300 Yıllık Hatırı Var

Arda Arman
Türkçe Yayın
Published in
3 min readAug 17, 2018

Susun, kesin laflamayı
Dinleyin şimdi olacakları

Johann Sebastian Bach bu satırları besteleyeli neredeyse 290 yıl oluyor. Bach’ı dini eserleriyle tanıdım. Müzik tarihinin en önemli bestecilerinden biri olan Bach (belki de en önemlisidir) yaptığı 1080 kayıtlı bestenin çoğunu dini konulardan yola çıkarak şekillendirmiştir. Bu yapıtsa dini bir konu içermiyor, tersine hayali bir öyküyü dinliyoruz. Parça anlatıcının kısa konuşmasıyla başladıktan sonra, kızgın bir baba ve kızı sahneye çıkıyorlar.

Baba Herr Schlendrian dertli, kızı Liesgen’ın kötü alışkanlıklarından yakınıyor. Sözünü bir türlü kızına dinletemediğini söylüyor. Liesgen’ın o kötü alışkanlığı ise kahve. Çok içiyormuş. Bestenin adı da “Kahve Kantatı”. (Kantat, 17. yüzyılda sıkça bestelenen, küçük bir topluluğun seslendirdiği bir beste türüdür. Küçük ve kısa bir operayı andırır, konuları genelde dini olur.) Büyük besteci Bach neden durup dururken kahveyi anlatan bir kantat yazmış?

Yanıtı tarihte arayalım.

Bu gördüğünüz Avrupa’nın ikinci, Almanya’nın ilk kahvehanesi, Avrupa dillerinde geçen adıyla “Kahve Evi”. Starbucks’ların atası. Adı Zum arabischen Kaffeebaum (“Arap kahve bitkisine”…şeklinde çevrilebilir), Leipzig’e giderseniz oraya uğramadan dönmeyin. Dört asırı aşkın süredir kahve satıyor. Sizden önce ziyaret edenler: Bach, Goethe, Napoléon Bonaparte, Schumann, E. T. A. Hoffmann, Liszt, Wagner, Mahler, Max Klinger…

Kahve evleri yaygınlaştıkları 17. yüzyılda toplumu birleştirmeye başladılar. Kadın ya da erkek, zengin ya da fakir, genç ya da yaşlı, tutucu ya da yenilikçi olmanız hiçbir şey değiştirmiyordu; eğer bir bardak kahve alabiliyorsanız kahve evlerine girebiliyordunuz. Fotoğraftaki gibi kahve evleri Avrupa’nın her köşesine yayıldıkça, insanların buluştuğu en önemli yerlere dönüştüler.

Bach’ın bestesinin ortasına geldiğimizde, kızgın babanın kızı Liesgen aryasını söylemeye başlıyor. Gerçekten çok seviyormuş kahveyi. Günde üç çanak içmediğinde kendini “kurumuş bir parça keçi eti” gibi hissediyormuş (benzetmeye bakın!). Liesgen kahveyi o kadar seviyormuş ki, binlerce öpücüğü, en güzel şarapları birkaç bardak kahveye değişirmiş. Durum böyle olunca, baba da kızını ikna etmek için bir çözüm aramaya başlıyor. Kızına bir bir yasaklar koymaya başlıyor: düğünlere gidilmeyecek, pencereden bakılmayacak, yeni kıyafet alınmayacak… Liesgen için hava hoş, hepsini kabul ediyor. Babanın inadı tükenecek diye bekliyor. Baba ise hiç pes etmiyor. Bu neden peki?

Tarihe geri dönelim. Kahve evleri hem insanların hem de düşüncelerin buluşma noktasına dönüşmüştü. Edebiyat, felsefe, siyaset gibi toplumu ilgilendiren bütün konular kahve sohbetleri sırasında tartışılıyordu. Müşteriler ne kadar çeşitliyse, ortaya çıkan düşünceler de o kadar renkli, o kadar çeşitli oluyordu. Bir süre sonra, bazı insanlar kahve evlerinin topluma zararlı olduğunu düşünmeye başladılar. Sonuçta herkes yeni fikirlere aynı hoşgörüyle bakamaz. Örneğin babalar kızlarının kahvelere gitmelerini istemiyorlardı, çünkü akıllarının bozulacağını, tartışılan konulardan çok etkileneceklerini düşünüyorlardı.

Bizim Herr Schlendrian da demek ki o yüzden istemiyormuş Liesgen’ın kafelere gitmesini. Kızına söz geçirebilmek için tek bir çare kalıyor. Diyor ki: “Sen kahveyi bırakmazsan, ben de seni evlendirmiyorum!” Liesgen kabul etmek zorunda kalıyor, ama Liesgen bu, durur mu! Kantatın son bölümünde öğreniyoruz ki, işini sağlama almış… Bütün koca adaylarıyla gizlice mektuplaşarak evlendikten sonra kahve içeceğine onları ikna etmiş.

17. ve 18. yüzyılda İngiltere’deki kahve evlerine kadınların girmelerinin yasaklandığını söyleyen kaynaklar var. Kadınlar var mıydı yok muydu bilinmiyor, ama kahve evlerindeki tartışmalarda kadın haklarını görmezden gelen konuşmalar yapılmış olabilir. İngiliz kadınlar da 1674 yılında birleşerek bu duruma tepkilerini göstermek için bir bildirge bile yayınlamışlar. Bu bildirge kahve içmenin erkeklere nasıl zarar verebileceğini, onları nasıl “kahve tohumlarının geldiği çöller gibi verimsiz ve kısır” yapabileceğini anlatıyor. Bilimsel gerçeklere dayanıp dayanmadığını bilmiyorum.

Bir de, sanırım bizim Liesgen bu bildirgeyi daha okumamış.

Kantat biterken hep birlikte gülümsüyoruz. Koro ve solistler bütün hikayeyi özetliyor:

Kediler fareyi bırakmaz,
Bizim kızlar da kahveyi.
Annesi zaten içermiş,
Ninesi de öyleymiş,
Kızın suçu da neymiş!

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--