Anayasa’nın Temelindeki Felsefe

Tarihin uzun bir safhasında toplumun sürekliliği ve devamı için yazılı veya sözlü kurallar bütünü din temelinde şekillenmiştir. Günümüz dünyasında karma toplumların varlığı yazılı Anayasayı gerektirmiştir. Ya peki Anayasa gücünü nereden almaktadır.

Cem Sultan N.
Türkçe Yayın
4 min readMay 23, 2022

--

Photo by Nasser Eledroos on Unsplash

Bundan beş yüz yıl öncesine baktığımızda Frenk diyarından bahsettiğimizde Frenk dini ve milleti dışında farklı bir din veya etnik kökene sahip bir azınlık olmadığı için herkesi kapsayan bir Anayasaya gereksinim yoktu. Kilise bu ihtiyacı karşılıyordu. Pagan kültürüne dayalı toplumlarda dahi bu böyle gelişmişti. Zamanla uluslararası ticaret yaygınlaştı, uzak bölgelere seferler düzenlenmeye başlandı. Büyük kitle hareketleri ile beraber aynı toprak içerisinde farklı milletler, dinler, etnik kökenler oluşmaya başladı.

Böyle bir durumda hukuki problemler ve düzensizlik baş gösterdi. Ulusa dayalı Devlet yapısı, modern devlet yapısına erildi. Modern devlet dilimizde bir nebze yanlış anlaşıldı. Bir takım davranışlar, etkinlikler, giyim tarzı üzerinden modern devlet olunduğuna dair bir fikre kapıldık. Lakin modern devlet aksine toplumun renkli bir kumaşa sahip olmasına dayanıyordu.

Krallıkların yerini parlamento ve başkanlık almasıyla beraber meşruiyet kavramı ortaya çıktı. Yani toplumların bir araya gelerek kendi rızalarıyla seçtikleri kişilerin yönetimi oluştu. Anayasa aynı zamanda bu meşru temele oturmaktadır.

Photo by Michal Matlon on Unsplash

Bir grup insanı esas alalım. Bu insanlar farklı din, mezhep, millet, etnik köken ve cinsiyetten oluşsun. Bu grup bir toprak parçası üzerinde aynı bayrak ve ad altında yaşamaya karar versinler. Anayasayı hazırlarken her birini kapsaması gerekir. Belli bir din temeline oturtmaya çalışmak, o dine mensup olmayanlar için bağlılık oluşturmaz. Yine belli bir kesimi barındıracağı için ortak bir rızadan bahsetmek pek mümkün olmuyor. Bu millet ve etnik köken içinde geçerlidir. Bu maddelerin aynı zamanda toplumun her bireyi için kabul edilebilir olması gerekir. Yani kişilerin ortak gönüllü rızasına dayanmalıdır. Kısaca modern Anayasa bir araya gelmiş farklı din, dil, millet ve etnik kökene sahip bireylerin, ortak rızasına dayanan bir kurallar bütünüdür.

Gelelim Anayasanın dayandığı noktaya. Din ve millet kavramlarına dayanmayan bir yasa oluşturmak için kurtarıcı kelime, vatandaşlık oldu. Bulunduğu toprak sınırları içerisinde devlete olan bağlılık vatandaşlık adı altında toplandı. Belli bir ulus kökenine dayandırılsa dahi farklı bir millete mensup olan kişi yine de o devletin vatandaşı olabilirdi.

Anayasanın yaslandığı bir diğer madde ise Laiklik idi. Günümüze kadar bu kelime bir ideoloji, zihniyet, karakteristik bir özellik olarak algılandı. Bunda dilimize yapılan çeviri hataları ve ideolojik amaçlar uğruna, anlam kaybına uğratılmasının da büyük payı var.

Laiklik kelimesinin birey ile ilgili bir bağı yoktur. Laiklik devlet kurumunu muhatap alan bir kavramdır. Laik insan ya da laik bir toplum kavramının tanımı pekala yapılabilir, ancak bu gereksiz bir fazlalıktır. Laiklik devlete toplumdaki insanların inanç, renk, din, dil üzerinden ayrım gözetemeyeceğini, herhangi bir grubu ötekileştiremeyeceğini dikte etmektedir.

Bir devlet dairesine giden bir vatandaşın özel hayatına bakılmaksızın yalnızca vatandaşlık temelinde muamele edilmesi gerektiğini vurgular. Toplumumuzda süregelen Laiklik kelimesinin din karşıtı olduğuna dair düşünce tamamıyla yanlıştı. Laiklik dine karşı olmak değil, aksine kişilerin din ve vicdan hürriyetini gözeten bir kavramdır.

Laiklik kelimesinin çıkış noktası iki farklı ülkeye dayanıyor. Ada ülkesi İngiltere ve Kıta Avrupa'sını pek çok kez etkileyen Fransa. İngiltere’nin hikayesi kendi kilisesini kurmasıyla beraber Avrupa da yaşanan engizisyon hareketleri ile beraber gerçekleşen Yahudi göçleri ve ardından gelen küresel yayılma politikası sonucu ülkesine oluşan, mezhepsel, dinsel ve etnik köken farklılıkları oldu. Asayişin bozulması ve ülke idaresinin sürekliliğini kaybetme düşüncesi parlamento için yeni bir kapı araladı. Belli bir din veya düşünceye temel almak yerine, bütün dinlere mesafe koyulmasının toplum düzeni ve ülkenin Bekası için daha iyi olabileceği noktasında anlaşıldı.

Kıta da ise işler ada da olduğu gibi gerçekleşmedi. Özellikle Frenk bölgesine kilisenin dominant bir güç olması insanları genel olarak rahatsız ediyordu. Beşikten mezara, günlük hayatınızın her anını yöneten bir güçten bahsediyoruz. İmparatorluğun İngiltere’nin aksine din baskısında ısrar etmesi sonunu getirdi. Cumhuriyet giyotine yalnızca insanları değil, kiliseyi de götürmüştü.

Photo by Rob Curran on Unsplash

Sonuç olarak Anayasa bir araya gelen insanların herhangi bir ayrım gözetmeksizin bir bütün olarak ortak rızalarına dayanan bir kanaat hareketidir. Anayasa, kendisine tabi olanlara vatandaş adını vermekte ve yine kendisine tabi olanların özel hayatlarını yaşamaları için kamusal bir alan tahsis etmektedir. Devletin en üst kademesinde bulunan bir şahsın, herhangi bir şekilde kendisine ters bir inanç veyahut düşüncede bulunması durumunda, vatandaşı korumak için laiklik ilkesini devreye sokmaktadır. Anayasa, Laiklik mızrağı ile kişinin yalnızca inanç ve düşünce hürriyetini değil, aynı zamanda kişilerin eğitim, sağlık, ulaşım, iş edinme, ikamet etme gibi bir çok hakkını da güvence altına almaktadır.

Lakin unutulmamalıdır ki, Anayasa kağıt üzerine yazılı bir kurallar bütünüdür. Onu koruyan ve yaşatacak olan toplumlar ve toplumların başa getirdiği idarecilerdir.

--

--