüm stresin sebebi. Biraz ağaç altında nefes almaya başlayabildiğinizde, inanın çok daha kolaymış hayatla başa çıkmak.

--

--

Cansu Arıcan
Türkçe Yayın

A passionate marketer, rookie blogger. Being a marketer is about sharing the spark around you so that you can inspire. Hope my notes inspire you. Please enjoy!