Altın Ay

Esra Birand
Türkçe Yayın
Published in
5 min readDec 6, 2023

Kısa Hikaye…

Annesi, yenidoğan kızının saçlarında altın yansımalar görmüştü. Bu yüzden de “Altınay’ım” diyerek sevdi onu. Böylece ismi Altınay kalmıştı ve bu isim ona çok yakışmıştı.

Altınay sadece geceye değil, gündüze de yakışırdı. Bukle bukle dalgalı uzun saçları, güneş ışığıyla daha da sarıya döner ve yüzündeki çiller belirginleşirdi. Bazı kızlar çillerini dert etse de, Altınay’ın bunlarla uğraşmak hiç aklına gelmezdi.

Varsa yoksa köpeği Kartal ile kırlarda oynar, etrafında uçuşan kelebeklerle dans eder ve bu haliyle adeta çocuksu bir neşenin resmi gibi görünürdü.

Bulunduğu köyde fazla yaşıtı yoktu. Kuzenleri de kendi evlerine döndüğünde, o genelde tek başına dolaşırdı. En sevdiği arkadaşı zaten anneannesiydi. Bazen onunla dikiş diker, bazen bir ağacın altında sohbet eder, bazen çiçeklerle ilgilenir ya da bazen sadece oturup birlikte yıldızları izlerdi. Anneannesi ona bol bol babasının dedikodusunu yapardı. Bir tek öyle zamanlarda anneannesinin yanından ayrılmak isterdi. Sonra yeniden döner, ziyaretine gelen yaşlı kadınların sohbetlerini dinlerken, bir köşede tatlı tatlı uykuya dalardı.

Bir gün yine kırlarda köpeğiyle koştururken, hiç tanımadığı bir delikanlı çıktı karşısına. Çocuk ona gülümsüyor, sanki takılmak için bahane arıyordu. Altınay köpeğine seslendiğinde ise, ona bu bahaneyi vermiş oldu. “Kartal mı?” dedi çocuk alaycı bir ifadeyle. Fakat daha çok tatlı bir şaka yapar gibiydi. Altınay biraz yüzü kızararak “Evet, Kartal.” dedi ve daha fazla bir şey söyleyemedi. Galiba ilk defa bir erkeğin karşısında heyecanlanıyordu. Sohbet açmaya çalıştığı çok belli olan erkek, onun heyecanını fark edip bu durumdan hoşlanmış göründü. Laf lafı açtı, kendisinin gerçekten bir kartalı olduğundan bahsetti. Bu köyde misafirdi ve yakında gidecekti. Altınay’ın garip bir şekilde içi burkuldu. Onu bir kez daha göremeyeceğini bilmek, biraz hüzünlendirmişti. Fakat çocuk yanından ayrılınca, hemen dikkati dağıldı ve Kartal’la oynamaya devam ettiler.

Eve döndüğünde ise etraftaki kalabalık Altınay’ı biraz şaşırttı. Normalde böyle bir kalabalık olacağı zaman, annesinin önden haberi olur ve bir sürü hazırlık yapardı. Tüm hizmetliler etrafta başı kesik tavuk gibi koşturuyor, annesi sağa sola direktifler yağdırıyordu. Fakat nedense Altınay’ı kolundan sürükleyip ona da direktifler yağdırmaya başlamadı. Aksine Altınay diğer konuklar tarafından sakince içeriye davet edildi. Salonda ise babasını bulması gereken baş köşede, o gün tanıştığı delikanlı oturuyordu. Genç kızı da bu delikanlının karşısında bir yere oturttular. Bu defa çocuk çok kendinden emin görünüyordu. Belli ki Altınay’ın babasından çok daha üst rütbede bir mevki sahibiydi.

Kulağına çocuğun isminin Batuhan olduğu ve gidip ona hoşgeldin demesi gerektiği fısıldandı. Aslında Batuhan çok soylu bir ailenin tek erkek çocuğuydu. Ona Altınay’dan bahsetmişlerdi ve Batuhan buralara kadar onu görmek için gelmişti. Kırlarda rastgele birisi gibi karşısına çıktığında, aslında onu bir gelin adayı olarak test etmekteydi. Batuhan Altınay’ı beğenmişti ve evlenmek üzere yanında götürecekti.

Onun ise tek itirazı ailesinden, özellikle de anneannesinden ayrı kalacak olmasıydı. Fakat köpeği Kartal’ı yanına alabileceği söylenmişti. Altınay bu çocuğa aşık olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden ailesinin, özellikle de anneannesinin hasretini göze alıp, yola koyulmaya razı oldu. Zaten pek de ona fikrini soran yoktu.

Tüm eşyalar toplandı, Batuhan’la birlikte gelen kalabalık bir araya geldi, vedalar edildi ve günlerce sürecek bu yolculuğa nihayet çıkılmış oldu.

Daha yolu yarılamamışlardı ki, Altınay çok kötü bir haberle sarsıldı. Aslında bir gün bu haberi duyacağı fikri onu hep kaygılandırmıştı. Fakat böyle bir günde ve bu şekilde hiç beklemiyordu. Etrafındakilere hüngür hüngür ağladı, geri dönmek ve anneannesinin cenazesine katılmak istediğini söyledi. Fakat kimse onu dinlemiyor, asla bu konuyla ilgili Batuhan’ın karşısına çıkmaması hususunda onu tembihliyorlardı.

Yine de Batuhan, Altınay’ın gelen haberle perişan olduğunu ve yoldan dönmek istediğini duydu. Belli ki buna da çok kızmıştı. Kendisinden tarafa bakmıyor, baksa da suratı dönüyordu. Altınay Batuhan’ın hiç sevgisini kazanmış mıydı bilmiyordu. Ama bir şeyler vardıysa da, artık yitirmiş olduğunu hissediyordu. Eğer öyleyse bıraksaydı keşke kendisini. Eşi olmak zorunda değildi, henüz evlenmemişlerdi. Yol yakınken geri dönseydi.

Fakat Batuhan onu bırakmadı. Kendisiyle birlikte Beyliğine gelecek ve orada evleneceklerdi.

Altınay’ın tek tesellisi Kartal kalmıştı. Bu yabancı köyde, her hareketine burun kıvırarak bakan insanların içinde, hayatında ilk kez kendisini düşmanca bir ortamda hissediyordu. Tüm çocukluğu ona sevgiyle bakan hizmetliler, kocaman kalbi olan bilge anneannesiyle onun yaşlı arkadaşları, her zaman onun gücüne ve zekasına hayranlıkla bakan babası ve özlemle ona kavuşmak için sabırsızlanan kuzenleri arasında geçmişti. Sık sık kuzenleriyle bir araya gelir, hasret giderirlerdi.

Oysa burada herkes ondan nefret eder gibiydi. Bir şekilde küçümseniyor ve hor görülüyordu. Yine de tanıdık bir şeyler vardı. Kırlar ve neşeli köpeği Kartal. Hatta kırların içerisinde biraz ilerlerse ağaçlık bir alana ulaşıyor, orada usulca akan nehrin kenarına yatıp etrafındaki güzellikleri izliyordu. Aslında burası kendi köyünden de güzeldi. Belki yakında ailesine kavuşacaktı, Kartal zaten hep yanındaydı. Belki o kadar da üzülmesine gerek yoktu.

Bir gün Altınay’ı alıp, Batuhan’ın karşısına çıkardılar. Batuhan’ın yüz ifadesinden biraz sonra ciddi bir şeyler olacağı belliydi. Öylece onun karşısında durmuş beklerken, içeriye dört kişi ellerinde ağır bir şey taşıyarak girdiler. Bir tarafta sopanın bir ucundan biri, diğer ucundan öbürü tutmuştu. Öteki tarafta da aynı şekilde. Araya gerilen bez ise kısa bir hamağı andırıyordu. Bu bezin içerisinde, belli ki yüklü bir şey vardı. Adamlar Batuhan ve Altınay’ın ortasına geldiler, bu ağırlığı boşaltıp çıktılar. Kemik ve etten bir yığındı bu. Ne olduğu belli değildi ama Altınay kalbine saplanan acıdan anladı. Ölü bir hayvandı bu, Kartal’ıydı.

Kızın yüzünde mimik oynamadı. Batuhan öyle mutlu ve öyle mağrur görünüyordu ki. Altınay yutkunmadı, hatta o andan itibaren zerre acı bile hissetmedi. Yüzünde donmuş ifadeyle, bir süre öylece Batuhan’a baktı. Sonra kızın koluna girerek, onu usulca dışarıya aldılar.

Altınay ağlamadı, bağırmadı, gitmeye kalkmadı… Hiçbir şey yapamazdı. Tek gözyaşının dahi değeri yoktu. Haykırsa da bunun kimse için hiçbir önemi olmayacaktı.

Birkaç hafta sonra evlendiler. Sadece Batuhan’ın onunla neden evlendiğini, neden kendisini seçtiğini henüz bilmiyordu.

Yıllarca aynı köşelerde gezindi durdu. Etrafında hizmetliler işlerini görüyor, kimse ondan bir şey beklemiyor ya da ona bulaşmıyordu. Artık düşmanca bile bakmıyorlardı.

Altınay çoğunlukla derenin kenarında geziniyor, krem rengi hırkasını hiç üstünden çıkarmıyordu. Hırka eskimiş, kendisinin yüzü solmuştu. Bazen uzaktan çocuklarının oyun sesleri geliyor ve bu sesler onu Kartal ile oynayıp koşturduğu günlere götürüyordu. Altınay aralarına girip çocuklarıyla avluda oynamak istiyordu ama bunu nedense yapamıyordu.

Batuhan çoğu zaman karısına uzaktan, adeta tiksinerek bakıyordu. Belki de haklıydı. Altınay ömrü boyunca hep böyle hüzünlü olmuştu. Ömrü boyunca diye düşünüyordu çünkü buraya gelmeden önceki yaşamı sadece bir hayal gibiydi. Ayrı bir dünyada anneannesiyle dikiş diktiği günler, Kartal’ın oyuncu gözleri, ayışığı altında saçlarını okşayan annesi canlanıyordu. Sonra Altınay yeniden yaşamına uyanıyordu.

Bazen Batuhan’ın etrafındaki kadınları uyarmak geliyordu içinden. Çünkü Batuhan’ın onlarda ne bulduğunu biliyordu. Bu adamı mıknatıs gibi çeken şey, bir kadının neşesiydi. Fakat onunla gülüp keyif almak için değil, ondan bunu hunharca söküp almak için. Batuhan bu neşeyle ne yapacağını bilemezdi. Kırda çok sevdiği bir çiçek görse hemen koparır, koklamak bile aklına gelemeyeceğinden kaldırıp onu çöpe atardı. Sadece durmadan koparır, söker alır ve bir sonrakine geçerdi. Çünkü ona sadece fethetmek öğretilmişti. Fethettiğiyle ne yapacağını bilemezdi.

Altınay onu da, diğer kızları da kendi haline bırakmalıydı. Herkes acıyla büyüyecek, büyüdükçe sevmeyi öğrenecekti. Ve o da gün gelecek gerçekten sevmeyi öğrenecek, böyle böyle içinde bekleyen o neşeli kızı, annesinin ve anneannesinin Altınay’ını, yeniden doğurmanın bir yolunu bulacaktı.

--

--