Az Ama Çok…

Zeynep Bozkurt
Türkçe Yayın

--

Şuan neredesiniz. Bu yazıyı nerede okuyorsunuz. Belki evinizde dinlenirken, belki bir kafede kahvenizi yudumlarken, belki bir bankta arkadaşınızı beklerken. Hiç haberinizin olmadığı bir anda ben bu yazıyı yazdım ve siz de belki hiç beklemediğiniz anda kendinizi bu yazıyı okurken buldunuz. Birbirini hiç tanımadan bir şekilde birbirimize ulaştık,bir ortak nokta bulduk ve hiç konuşmadan anlaştık. İstersek dünyanın bir ucunda olalım o duygu bağı oluşacaksa, birbirimizin çokta uzağında değiliz aslında.

Duygular, böyle değil mi? İnsanı alıp her yere götürüyor. Yıllardır sesini duymadığın çok uzaklarda olan bir dostunun sesini duymak, yeni doğmuş bir bebeğin fotoğrafı telefonuna gelince oradan görmek sanki hemen yanıbaşındalarmış gibi mutlu etmez mi insanı? Haber çok uzaklardan gelse bile orada hissetmez mi kendini? Demek ki hayat bazen bizi hemen yanıbaşımızdaki komşumuzdan veyahut taa çöllerde yaşayan Bedevi bir ailenin hayatından haberdar edip, biranda hiç tanımadığımız birilerinin hayatına misafir ettirebiliyor. Tıpkı şuan benim yazımı okuyarak aslında hayatıma girdiğin gibi, benimde aslında çölde yaşayan Bedevi bir aile derken onların hayatına girmem gibi. Hepimiz birbirimizden oldukça uzağız ama hepimizin birbirinden bir nasibi var ve duygularla bu nasibi yaşıyoruz.

Benim de bugün ki nasibim, çöllere gitmekmiş demek. Youtube da “Rotasız Seyyah”olarak bilinen Mehmet Genç ‘in Umman’ da çölde yaşayan Bedevi bir ailenin yanında bir gece kalmasını anlatan videosunu izleyerek başladım nasibimi aramaya, duygularım ile de taa oralara gittim.

Koskocaman bir çöl ucu bucağı yok. Kavurucu sıcağın altında, çöl kumunun üstüne yaptıkları evlerinde kalıyorlar. Kumun üstünde kalmalarına rağmen ayakkabılarını dışarı çıkarıp, eve giriyorlar. Su çölün ortasında o kadar kıymetli ki bizim gibi heba etmiyorlar. Evin hanımı Hafiyye Anne evi hergün elekten geçiriyor. Yani elinin hemen altında bir elektrikli süpürgesi yok. Rüzgarla beraber evin içine gelen çalıyı çırpıyı kumu eleyerek ayıklıyor. Babası ve oğlu evin diğer işlerini hallediyor ve koyunların develerin bakımları ile uğraşıyorlar. İşte kaldığı yere saygı göstermek böyle birşey olsa gerek. Sabahları 4.30 gibi kalkıyorlar. Yaşadığımız şehir hayatlarında yapacak hiçbirşey yok deyip akşama kadar yatakta uyuklarken, o ailenin sabahın 4.30 kalkacak hayat amacının ne olduğunu düşündüm. Bizi 4.30 geçin, sabah 7.00 de kaldırsınlar kendi kendimize sendromlara girer, ben napcam ki sabahın köründe diye ahlanır vahlanır en fazla 7.30 da tekrar uyuruz. Çünkü yapacak hiçbirşeyimiz yok demi. Peki o aile üstelik çölün ortasında o saatte kalkıp ne yapıyor. Bence bizim yapabileceklerimizden daha fazlasını. En basitinden saatlerce düşünebilir çünkü biz buralarda akşama kadar uyuyarak düşünmeyi unutuyoruz, hayal kurmayı unutuyor, hayat amacımızı unutuyoruz. Akşama kadar 40 tane rüya görüyoruz. Hepsinide rüyamda gördüm diyip yorumlayıp öylece gerçekleşmesini bekliyoruz. Çabalamadan herşey ayağına gelmez zaten. O zaman sadece, ancak rüyanda görürsün zaten derler.

Birbirlerinin dilini bilmiyorlar ama anlaşıyorlar. Çünkü “Sözcüklerin ötesinde bir dil var”diyor Paulo Coelho, onlarda duygularla, gözlerle, içten bir gülümseme ile konuşuyorlar. Keşke sadece böyle anlaşsak değil mi?

Seyyahımız Hafiyye Annenin çölde namaz kılarken ki bir fotoğrafını çekiyor. O gece yatsı namazını kılarken bende kendimi Hafiyye Annenin yanına götürdüm, alnım seccedeyken çölün kumunda gibi hissettim. Sonra dua ederken düşündüm Hafiyye Anne çölün ortasında ne diye dua ediyordur. Bir saray mı son model bir araba mı, çeşit çeşit kumaştan yapılmış kıyafetler mi. Biz kendimizi çoğu zaman bunları isterken bulmuyor muyuz. Hep daha iyisi olsun ve yenisi olsun, azla yetinip mutlu olmayı asla bilmiyoruz. Demek ki çokluk mutluluk değil aslında.

Hafiyye Anne bence sadece şükrediyordu. Elinde olan herşey için şükrediyordu ve ondan bu kadar mutluydu. Daha fazlasını istemiyordu onun zaten herşeyi fazla fazla vardı. Ucu bucağı olmayan bir gökyüzü, hergün karınlarını doyurabildikleri bir kap yemekleri, akşamları içtikleri bir fincan kahveleri… Az ama aslında çok…

Bende kendime ne zaman kendini mutsuz hissetsen elinde olanlar için az şükrettiğini hatırlat dedim. Az ama aslında çok olanla mutlu olabilirsin dedim.

Bakın işte… O ailenin hiç aklına gelir miydi hiç tanımadıkları bir adamın birgün evlerine misafir olup sofralarına oturacağı, gece aynı gökyüzünü paylaşıp uyuyacakları… Seyyahımız duygularıyla oraya gitti nasibi neyse onu aldı ve bir video çekip paylaştı. O videoyu ben ve başkaları izleyip nasibimize ne düşüyorsa onu aldık. Ben bugün bir salıncakta hafif hafif sallanırken nasibimi almaya taa çöllere gittim. Size o yüzden şuan neredesiniz diye sordum. Sizlerde neredeyseniz bu yazıyı okuyarak nasibinizi almaya geldiniz. Umarım ki duygularınız bu yazıda size nasibinizi versin…

Şükretmeyi unutmayalım, az ama aslında çok olanla mutlu olalım ve hep gülümseyelim…

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--