ARIZA

Zeliha turk
Türkçe Yayın
Published in
3 min readDec 27, 2023

Sabah olmuştu, fakat sabahın alameti ne gün doğdu ne de kuşlar pencerelere kondu. Şimşekler çakıp, kapkara bulutların ardından kızgınca yeri aydınlattı. Karanlığın abasında saklı yüzler bir anlığına parladı, sonra yine siyaha gömüldü her yer. Ne olduysa bir anda olmuştu, deprem mi, sel mi, afet mi, yer yarıldı da onun içinde miydi herkes?

Photo by Jeremy Thomas on Unsplash

Dünya canlılar için şimdilik tek yaşam alanı olmaya devam ediyor. Keşifler devam etse de günden güne artan nüfusumuzla yaşam alanımız daralmaya, azalmaya, küçülmeye doğru gidiyor.

İnsan olarak canlılar üzerinde var olan hegemonyamızı makineler üzerinde de yıllarca sürdürdük. Yıllardır devam eden makinelerin ve ergonominin insana olan hizmetini daha 21. yüzyılın çeyreğine varmadan ters yüz ettik. Yüzyıllardır süren hakimiyetimizi kendi elimizle teslim edip esir düştük. Sessizce ve çok pasif yapılan bu işgalde hiçbir savunma sistemine gerek duymadan tüm kapıları içerden biz açtık. Yine olanları “bir an”a mal edip, kendimiz dışında herkesi suçladık.

Dört bir yanımız, dünyamız makinelerle kuşatıldığında duygularımıza algoritmalar yön verdi, dilimiz makineleşti, ruhumuz çekildi. Hayal dünyamız rengini yitirdi rüyalarımız bile subilimine edildi.

Davranışlarımız aldığımız yönergelerin sahnesinde perdelenen bir oyuna dönüşürken, rollerimizden memnun aldatıcı bir özgürlüğün gölgesinde, ihtimallerden arınmış, netliğin eminliğine aldandık. Dünyamız aydınlık, idarecilerimiz keskin, makinelerimiz güçlü, biz özgürdük. Fakat nasıl olmuştu da bu dünya bu hale gelmiş karanlığa gömülmüştü.

“İnsan algıladığı dünyasında bir bireye dönüşüyor.” diyor Leibniz. Dünya yaratıldı, hem de insan için. Fakat her bir birey bu dünyayı kendince algıladı. Adem’in, Ayşe’nin, Karl’ın, Nova’nın dünyası baktığımızda tek, aynı yeryüzü, aynı meyveler, ağaçlar, insanlar. Fakat bireyin kendi perspektifiyle yarattığı dünya çok farklı. Birinin katil olmayı seçtiği bu kavram diğeri için kurtarıcı olacağı zeminde.

Algılarımızın ve algılarımızın beslendiği kaynakların iklimiyle seçtiğimiz bu roller zamanın, olgunlaşmanın ve mayalanmanın etkisiyle gösterdiği gelişimi günümüzde hıza, manipülasyona ve çiğ kalmaya bıraktı. Düşüncelerin, karakterlerin, ruhların beslendiği tek bir kaynak var: bilginin ve aktüalitenin ışık hızında aktığı makineler.

İnsani becerileri, ilişkileri, empatiyi, toleransı, vefayı, anlayışı ardımızda bırakıp yeni ve hiç farkında olmadığımız bir ağa düştük; çıkar dünyası. Ahlaki ve etik değerlerin birçoğu, birçoğumuzun kimliğinden silinmiş durumda. Günlük yaşamımızda beslendiğimiz tek kaynak makineler olduğundan mantalitemizde çökmüş vaziyette. Farklılığa olan tahammülümüz hiç kullanılmadan tükenmiş, algılarımıza koyduğumuz tüm süzgeçler delinmiş halde. Hiçbir şeyi pişirecek, süzecek vaktimiz yok.

Selam verdiğimiz kişiler algoritmamın dışında, çıkarıma hizmet dahi etmiyorsa selamıma layık olmuyorlar. Başkalarının ezilmesi, zorbalığa uğraması benim verimliliğimi etkilemediği sürece önemli değil, susmak, kulak tıkamak, ses çıkarana sırt dönmek artık rutinimize dönmüş durumda. En basit ilişkilerden devlet karakterine aynileşmiş bu yozlaşma normalleşmiş durumda.

Dünyanın bu zorbalığına karşı birey de diyetini kendindeki farklılıklarla olan bağını koparak, kopartılarak ödüyor. Onun da tek besin kaynağı hız ve ardından gelecek o “an”lık hazza dönüşmüş halde. Dünyamız bir zamanlar beslendiği rengarenk kaynaklarla mayalanarak zenginleşirken, modern insan kendi elleriyle bu perspektifi seçti.

Demokrasinin ve özgürlüğün altın çağı denecek zamanı, makinelerin totaliterliğinde, insanın ruhunu yitirmesiyle geçiriyoruz. Manipüle edildiğimiz bu dünyada katledilen medeniyetlerimizin, kişiliklerimizin, geçmişimizin, kimliklerimizin parçalanmasını izliyoruz. Her şeyin tüketildiği yerde arızalarımızın hiçbir şekilde farkına varmadık. Mekanik iklimden makinelerin eline geçişimiz o kadar konforluydu ki hissetmedik. Ne ruhumuzdan çıkan sesler, ne de fıtratımıza aykırı yaşamımız bizi ele vermedi. Zira onun kontrolü bizdeydi. Dedik ya her şey “bir an”da oldu.

Olanı da bir anda algıladığımızdan oldu. Gördüğümüzü, bildiğimiz sandığımızdan. Makinelerimizin bize anlattığı kadarından. Fırtına ruhlarımızda kopmuştu. Doğmayan güneş, kapkara bulutlar, çakan şimşekler… İç dünyamızdaki depremlere tıkadığımız kulaklarla, yumduğumuz gözlerle geldiğimiz nokta karanlık bir çukur oldu. Şimdi aydınlığı bulacak yer zihnimizdi, mekanik becerilerimiz, merakımız, pişmemiz, hamlığımızın mahcubiyeti, utancımız, bu çukurdan bizi çıkaracak terk ettiğimiz kalbimizdi.

Arızayı fark edecek akıllı saatlerimiz, ev aletlerimiz değil biziz… Beslendiğimiz kaynaklar kadar dünyamız zengin, farkında olduğumuz kadar bilinçlerimiz açık. Sığlaşmayı durdurup, derinleşmenin vakti çoktan geldi. Sığlığın eminliğinden ziyade, derinliğin riskleriyle yüzleşip benliğimizi fark etmeli, arızalarımızın tamirine gitmeliyiz. Bozulan, kötü duyguların pençesine düşen karakterimizi gerekirse baştan yıkmalı ve yeniden inşası için gereken tüm direnci göstermeliyiz. Körleşmeyi, sağırlaşmayı ve makineleşmeyi durdurmak bizim elimizde. Küçücük evlerimizde, işyerimizde, sokakta. İnsan olan her yerde!

--

--

Zeliha turk
Türkçe Yayın

Merhaba, ben Zeliha. Bazen hayattan, bazen ruhtan kimi zaman da zihinden taşanları damıttığım köşem burası. Eskinin öğretmeni yeniden öğrenci. Kitap sevdalısı