Aldım-Verdim

Zehra Yalaza
Türkçe Yayın
Published in
3 min readJun 6, 2021

Sanırım o zamanlar henüz on üç yaşındaydım. Babamdan karne hediyesi olarak bu sefer havalı bir futbol topu kapmıştım. Top da öyle kıyak bir top ki mahallenin tüm çocukları ortaya para koysa yine alamazdık böylesini. O topu elime alınca kendimi adeta Zeus gibi hissediyordum. Sanki bizim mahallenin hiyerarşik düzeninde üç beş sınıf atlayarak tüm gücü kendimde topluyordum. Topla beraber dışarı çıktım. Beni ve topu gören çocuklar üçer beşer toplandılar etrafıma. Çocukların en cüsselisi hemen lafa girdi:

‘‘Hadi toplanın, maç yapıyoruz. Top da güzelmiş iki tekmeyle yumurtaya dönüşeceğe benzemiyor.’’

Çocuğun benden önce lafa girip emir vermesinden rahatsızlık duydum. Topun sahibi ben olduğum için tüm karar verme yetkisi bana aitti. Bozuntuya vermedim. Mahalle futbolunda en sevmediğim kısım takımları oluştuma faslıydı. Makul bir yol önerdim:

‘‘Aldım-verdim yaparak takımları oluşturalım önce.’’

Cüsseli çocuk yine lafa girdi:

‘‘Olur ama Erdem ve Adil benim takımımda olacaklar. Kalanlarla aramızda aldım-verdim yaparız.’’

‘‘Yok ya daha neler! İyi oynayanları seçime dahil etmeden kendi takımına sokamazsın. Adaletli bir şekilde takım oluşturacağız. Topun sahibi benim kuralları ben belirliyorum.’’

Ben mahallenin cılız ve kısa çocuğuydum. Öyle kolay kolay da yükselemezdim iri yarı çocuklara. Fakat dediğim gibi, o top bana tuhaf bir güç tanıyordu. Diğerlerinin yüzünde de anlamsız bir biat görüyordum. Şaşırmışlardı sanki. Ne adaletiydi? Sokaktaydık yahu mahkeme salonunda mıydık? veya millet meclisinde miydik? Kaldı ki oralarda bile adalete rastlamak şans işiydi. Cüsseli çocuk çok bozulmuş görünüyordu:

‘‘Aldım-verdim yaparak takım oluşturmanın nesi adaletli oğlum? Takımlar eşit dağılamayacak. O zaman takımları biz belirleyelim, güç dengesi kurarak takım oluşturalım.’’

‘‘Tamam, anlaştık.’’ dedim.

İyi ve kötü oyuncuları denge içinde iki takıma dağıttık. Bazıları gücenip küstü ve oyunu terk etti. Biz yine de adil olanın bu olduğunu düşünerek bozuntuya vermeden gruplaşmaya devam ettik. Derken başka bir dert çıktı karşımıza. İki tane mülteci kardeşi kimse takımında istemedi.

‘‘Türkçe bilmiyorlar ki maç esnasında anlaşamıyoruz. Bizim takıma gelemezler hayatta olmaz!’’

Fark ettim ki topun sahibi ben değilken bu kadar zor olmuyordu maça başlamak. İyi top oynayan çocuklar cüsseli çocuğun takımında olurdu. Diğerleri aldım-verdim yapıp takım oluştururdu. Genelde biz kaybederdik, top da çok fazla tekmeye dayanamaz patlardı. Bu sefer öyle olmadı. Eşitsizliğe itiraz edince haksızlığı isteyen çocuklar benden imkansız bir eşitlik yaratmamı talep etmişlerdi. Beni bu şekilde yıldırmak istiyorlardı.

‘‘Tamam lan. Hasan’la Ahmed benim takımımda. Sanki kendi aranızda çok anlaşabiliyorsunuz!’’

Hasan’la Ahmed’e elimle takımımı göstererek davet ettim. Bu saçmalıkları anlayamadıkları için de onları kıskanıyordum.

Maç başladı. Elimden geldiği kadar tüm pasları Hasan ve Ahmed’e gönderiyordum, bir şeyleri telafi edermiş gibi. Onlar da çok mutluydu, karşı takımın gücüne rağmen hiç gol yemiyorduk ve üstelik hepsini zorluyorduk. Maç golsüz bitmişti. Bütün çocuklar tüm potansiyellerini ortaya koyarak oynamışlardı. Cüsseli çocuğun takımı bunu kabullenememişti. Bir maç daha yapmak istediler. Kabul ettik.

Hasan’a ve Ahmed’e verdiğim her pasla istibdatı parça parça ediyordum. Hasan’ın Ahmed’e attığı her pasla faşizm yerle bir oluyordu. O zamanlar bu kavramların anlamlarını bilmiyordum tabii. Büyünce anladım bu maçın neden hayatımın en güzel maçı olduğunu.

Hepimiz kendimizi maça öyle bir kaptırmıştık ki cüsseli çocuklardan biri topa bir çaktı… Top çitleri aşıp bir apartmanın bahçesine kaçtı. Almak için koşarak bahçeye girdim. Meğerse top bahçedeki teyzenin kafasına denk gelmiş. Yaşlı teyze öfke doluydu.

‘‘Ben size burada oynamayacaksınız demiyor muyum?!’’ Elindeki sivri sopayla topumuzu kesiyordu bir yandan.

Oyun bitmişti.

Dağıldık.

Hasan, Ahmed ve ben hariç. Biz dondurma yiyip galibiyetimizi kutlamaya gittik. Çünkü biz biliyorduk; her golsüz maç berabere bitmezdi.

Teferrüc Dergisi, 15.

--

--