Almanya Acı Vatan mı? Vol.1
Yaş 29.
Birazcık ucundan kırılınca 30'a erdik artık diyebileceğim bir yaş. 30 yaşında neler oluyormuş şöyle bir psikologlara kulak kabartalım:
“30 yaş aslında insanın bir yere yerleşmesi,alışması, başka bir deyişle tutunmasıdır.(burada aslında “settling down” diyor fakat ben daha da dramatize ederek uzattım.) 20'li yaşlar çoğumuz için muazzam değişikliklerin olduğu (örneğin kariyere karar verme, “büyük adam” olma veya “küçük adam” olmayı seçme yoluna girme) bir dönem olarak kabul ediliyor. 20'li yaşlardan sonra 30'lu yaşlar bir nefes alma ve kafamıza yukarı kaldırıp şu ünlü “büyük resmi görme” evresi. İşte ben de tam bu evrede “gördüm bu büyük resmi”.
Hukukçu meslektaşlar bilirler bizim meslek gece yarısı yenen bir kebap gibidir. Ağırlık yapar. Keşke yemeseydim denir. Yedikten sonra hiçbir yere hareket edilemez. Koltuğa boylu boyunca uzanmayı ve hayatın bir film şeridi gibi gözlerin önünden geçişini gerektirir.
Kebabın tadı güzeldir. Hem kim kebap varken brokoli yemek ister ki? Bizim meslek de böyledir. ( kimi için bu “tadın” karşılığı “paradır” benim gibiler içinse, mesleğini sevmek olabilir). Mobilitenizin neredeyse sıfır olduğu ve Türkiye dışına pek adım atamayacağınız bu meslekte “keşkeleriniz” çoktur. Ben de çok fazla “keşke dememek”, hem de biraz da başıma buyruk olduğum için son 7 senede 3 ülke değiştirdim. Yakın çevremin yıllardır olan baskılarına boyun eğmedim desem yalan olur. Bazen bu baskıların içerisinde kıskançlık soslu arkadaşlık bazılarında ise realite yatağında sultan köftesi vardı. Ama tahmin edin ortak noktaları neydi? “Herkes benim iyiliğimi istiyordu”
Bir tek ben kendi iyiliğimi istemiyordum. Kendime karşı dünyanın en büyük sabotaj planını gerçekleştiriyordum.
Me versus Me. I against I. I, Robot.
Bundan belki bir Şehrazat bestesi veya güftesi çıkmazdı ama Tarlabaşı ara sokak hikayeleri ile yarışırdım. Hatta yeni bir süper kahraman fikri geliyor aklıma.. . Süper gücü “kendini yok etmek”, “poawwww”!!!
Düzenli, azımsanmayacak derecede iyi olan hayatımı bırakıp Almanya’ya yolculuk etme yolunda beni destekleyenler de oldu tabi.Zor bir karardı diyemem. Hitler’in Polonya’yı fethetmeye karar vermesi gibiydi. Bir laf vardır, genelde hayatınız ile ilgili önemli kararlar vereceğiniz zaman “üzerine uyu “derler. ( Almancası Behzblaüıepöenkashdjshmzzzzstrassseşılafınnnnnn olmalı) Ben de öyle yaptım. Üzerine uyudum ve karar verdim.
Almanya’ya gelmem çok zor oldu diyemem. Hem yılların(!) yurt dışı tecrübesi hem de biraz boşvermişlik eklenince işler o kadar kolay ilerliyor ki.. “X: Hanımefendi, doğum sertifikanız eksik” .. “Ben acılara doğmuşum güzelim,yeter ki gönüller bir olsun” tarzında bir yaklaşım yurt dışına giderken psikolojiniz için oldukça yararlı.
Berlin’e geleli 27 gün 6 saat 43 dakika oldu. İlk gelişim değil tabiki. Bir çok kez olay mahalini inceledim. Çeşitli DNA örnekleri aldım. Delillerimi dosyaladım. O nedenle hem sosyal çevre hem de barınacak yer bulmak hususunda bir zorluk çekmedim. (Bilmeyenler için söyleyeyim cenneten toprak almak, Berlin’de ev bulmaktan daha kolay).
Herşey yolundaydı. Arkadaşlarım buradaydı. Yediğim önümde, yemediğim arkamdaydı. Ev arayanların Facebook ilanlarını 3. sayfa haberi gibi duygusuzca, yamuk bir gülümsemeyle geçiyordum. Tabir-i caiz ise “dört ayak üzerine düşmüştüm”. Sonra..
Gerçekten de dört ayak üzerine düştüm.
Ayak tarak kemiğim bir minik kaza sonucu Berlin’e gelişimin 4. günü ve 23. saatinde kırılmıştı. Psikologların dediği “ Settling down” bu olsa gerekti. Ve ben de “settled down” olduğum için çok mutluydum. Ee 30 yaş bunu gerektirirdi.
Bu serinin amacı, hikayedeki kişi gibi 30 yaş kulübüne üye olanlara, tutunamayanlara, tutunup da maraş dondurması gibi “hop tutunamadim!!!” gibi hissedenlere, kendi Victor Hugo vari hayatımdan örnekler vererek “ O kadar da kötü değil yahu belki ben de bu döngünün içerisinden çıkabilirim” dedirtebilmek.
Umarım aynı yerde kavuşabiliriz.
Sevgiler.
Blog ailemize sen de katıl! | Podcast| Slack | Facebook | Twitter | Instagram