Aç Mısın?
Bugün bir çocuğun açlıktan öldüğü haberini aldım. Aslında 2024 yılında olduğumuzu düşününce garip geldi. Bu haberi garipsediğimizi düşünmek bile başlı başına saçmalıkken açlıktan ölen bir çocuğun haberini garipsemek ile nitelendirdim.
Belki bundan kırk yıl önce çekilmiş filmlerde hatta çizgi filmlerde görmüşsünüzdür. İki binler, inanılmaz teknolojilerin geliştiği, uçan arabaların kullanıldığı yüzyıl olarak canlandırılırdı. Hepimiz ağzımız bir karış açık şaşkınlık ve heyecanla beklerken geldiğimiz iki binli yıllar içerisinde bir çocuk açlıktan öldü.
Anlayacağınız inanılmaz yüzyıl olarak beklenen 2000‘li yıllar da karşılaştığımız manzara; teknolojide harikalar yaratan koca koca devletler ve açlıktan ölen bir minik beden yan yana.
Sanıyorum ki o filmleri izlerken bir şeyleri kaçırdık. Mesela o zaman insanlık ne hale gelecekti hiç dikkat ettiniz mi? Ya da sömürülen, işgal edilen topraklara ne olmuştu? Açlıkla savaşan yüzlerce ülke ne durumdaydı? Bunlara bakmak aklımıza bile gelmedi. Kocaman insanlar sadece o teknolojiye sahip insanları izledik, etrafında ne döndüğüne bakmadık. O teknolojiye sahip olmak için hangi ülkeleri sömürdüklerini, ezdiklerini görmedik. Güçlü olmak için yaptıkları her hareketi meşrulaştırmalarını izledik. Bize güçlü olmak için zayıfın ezilmesi gerektiğini gösterdiler bizde kabul ettik. Güç zehirlenmesi yaşadık ve 2024 yılında bir çocuğun açlıktan ölmesini sadece izledik.
Kıyıya vurmuş insan cesetleri, bombalar altında parçalanmış insan bedenleri, evlatlarının cesetlerini poşette taşıyan aileler, kardeşinin kanayan yarasını öpen minicik bir abla, torununun cansız bedenine sarılıp gözlerinin içini öpmeye çalışan bir dede, kardeşinin cesedi parçalanmasın diye yağmur altında taşıyan bir abi ve en sonunda açlıktan hayatını kaybeden ufacık bir kız çocuğu.
Gıkımızı çıkarmadan izlediğimiz ve bir kaç dakika içinde unutup hayatımıza geri döndüğümüz hikayeler bu kadar işte.
Daha onlarca fotoğraf ekleyebilirim buraya ve bu sayfa uzar gider. Ama uzatmaya gerek yok. Çünkü biliyorum bu hikaye bittiğinde, bu sekme kapandığında unutacağız. İnsanız biz unutmaya mahkumuz. Unutmazsak yaşayamayız, devam edemeyiz hayatımıza.
Unutmak fıtratımızda var ama görmezden gelmek vicdanımızı yok eder. Görmemek için gözlerimizi kapatmak, ırk, dil, din ayırt ederek görmezden gelmek işte bu insanlığımıza sığmaz. İnsanlık unutmaya mahkum ama yok saymaya değil. Dini, dili, ırkı gözeterek yok saydığımız bu insanlar öldükçe aslında kendi vicdanımızı kaybediyoruz. Evimizde yeni bir vicdan yoksunu evlat yetiştiriyoruz. Sokakta büyük küçük gözetmeden küfür edebilen insanlar, acıma duygusundan yoksun akran zorbalığı yaşatan çocuklar, büyük küçük kim ne kadar dolandırabilirse karşıdakinin ne durumda olduğunu düşünmeden dolandırmaya çalışan insanlar, nazik insanları enayi gören andavallar… Bu insanları biz yetiştiriyoruz. Güç zehirlenmesi yaşayan bizler güçlü olmak için zayıfın elinden tutmuyor, elindekini alıp kaçıyoruz. Asıl gücün merhametten, nezaketten geldiğini unutuyoruz. Asıl gücün imandan geldiğini, Müslümanın en nazik en güçlü en merhametli olması gerektiğini unutuyoruz. Parayı imanımız, gücü maddi kuvvetimiz kabul ediyoruz. Sonra birileri bize güçlü olmak, zengin olmak için sömürmemiz, güçsüzü ezmemiz gerektiğini izleterek güce ve paraya nasıl kavuşacağımızı anlatmaya çalışıyor. Helal kazanç, namuslu ve şerefli bir yaşamı çocuklarımıza öğretmemiz gerekirken sahte kahramanların hayatlarını izletiyoruz. Başkasına yapılan haksızlığa aferin demesekde susuyoruz. Sonra biri bize haksızlık yaptığında etrafımızda bu haksızlığa karşı çıkacak kimseyi bulamıyoruz. Başkasına acımayan bizler, acınacak hale düşüyoruz.
Kısacası unutmak bizim fıtratımızda hatta bütün insanlığın sinesine işlenmiş bir özellik. Ama merhamette öyle. Merhamet, insanlığın sinesine işlenmiş en güzel özellik. Bu özelliği tekrar canlandırmak için görmezden geldiğimiz ne varsa görmeli, duymazdan geldiğimiz ne varsa duymalıyız. İşte ancak o zaman ‘insan’ olabiliriz.
S.D.M.