Aidiyet

Esmanur Ek
Türkçe Yayın
Published in
2 min readJun 7, 2022

Güneşe yabancı gözlerim günü selamlıyor. İçimdeki atalet adımlarımı yavaşlatırken Beyoğlu sokaklarında oradan oraya savruluyorum. Çaresizlik ve öfke damarlarımda kol geziyor, ben neden “normal” biri olamıyorum? Sormam gereken sorular var, cevaplarınıysa kendimden başkası veremez.

Aceleyle kafenin birine giriyorum, rastgele yürümekten sırılsıklam olmuşken sağlıklı cevapları bulamıyorum. Hararetimi giderecek bir şeyler zıkkımlanıp yazmalıyım, durmaksızın yazmalıyım. Titreyen ellerle çıkardığım kalem deftere aval aval bakıyorum, sağlak mıyım yoksa solak mıyım? Sol elim bana düşmanmışçasına dövülene kadar solaktım, peki şimdi neyim? Hırsla sol elime geçiriyorum kalemi, bundan sonra asla sağ elimle yazmayacağım.

Sorular kafamın ta derinliklerinden dışarı fırlamak, cevaplarına kavuşup ortadan kaybolmak istiyorlar, biliyorum. Ben kimim? Adım Yiğit yazıyorum, bense kendime hep İdil demiştim. Yiğit miyim İdil miyim? Sanırım şimdilik Yiğit İdil’im… 24 yaşındayım, buna itirazım yok. 174 santimim, 59 kiloyum, kahverengi gözlüyüm… Yazdıkça öfkem artıyor, “Kendinden kaçmasana yahu!” diye bağıranın Yiğit mi İdil mi olduğunu anlayamıyorum. Her kimse kim, onu dinleyeceğim.

Ben… nasıl hissediyorum? Bunca yıl içimde yaşatmak zorunda kaldığım İdil miyim aslında ben, dış dünyaya göstermek zorunda kaldığım, yaşamaya alıştığım Yiğit mi? İdil’i ne zaman yaşamaya çalışsam yediğim dayakların acısı yokluyor beni, oysa bugünden itibaren kendim dışında kimse bana dokunamaz, biliyorum. Sımsıkı duran yumruklarım küçülüyor, küçülüyor, 13 yaşındaki bir çocuğun elleri haline geliyor. Rüyalarımdan asla çıkmayacak olan o köy evinde, babamın elli yılını çürüttüğü, son nefesini birkaç gün önce üstünde verdiği o sedirinin önünde zorla oturtulmuş, nasihat dinliyorum. “Bak oğlum,” derdi, oğlum kelimesinin üstünde bolca oyalanırdı. “Sizin nesliniz bozuk olabilir ama bizim ailemizde böyle hareketler olmaz. Erkeksen erkekliğe uygun davranacaksın, saçını üç santimden uzun görürsem bacaklarını eline veririm.”

Sımsıkı kapadığım gözlerim dürtüklenmelerle açılıyor, “İyi misiniz?” diye soran beyi zar zor duyabiliyorum. “İyiyim,” diyorum ama palavradan ibaret, ikimiz de biliyoruz. Açıkça “Palavra…” demese ben bile saçmaladığımı söyleyemezdim ya, neyse... Açık sözlülüğüyle bu samimiyeti kurmasa tek kelime dahi konuşmayacağımı da biliyorum, oysa göz ucuyla saate baktığımda muhabbetimizin çoktan bir saati aştığını fark ediyorum. Gözleri saate kayıyor benimle birlikte, “Ne aptalım, sormayı unuttum…” diyor telaşla: “Adınız neydi?”

Ait olduğum ruha kavuşmama yol açacak onlarca konuşmanın başlangıcı olan o cevabı veriyorum: “Bilmiyorum.”

--

--