photo by burçin

Ahududu Reçeli

Özgür Cohen
Türkçe Yayın

--

Bir günün daha gündüzü son demlerini yaşıyor güneş etrafı kızıla boyuyordu. İşten yorgun argın dönmüştü eve. Yorgunluğunun nedeni çalışmaktan bitap düşen bedeni değil gam yüküne doyan yüreğiydi. Her iş dönüşünde olduğu gibi bir bardak soğuk suyu alıp mutfaktaki sandalyesine oturdu. Suyu içerken gözü ahududu reçeline takıldı. Alalı takriben iki yıl olmuştu. Kulağıysa yoldan geçen düğün konvoyunun kesintisiz çalan korna sesindeydi. Reçel ve korna sesinin onu bu kadar üzebileceğini kendi bile tahmin edemezdi ama olmuştu. Artık ne oturduğu sandalyenin ne elindeki bardağın ne dışarıdan gelen korna seslerinin ne de ahududu reçelinin hiçbir anlamı yoktu. Uzaya fırlatılan mekik gibi hayatındaki her bir parça onu sanki menzile ulaştırmak için görevini tamamlamış ve ondan sakince kopmuş gibiydi

Şimdi anahtarı dalgın bakışlar olan ve adına zaman denen o kapıdan içeri girmiş geçmişe yolculuk başlamıştı.

Ameliyat masasındaki narkozlu hasta gibi artık çevresindeki hiçbir şeyin varlığının bir önemi yoktu.

Müşteki sıfatıyla kadere açtığı davanın vicdanın da senelerdir bitmeyen celselerinden biri daha başlıyordu şimdi.

Aynı şeyleri tekrar tekrar düşünmek hiçbir detayı atlamamak ve sonunda ‘’peki neden?’’ sorusuna cevap bulmaktı tüm derdi.

Ruh ikizim dediği eşiyle yaptığı market alışverişine döndü yine. Marketin reyonlarını gezdi sıra sıra. Olabildiğince organik ürünleri seçme telaşındaydı. Eşiyse başarılı bir doktor olmasına karşın o hassasiyeti taşımıyordu. Gözü ahududu reçelindeydi. Tam almaya yeltenmişti ki müdahale etti.

-Birde doktor olacaksın bak bunun içinde glikoz şurubu var.

-Hayat glikoz şurubu gibi kontrol edemeyeceğin seni ölüme götürecek yüzlerce değişkenle dolu.

-Yaa! demek sağlıksız beslenmene mazeret aramak için felsefeye mi merak saldın?

- Hayır kuzum hızla akıp giden şu kısacık ömrümüzde keyif denen şey teferruatlarımızın nazına katlanamayacak kadar kendini beğenmiş olduğu için onu kaçırmamaya çalışıyorum.

Gülüştüler..

O önden yürümeye devam ederken eşi çocukça bir muziplikle market arabasının derinliklerine reçel kavanozunu sakladı. Evlerine dönmek üzere yola çıktılar. Çok gitmemişlerdi ki araçları arıza yaptı. Güç bela emniyet şeridine geçebildiler.

Önemli hadiseler, öncesinde alametlerle kendini belli eder. Fırtına çıkmadan önce güçlü bir rüzgar, yangın çıkmadan önce bir kıvılcım, doğum gerçekleşmeden önce sancısı… Fakat ölüm? Ölüm neden çoğu zaman sıradan hadiselerin hemen ardında sinsice gizlenir ki?

Yol yardımı için eşinden önce telefonuna sarıldı, hep tez canlıydı zaten. Telefonun sinyali zayıftı. Daha güçlü sinyal alabilmek için bariyerlerin arkasına geçti. Hafifçe tepeye tırmandı. Nihayet sinyal alan bir nokta buldu ve yol yardımını aradı. O sırada eşi dörtlüleri yakmış bagajdan ikaz işaretlerini çıkarmak için uğraşıyordu.

On saniyelik bir zaman dilimine uzunca korna sesi, eşinin donuk bakışları ve elindeki ahududu reçeli sığmıştı.

Telefondaki ses hanımefendi bulunduğunuz yerin tarifini daha açık alabilir miyim diye soru?

Ne anlamlı bir soruydu. Neresiydi ki burası? Hayatının karardığı yer mi? Mutlu bir birlikteliğin manasızca sonlandığı lanetli bir tepe mi?

Telefonu tutmaya gücü yetmemişti. Eli ne kadar güçsüzse ayakları da bir o kadar güçlü şekilde eşinin kanlar içinde yatan bedenine koşmaya kitlenmişti. Bir solukta yanında aldı kendini. Tam o sırada yoldan tesadüfen geçen bir ambulans durdu. Şoka girmişti. Eşinin göğsüne yaslanmış sımsıkı sarılmıştı ama ağlamıyordu da. Görevliler onu eşinin bedeninden ayırmaya çalışıyorlardı. Oysa eşinden gelecek küçük bir yaşam belirtisini sezmeye odaklanmıştı. Nihayet direnci kırıldı. Onu olduğu yerden güçlükle kaldırdılar. Soğuk su verdiler o esnada eşi sedyeye kondu göğsüne bağladıkları cihazdan gelen sesler mors alfabesi gibi sadece bilenin anlayacağı şeyler söylüyordu fakat ambulans görevlilerinin telaşına bakılırsa bu ses eşi için hala bir şeylerin yapılabileceği anlamına geliyordu. Bir yandan da ambulans sirenlerini açtı ve hareket için hazırlandı. O da hemen aracın ön koltuğuna geçmişti. Sonra gözü birden hurda yığını haline gelmiş arabalarına takıldı. Akşam güneşi arka koltukta bir şeyi parlatıyordu. Biraz daha dikkatli bakınca bunun reçel kavanozu olduğunu fark etti.

Yaşam ünitesi eşi için hayat belirtisi gösterse de güçlü kadın sezgileri teknolojinin hep bir adım önünde olacaktı sanki. İçindeki dürtü eşiyle arasında geçen son hatıranın kıymetini tartıp ambulansın birkaç saniye daha geç hareket etmesinin eşinin yaşaması için bir anlamının olmadığı kararını vermişti bile…

Ambulans hala hareket etmemişti. Önce inmeye çekindi sonra kuvvetli bir dürtüyle reçel kavanozunu almaya koştu. Kavanoza uzanırken cam kırıkları parmaklarında ufak kesiklere bile yol açtı ama o bunu önemsemedi.

Çünkü o artık bir kavanoz değil eşinin dünyayla bağlantısını kurduğu bir iksirdi. Sanki kazada zarar görmeyen kavanoz orta da dururken ailesi, arkadaşları, hastaları, ülkesi için faydalı bir insan olan eşinin ölümünün saçmalığı kaderin ağlarını örmesine engel olacaktı.

Şoförün şaşkın bakışları arasında araca geri döndü.

Eşinin ölümü üzerinden iki yıl geçmişti. Yani ahududu reçeli alalı iki yıl olmuştu. Zaman için her şey bu kadar basitti işte; ahududu reçelinin son kullanma tarihine yaklaşmak için de eşinin öldüğü günden uzaklaşmak için de aynı saniyeler kullanılıyordu.

Derin bir iç çekti bardağı tekrar ağzına götürdüğünde suyun bitmiş olduğunu fark etti. Bardağı tezgaha koyarken gözü tekrar kavanoza takıldı

Son kullanma tarihi geçse de ölen dek o reçeli mutfağında tutmaya kararlıydı. Ömrü dolanın çöp olmasına toprağa karışmasına görülmeye görülmeye unutulmasına izin vermeyecekti.

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--