Allah’ın Garip “İhsan’ı”

Muhammet Ayal
Türkçe Yayın
Published in
4 min readAug 23, 2020
İznik Ayasofya Camii — kendi çekimim

Hikâye odur ki;

Zulümle inşa edilmiş ihtişamlı bir konağın hayli sapa bir mahfilinin mermer merdivenlerinde tüccar dostu, nam-ı diğer Zibidi Zihni ile az evvel efendisinden öğrendiği yeni kervan güzergâhını ve taşınacak malların simsar tacirlere nasıl gönderileceğini konuşuyordu Mikâil isimli kâtip. Evet, zamanının en güçlü bürokratik şahsiyetlerinden Mikâil idi bu kalbi kara aklının pak olduğunu zanneden zât. Evvelen böyle değildi Mikâil.

Bir de Mikâil Efendi’nin yardımcısı var. İkinci kâtip ama irfan sahibi, gündelik hayat ile dinin metafizik ilkelerini anlamaya çalışıp onları mecz edebilen, şifahi duadan evvel fiili duasını yapan ve işinde de samimi olan, eskiden Yahudi olup 38 yaşlarında hidayet bulan esasında Ara Efendi’nin büyüttüğü, işinde pek mâhir İhsan Efendi.

Sahi zulüm neydi? Adaletin olmaması! Adalet? Her şeyin yerli yerinde kullanılmasıydı. Adalet olmasaydı, bu devirde tutunmak zordu hayata. Simsar tüccarlar bu devirde kaypak katiplerle el ele vermiş, idare edenle edilen arasındaki mîzanı kendi lehlerine bozmaya çalışıyorlardı.

Zibidi Zihni yükte hafif pahada ağır olan baharatların ticaretini yapıyordu. Anason, karanfil, köri, muskat, kişniş, yenibahar, kakule gibi baharatları efendilerinin konaklarına tüccar dostları sayesinde kolayca sokabiliyordu. Özellikle köri baharatının takribi on baharattan müteşekkil olduğu göz önüne alınırsa, Zibidi Zihni’nin farklı konaklara değişik karışım oranlarında köri baharatı sattığını ve bundan haksız kazanç sağladığını İhsan Efendinin dostları ona haber etmişti.

Baş kâtip Mikâil, kaba güç sahibi olduğundan dönemin siyasi ve ticari nabzını elinde tuttuğunu zannediyordu. Adalet mi? O kâtip olduğunda zulüm çoktan başlamıştı. Mikâil ise zulmü sevmişti, adil olmak ona huzur vermiyordu artık.

Almanya’dan İspanya’ya sonra da konağa getirilen, Haçlı Seferlerinin Anadolu topraklarına getirdiği, efsanesi kulaktan yalan yanlış bilgilerle yayılan, aslı pek para etmeyen ama insanların dedikodusuyla fiyatı hayli yükselen ilginç bir taş vardı konağın mahzeninde. Gizlilik ve gizleme Mikâil’in en iyi becerdiği işti. Bu sayede kimlerle ve nasıl iş yaptığı pek belli olmuyordu. Bir kerresinde Abraham’ın saçlarını kazıtıp kafa derisine savaş olacağını İspanya’daki dostuna bildiren bir mesaj ve savaş şifrelerini içeren birkaç harita çizen saçları uzadıktan sonra mesajı başarıyla ulaştıran da yine Mikâil idi.

Tüm bu olan biten içinde Mikâil’in de efendisine rahatça hesap verebilmesini sağlayan kayıt sistemini geliştiren ve ayakta tutan İhsan Efendi’yi de kaybetmek istemiyordu. Ancak feraseti hayli gelişmiş olan İhsan Efendi, etrafında olup biten, kendi dostalarının çoğalttığı kötülüğü ve topluma verdiği zararı zamanla farketti. Mikâil Efendi’nin kalbinde berrak bir yer kalmamıştı neredeyse ama aklı ve zekâsıyla işlerini yürütebiliyordu. Her ne kadar bu işlerde usta olsa da aklı ile gönlünü birleştiren İhsan Efendi bu marazî durumu Mikâil Efendinin her tavrından anlıyordu artık.

Direkt söylese bir delili olmadığından dolayı İhsan Efendi kendisi kötü olabilirdi. Konağın sahibi İhsan Efendi’yi sürgüne bile gönderebilirlerdi. Bir tertip düşünmeliydi ama aylık yapılan divan toplantılarında delili sabit ve söz oyunları ile de inkâr edilemez bir vaziyet oluşmalıydı. Kötülük çoğalmamalıydı. Yoksa nice vasat ve kendi halinde yaşayan insanlar da tabii olan bu diye düşünüp onlar da kötü olacaktı.

İhsan Efendi’nin evinde kendi gibi tâhir dostlarıyla bir araya geldikleri musikî gecelerinde pek telezzüz lahzâları paylaşarak iyilik tohumlarını atıyorlardı gönüllerine. Burada kazandıkları gönül coşkunluğu ve rast haller öyle sadece gönüllerinde kalmıyordu. İşini çok iyi yapan bu tâhir insanlar iyiliği ve güzelliği günlük işlerle harmanlayarak farketmeden başka insanlara da ilham olurlardı. Daha iyisi nasıl olurdu ki?

Mikâil Efendi de müzik sever ve dinlerdi. Kendisinin bu müzik merakına İhsan Efendi bir türlü anlam veremiyordu. Bu kadar kalbi kararmış ama maveraya göz kırpan bir musikîyi nasıl olurda bu kadar sevebilirdi? Nihayetinde sadece notaların cazibeli dünyasından ibaret değildi musikî. Gel zaman git zaman İhsan Efendi, sevmese bile kötülüğün gözüne bakıp onu tanımak için tahir dostlarıyla beraber Mikâil Efendi’nin yasemin kokulu konağındaki musikî gecesine gittiler.

O gece musikî ile ilgilenmeyip, makama göre geçilen her eserin ikinci mısraları bir araya gelerek oluşturulan bir şifreleme metodu ile mecliste bulunan gayrimüslim Andon Efendi’ye gayrimeşrû işlerin aktarıldığını gel zaman git zaman İhsan Efendi ve dostları çözer.

Zıddı inkâr edilemez bir oyun kurar İhsan Efendi ve dostları. Mikâil ve Andon Efendi aylık Dîvan toplantısından sonra düzenlenen konağın musikî toplantısına davet edilir. Çok mühim bir sevkiyatın detayını Andon Efendiye söyleyeceği musikî gecesi ile hususi olarak denk getirilmişti bu meşk. Mikâil Efendi de mesajını bu meşte vermek zorunda kaldı ve tahmin edildiği üzere Mikâil Efendi meşkin eserlerini kendisi seçti ki mesajı Andon Efendi anlasın. Tüm teferruatı, daha önceden yapılan gayrimeşrû işlerin icra edilen eserler ile bağlantısını ortaya koyan ve bunu da kâtiplikteki belgelerle de destekleyen bir dosya hazırlayıp konağı idare eden Bey’e teslim edilir.

Bir iş olana kadar o işten kimseye bahsetmemek en iyisiydi. Bu yüzden İhsan Efendi, dostları ve konağın Bey’i hariç kimse bu işi bilmiyordu. Meşk gecesi olan oldu ve Andon Efendi ertesi gün şifreli metinde geçen ve değeri esasında beş para etmeyen o pek değerli taşı mahzenden kaçırırken yakalanır ve Mikâil Efendinin zihin haritasını ifşâ eder. Zibidi Zihni ve İhsan Efendi’nin zevcesi de bu ifşâ neticesinde suç ortağı olarak kayıtlara geçer.

İhsan Efendi bilmeden ne kadar da çok kötülüğü ateşle temizledi. Çok sevdiği ayâli, Sakine Hanım da bu dünyada ettiğini bulanlardan oldu. Geride kalan iki evlâdına Allah ihsanını esirgemesin.

On üç sene sonra…

İhsan Efendi iradesiyle tüm kötü olana karşı önce akıl ve zekâsıyla sonra da gayreti ve çalışkanlığıyla dosdoğru olarak inşâ ettiği bu yolda iki evladını yetiştirdi. Neylesin Allah’ın İhsan’ı, evlatlarından birisi Hâbil diğeri Kâbil oldu.

Hikâye ola.

Bir de hikâyeden hariç İhsan Efendi gibi insanlar vardır etrafımızda. Onlar için en meşakkatli mesele kendi kendini iyi etmektir. Kendisi iyi olunca etrafına da bereketli tohumlar atar böyle insanlar. En nihayetinde en büyük sadakalarıdır yapıp ettikleri.

Dayım İhsan Ayal’a…

Garip: Kolay anlaşılamayan, gizli tarafları bulunan, anlaşılmaz (şey), sırlı: Hâlık ne garîb hilkatim var (Muallim Nâci). Makber, sonudur dekāyıkın bu / Bir sırr-ı garîbi hâlıkın bu (Abdülhak Hâmit). Bir geliş var. Ne mübârek, ne garîb âlem bu (Yahyâ Kemal).

--

--

Muhammet Ayal
Türkçe Yayın

Matematik Mühendisi | Süreç ve Dijital Dönüşüm Danışmanı | Atlassian Jira Mütehassıs’ı | Rebabi