Acıma Kültüründen Eşitsizliğe
Hikâye 1:
Fabien Toulme “Hakim’in Yolculuğu”. Kitabın sayfalarını çeviriyorum, Suriye’den Türkiye’ye bir çizgi roman. Kitap, bir uçak kazası haberi ile başlıyor. Bu haberi alan Toulme yurttaşları için çok üzülüyor. Sayfalar ilerliyor, sunucu bir haberden daha bahsediyor:
“Yine bir göçmen dramı; 400 kişi Akdeniz’i katetmeye çalışırken hayatını kaybetti.”
Toulme bu habere üzülemiyor.
İşte “Hakim’in Yolculuğun”da Toulme, neden üzülemediğinin hikâyesini arıyor. Toulme’nin yerine koyuyorum kendimi ve üzülemeyişimizin sebeplerini bulmak için yola koyuluyorum.
Hikâye 2:
Çalışmalarıma devam ederken Gülayşe Koçak’ın bir söyleşisine denk geliyorum. “Beşinci Kat” romanından bahsediyor. Karakterlerinden biri engelli.
“…Geçen yıl Norveç’teydim. Havaalanında, pasaport kuyruğunda çok şaşırdım. Beni karşılayan pasaport memuru belden aşağısı olmayan Türkiye’de ancak sokaklarda dilencilik yaparken rastlayabileceğimiz, bacakları olmayan bir adamdı…” sözleri devam ediyor Koçak’ın. Türkiye’de de engelli oranın yüksek olduğunu fakat bu insanların nerede olduğunu soruyor.
Engelliler, mülteciler, göçmenler derken içinde yaşadığım toplumu düşünüyorum. Büyütülme şeklimin ne kadar da saf duygular, yardımsever hisler içinde olduğunu fark ediyorum. Sokağımızda ya da sınıfımızda bir engelli varsa yardım için birbirimiz ile yarıştığımızı, o köşeye hep dolan gözlerle baktığımızı anımsıyorum.
Hikâye 3:
Çarşamba günü oluyor. “Çocuk Kitaplarıyla Dünya’ya Bakmak” adlı topluluğumuzun toplantısı için bilgisayar başına geçiyorum. Konuşacağım ve duyacağım her şey için çok heyecanlıyım. Topluluğumuzun değerli hocalarından Aslı Gökgöz bir kitabı okuduktan sonra “Sen onun yerinde olsaydın ne yapardın sorusunu değil, yazar neden bu karakteri seçti sorusunu sormalıyız.” diyor. Kelimeleri ile bunun sebeplerini açıklıyor.
Toplantı bitiyor, bilgisayarımı kapatıyorum, kendimle baş başayım. Çocukluğumdan beri duyduğum cümleler yankılanıyor kulaklarımda:
“Ya senin başına gelmiş olsaydı, sen ne yapardın, ne hissederdin, ya sen onun yerinde olsaydın…”
Birden tüylerim ürpermeye başlıyor. Bu cümlelerin zihinlerimizi birer ağ gibi sardığını o an fark ediyorum.
Cümledeki Sen’i ve O’yu düşünüyorum. Sen; hâkim, normal, gözünden O’ya bakacak olan. O; acınılacak, yardım uzatılacak, bir şeyler yapılması gerekecek olan.
Sen gerekeni yaptı; acıdı, üzüldü, duygusal yükünü oluşturdu. O, ise yaşadığı ile kaldı.
Hikâye 4:
Yolculuğum zihnimin bir köşesinde devam ederken “Avrupa Film Günleri” etkinliğine gidiyorum bir arkadaşımla. Film çıkışında İsveç Konsolosluğundan gelmiş kadının dağıttı kitapçığı alıyorum. Aradan biraz zaman geçiyor ve kitapçığı inceliyorum. Sayfa 13’te ki resim ve yazılar bir çözüm önerisi gibi zihnimde parlıyor. Resimde mekân; bir metronun içi, engelli ve engelli olmayan iki birey karşılıklı oturuyor. Resmin altında yazan yazı: “Erişilebilirlik herkes için bir toplum inşa etmek demek.”
Kitapçığın bu sayfasını görünce “Hakim’in Yolculuğu” ile başladığım serüvenin burada son bulduğunu anlıyorum. Hâkim (bakış açısı) olanın, zihinsel ve fiziksel mekanları kendine göre kurguladığını fark ediyorum. Kurguladığı bu toplumda kendine yer bulamayanları “diğerleri” diye tanımladığını görüyorum. Yarattığı acıma kültürü ile de kurgusunu her seferinde yeniden desteklediğini anlıyorum.
Herkesin toplumunu oluşturmanın acıma kültürünü yıkmaktan, Sen’in bakış açısından bakmaktan vazgeçmek olduğunu fark ediyorum.
Hâkim bakış açısını yıkacak, herkesin toplumunu yaratacak olanın ne olabileceğini düşündüğümde, günümüzün gözde teknolojisinin yapay zekanın buna bir çözüm olabileceğini düşünüyorum. Kendi kendine öğrenen bir teknolojinin hâkim bakış açısına sahip olamayacağını düşünmek beni umutlandırıyor.