Hayatımın İlk Trekking Deneyimi
Trekking; İngilizce “trek” kelimesinden türetilmiş bir kelimedir. Trek ise “yürüyerek çıkılan uzun yolculuk” anlamına geliyor ve aslında bize bu sporun ne anlama geldiğini de böylece anlatmış oluyor. Bazen günübirlik, bazen ise günlerce süren bir spor aktivitesi olan trekking, doğa ile bütünleşerek keyifli zaman geçirmek ve aynı zamanda spor yapmak isteyenlerin vazgeçilmez bir tutkusudur.
Doğruyu söylemek gerekirse Türkiye’de iken bu tarz doğa aktivitelerine karşı biraz soğuk bakardım. Herhangi bir etkinliğe katıldığımı hatırlamıyorum. Fakat Almanya’da yaşamaya başladıktan sonra bu konuda fikirlerim temelden değişti. Çünkü burada insanlar doğa ile iç içe yaşıyorlar. Yerleşim yerlerinin hemen etrafında çok güzel ve harika doğal alanlar, göller ve yürüyüş parkurları bulmak çok kolay ve açıkçası bu büyük bir zenginlik. Türkiye’de doğal güzelliklere yakın bir lokasyonda ev almak isteyen birisi milyonlarca TL vermesi gerekirken, burada hemen her vatandaşın yaşadığı evinin etrafında harika bir doğa ve ormanlık alan bulması mümkün. Benim evimin de hemen yakınında çok harika iki tane göl ve göllerin etrafında mükemmel yürüyüş parkurları var. Oralarda vakit geçirmek bu konudaki fikirlerimi ve karakterimi temelden değiştirdi diyebilirim.
Şimdi sizlere hayatımda ilk defa katıldığım trekking deneyimimi fotoğraflar eşliğinde aktarmak istiyorum. Almanya’da bu tarz aktiviteleri yapan çok sayıda dernekler var. Ortak hobi ve alışkanlıkları olan insanlar, ilgili derneklere üye olarak çevre ediniyor ve hep birlikte söz konusu aktiviteyi gerçekleştiriyorlar. Ben de Alman bir arkadaşımın tavsiye ettiği doğa sporları yapan ve organize eden bir derneğe üye oldum. Daha sonra aktivitenin yapılacağı günü ve yürüyüşle alakalı temel bilgileri içeren bir mail aldım. Belirlenen gün ve saatte Düsseldorf tren istasyonunda buluştuktan ve yaklaşık 15 dakikalık bir yolculuktan sonra gideceğimiz lokasyona vardık. Grubumuzda yaklaşık 25 kişi vardı. Çok kozmopolit olan grubumuz adete BM gibiydi. Şili, Brezilya, Arjantin, Polonya, İtalya, İspanya, Hollanda, Hindistan, Rusya, Kanada, Güney Kore, Litvanya ve Türkiye’den katılımcılar vardı. Grup liderimiz Hollanda’lıydı.
Aslında Alman nüfusunun yarısı trekkingi seviyor ve sık sık gruplar halinde bu aktiviteyi yapıyorlar. Hatta bu sene eğer iptal olmazsa benim de katılmayı düşündüğüm dünyanın en büyük trekking festivali olan “Alman Doğa Yürüyüşü Günü” etkinlikleri temmuz ayının sonuna doğru Eisenach kentinde 50.000’e yakın kişinin katılması ile gerçekleştirilecek. Bu her sene aynı mevsimde tekrarlanan bir etkinlik. Almanların bu spor aktivitesine olan düşkünlüklerine rağmen bizim aramızda Alman yoktu. Çünkü Almanya’da yaşayan yabancılar olarak buluşmak istemiştik. Yürüyüş yaptığımız parkura başlar başlamaz karşımıza kiraz bahçesi çıktı. Benimse kirazlara karşı aşırı bir düşkünlüğüm vardır. Bahçe sahibinden izin alarak doyuncaya kadar hep birlikte kiraz yedik. Almanya’da kiraz çilek ve benzeri meyveleri bazen çok küçük bir para karşılığı bazen de ücretsiz toplayıp yiyebiliyorsunuz. Bu konuda çok cömertler.
Güzel bir doğa ortamından keyif almak aslında insanın yaradılışında var. Tabii ki bu keyif ancak bir coğrafyada tehlike altında olmadan hareket etme şansı yakaladığımızda ortaya çıkıyor. Almanya’da ister grup olarak ister yalnız başınıza, son derece güvenli bir şekilde ve endişe etmeden istediğiniz yerde yürüyüş yapabilirsiniz. Bu açıdan son derece güvenli bir ülke.
Kiraz bahçesinden sonra yürüyüşümüz başlayınca doğa ile hiç olmadığım kadar bütünleşmek üzere olduğumu fark ettim. Çünkü mükemmel bir ormanın içine dalmıştık. Yer yer yüzyıllık ağaçlar, bazen tablolardan fışkırmışçasına mükemmel göller, buğday tarlaları, çayırlar, çimenler ve zaman zaman gördüğümüz yabani hayvanlar ile bambaşka bir dünyaya gözlerimizi açmıştık. O dakika anladım ki sadece spor yapmakla kalmayacak, unutulmaz bir macera da yaşayacaktık.
Yürüyüşümüz esnasında muhtemelen yüzlerce yıllık tarihi olan bir kaç tane malikaneye de denk geldik. Oldukça ihtişamlı ve güzel görünüşü olan bu binalarda hala insanlar tıpkı tarihte olduğu gibi yaşıyorlardı.
Trekking esnasında içime adeta yıllardır özlemini çektiğim evime tekrar kavuşmuşum gibi bir his doldu. Ağaçların, yaprakların, göllerin ve doğanın bir parçası olduğumu, oradan geldiğimi ve oraya döneceğimi düşündüm ve sanki yıllardır kaybettiğim çok değerli ve kıymetli bir eşyamı bulmuşum gibi hissettim. Maalesef çoğu zaman günlük hayatımızın içinde nasıl bir dünyada yaşadığımızın farkına varamadan senelerimiz geçip gidiyor. İşten eve, evden işe şeklinde monotonlaşan günümüz yaşam tarzı sebebiyle ve bilinçsiz kentleşmenin ve çarpık betonlaşmanın da etkisiyle doğa ile iç içe yaşamayı unutuyoruz. Kendimizi doğanın kollarına atarak kesinlikle ruhumuzu ciddi bir şekilde rehabilitasyona tabi tutabiliriz. Çünkü insanoğlu tabiat ile bütünleştiği zaman huzur buluyor. Bunu yüzyıllar önce Nietzsche ne kadar güzel ifade etmiş; Doğayla baş başayken kendimizi öylesine rahat ve keyifli duymamızın nedeni, doğanın bizim hakkımızda bir görüşünün olmayışıdır.”
Yürüyüşümüz esnasında küçük bir rehberlik problemi yaşadık ve kaybolduk. Çok şükür ki herkesin elinde olan akıllı telefonlar vasıtayla tekrardan doğru yolu biraz gecikmeyle de olsa bulduk. Yolumuzu bulmak için bize yardımcı olan ve ormanın içinde mükemmel bir evde yaşayan bir Alman ise oldukça nazikti. Onların yaşadığı evi ve etrafındaki doğal güzelliği görünce tereddütsüz; cennette yaşıyorlar diye düşündüm.
Yolumuzu bulduktan sonra tekrar kaldığımız yerden yürüyüşümüze devam ettik. Yaklaşık iki saattir yürümüştük ve sonra yüksekçe bir tepede mola verdik. İnsanlar yanlarında getirdikleri yiyeceklerini yediler ve hep birlikte bir şeyler içtik. Yol boyunca herkes bir biri ile yeterince sohbet etmişti ama molada sohbet biraz daha derinleşti. Açıkçası çok kozmopolit bir kültür atmosferimiz vardı ve herkes birbirinin memleketini merak ediyor, detaylı sorular sorarak daha fazlasını öğrenmek istiyordu.
Birinci parkurdaki yürüyüşümüzü tamamladıktan sonra göllerin de olduğu ikinci yere doğru hareket ettik. Burası ilk yürüyüş yaptığımız yere nazaran daha fazla elden geçirilmiş, plaj, restoran, kafe ve dinlenme tesisleri ile donatılmış adete cennetten fışkırmış gibi bir doğa harikası olan ve almanların Unterbacher See dedikleri bir yerdi. Yürüyüş yaptığımız yerler ve gördüklerim bana Goethe’nin şu sözünü hatırlattı ve daha iyi anlamamı sağladı: “Doğa! En küçük bir çaba harcamadan ve mükemmel bir kusursuzlukla en basit maddeden son derece farklı şeyler yaratıyor; hepsinin üzerine de ince bir tül örtüyor. Yarattığı her bir parçanın kendine has özellikleri, her bir durumun ayrı açıklaması var ama sonuçta hepsi birlikte bir bütünü oluşturuyorlar.
Dinlenme molaları ile yaklaşık 7 saat süren bu heyacanlı deneyimden sonra kesinlikle bugüne kadar hata yaptığımı anladım ve doğayla daha fazla haşır neşir olmaya karar verdim. Ve bu doğa sporunu hayatımın en önemli hobisi ve aktivitesi haline getirmem gerektiğini düşündüm. Bu bir günlük aktivitenin bana öğrettiği en önemli şey; yavaşlığın bazen bir avantaj olduğu. Teenni ile yavaş hareket etmenin bize daha uzun mesafeler aldırdığını bizzat yaşayarak tecrübe ettim. Hızlı yürüsek bir kaç saate yorulmamız mümkünken 7 saat gibi uzun bir yürüyüşü çok yorulmadan tamamlayabildik.
Ayrıca, her ne kadar yürüyüşe bir sürü endişeli hislerle başlasam da onların çoğunun gerçekleşmediğini gördüm. Gereksiz tasa, telaş ve sorumlulukları geride bırakarak gerçek manada özgürlüğü hissettim. Doğaya zaman ayırırsak onun bize bunun karşılığını kesinlikle çok cömert bir şekilde geri ödediğini gördüm. Doğa Ana’nın gerçek manada bizim annemiz olduğunu ve kendimizi sadece annemizin kucağında sonsuz huzur ve sonsuz güven içinde hissedeceğimizi farkettim.
Bu eşsiz ve benzersiz duygular içinde tamamladığımız yürüyüşümüzü tekrardan iki hafta sonra başka bir parkurda buluşmak üzere anlaşarak sonlandırdık. Eve döndüğümde üzerimde tatlı bir yorgunluk ve harika bir gün geçirmiş olmanın tarifsiz bir huzuru vardı.
Haziran 2020 Düsseldorf, Almanya.