Aşk Telakkisi

Zehra Yalaza
Türkçe Yayın
Published in
3 min readJul 17, 2019

Günlük yaşamda sıkça Eros, libido, tuzak veya akıl hastalığı olarak karşımıza çıkan aşk kavramına mutlak bir tanım yapmak çok güç ve neredeyse olanaksız olduğu için bu yazıda aşkın ne olduğu değil ne olmadığı üzerine fikirler üreterek bu beşeri duyguyu iki ayrı başlık altında incelemek istedim; tüketen aşk ve çoğaltan aşk.

Femme à la tête de fleurs, 1980 Salvador Dali
Femme à la tête de fleurs, 1980 Salvador Dali

Öncelikle aşk mutlaka bir tartışma meselesidir. Bazıları tarafından sürekli karıştırılır, bazıları tarafından tanınmaz, bazen reddedilir ve nadiren savunulur. Biz bu yazıda duygunun mağdurlarından gelen heyecanlanmalara, tökezlemelere ve zihnin esir alındığına dair raporlara istinaden kavramın var olduğunu kabul görüyor ve üzerine fikirler beyan ediyor olacağız. Kelime genel olarak sadece insanlar arasındaki cinselliği de içine alarak yaşanan ilişkilerden bahsedilerek anlam açısından çok fazla daralmalara maruz kalıyor. Bu sebeple kavramı daha iyi anlayabilmek adına aşkı her yönüyle ele almakta fayda vardır.

Aşk kavramına etimolojik açıdan baktığımız zaman Latin dillerinde amor kelimesi hem aşk hem sevgi duygusunu karşılamaktadır. Bu durum bazı insanlar tarafından dillerin zengin olmama durumu ile bağdaştırılmıştır fakat ben bu görüşe katılmıyorum. Latin dillerinde aşk ve sevginin birbirinden ayrılmamış olması dilin alt yapısı ile değil Latin kültürünün toplumsal yapısı ile bağlantılıdır. Çünkü aşk batı medeniyetinde de zamanla popülerleşen bir kuruma dönüşmüştür. Tarihte varlığının fark edilmediği fakat günümüzde buna bilakis kavramın varlığına abartılı anlamlar katılarak bu duyguya karşı bir teşvik söz konusu olduğu kanısındayım. Fakat bunlar benim şahsi çıkarımlarımdır.

Teşvik kelimesinden kastımı açacak olursam; Modernleşen dünyada aşk neredeyse bir ihtiyaç haline gelmiş durumda. Hem hızlanan dünyada insanların kafalarını başka bir insanla meşgul etmeleri bazen ruh sağlıklarına iyi gelmekte bazen ise tamamen duygusal çöküntülere sebebiyet vermektedir.

Sadece şahsi değil piyasa ekonomisinde de aşka büyük bir ihtiyaç vardır. Bilindiği üzere 496 yılından beri her sene dünyanın her yerinde kutlanan Aziz Valentine gününde aşıklar arasında ayrılıklar artıyor ya da sadece o güne mahsus yalnız kalmamak adına aşk arayışları çoğalıyor. Her ne kadar 14 Şubat’ın kökeni kapitalist ekonomi düzeninin ortaya çıkmasından çok daha öncelere dayanıyor olsa da bu özel günün modern çağdaki izlerini sürdüğümüz zaman tarihi referanslardan daha çok ekonomik veriler ile rastlaşıyoruz. İşte bu hususta aşk tüketen aşk başlığı altına giriyor.

Bununla beraber sanat alanında aşka mühim bir ihtiyaç duyulmaktadır. Hatta aşk edebiyatın bahanesi olarak nitelendirilebiliyor. Sevmek ve sevilmek pozitif kavramlar olduğundan dolayı, bunları konu alan estetik yazılar da insan ruhunda aynı şekilde pozitif etkiler bırakıyor. Sağlıklı ve mutlu bir insan ruhu daha üretken ve sıhhatli bir zihne sahip olmamızı sağlıyor. Bu noktada aşkı tüketen değil çoğaltan aşk kategorisine koyabiliriz.

Emil Nolde, Portrait of a Family, 1947.

Her ne kadar aynı kelime ile ifade edilse dahi aşk ve sevgi birbirinden çok farklı güdülerdir. Sevgi her zaman kontrollüdür fakat aşkta kontrolsüzlük söz konusu olduğu için patolojiye çok yakın bir duygudur. Öyle ki cinayet dosyalarında ‘‘tutku derecesinde aşırı sevgi’’ ifadesi ile katillere ceza indiriminin tartışıldığına şahit olduk. Sevgi içerisinde bir kıskançlık duygusu barındırmaz fakat bunun bir üst kümesi olarak adlandırabileceğimiz duyguyu aşk niteliğine büründüren en önemli özelliklerden biri kıskançlık ve beraberinde getirdiği oto kontrolsüzlüktür. Bu hususta aşk yine tüketen aşk başlığı altındadır çünkü bu kontrolsüz ve şuursuz aşırı sevgi -buna obsesyon da diyebiliriz- bir süre sonra insanın benliğine olan saygısını tüketir.

Aşk bir yaşam coşkusudur diyebiliriz. İnsana bir farkındalık vazeder. Sevilme arzusu ile insan kendini geliştirebilir. Çünkü farklı iki insanın bir araya gelmesi demek farklı iki aklın ve bilgi birikiminin bir araya gelmesi demektir. Modern çağda bize sunulan aşk gösterilerinin etkisi altında kalan gençler için ise aşk daha muhayyel bir hal almıştır. Sürekli görüleni arzu eden gençler kavramın özünü unutur. Bu konuda gösterilecek en tipik örneklerden biri de Mecnun’un Leyla’ya kavuşunca onu görmek istememesidir. Çünkü aslında aşık olduğu kendi aklında yarattığı Leyla’dır.

Son olarak aşkı içi boş bir tasa benzetebiliriz, bazıları bu tası istediği gibi doldurur, bazıları ise doldurduğunu sanar iken kendini israf ettiği ile kalır. Bu yüzden aşk kavramı üzerine bütün telakkiler aslında yalnızca muhataplarına tabidir. Aşk insanın kendine has muhakemesinin ardından aklına ve gönlüne sindirdikten sonra muhatabını iyi seçmesi gereken bir meseledir. Aksi takdirde öznesi iki insan olan aşk insanı çoğaltmaz, tüketir.

--

--