Raymond Depardon, USA, 1981 / Magnum Photos

Bütünlükten Koparılan Gerçeklik

Enes Sekizsu
Türkçe Yayın
Published in
6 min readJan 21, 2022

--

Bu her anın kaçınılmaz hale gelen getirisinin peşinden koşmanın faydasına dair ürettiği söylemlerinden caymaktan gurur duyan bir insana dairmiş gibi duran bir anlatıdır ve gerçeklik ne yazık ki bütünlükten ayrılarak bize ulaşmış gibi yapmaktadır.

“Bütün düzlemleriyle aynı anda büyüyen, bütün yanlarıyla içinde kaldığı çelişkiyi büyütmeye çabalayan canların arasında bir bozukluk var, kelimelerin varlığından doğup gelen bir bozukluk. Bir vazgeçme anının kaçınılmaz hale bürünmesine doğru, o gecenin istenmeyecek köşelerine doğru giden keskin bir yol var.”

Değiştiremezdik, onu böyle bulmuştuk ve inanmalısınız ki değiştirilebilecek bir yanı var olsaydı, bunu hemen o an, o saniye gerçekleştirecektik. Üzüntü duymanın bir anlamı yok, sakinleşmek ise elzem olan, bize faydasını sunacak olan.

Yalanların ortaya dökülmesi böyle olur, düşündürür ve kederlendirir. Her anın sunacağı bir fayda olamayacağı gibi her insanın da sunabileceği yararlı bir eylem olmayabilir. Onu böyle kabul etmek için değil sözlerimiz, onu bir an önce fark edebilmek ve yanı başımızda durmasını engellemek için, bu güzel amaç için yani. Bizden uzak durması gereken bir insanın, bu insanın sözlerinin keşfi bu.

I

“Bıkmak nedir bilmez, nereden gelir ve nereye doğru yol alır, kestirebilmek güç.”

Düşlerinde gördüklerine aldanarak başlıyor insan bu işe, bu iş için sanki bir gereklilik aranıyor ve önemli olanın bu olduğu, bu olacağı ifade edilince insan bir mecburiyete kendisini bırakarak, bunu da tuhaf bir mutluluk içinde yaparak kendisini aldatmaya başlıyor, yalanın güzelliğine aldanıyor.

André için dillendirebileceğimiz sözler tükenmez, ona yazık oldu, ona ve bize olan birçok şeyin arasından fayda sağlamasını beceremeyen en çok o oldu, oldukça yazık. Kaçırdıklarının büyüklüğünü bilemeden ilerlediği için biraz rahat sayılmamız gerekli; fakat neye dönüştüğünü görünce anlıyoruz ki bu konu için bir pişmanlık tohumunu da kendimize ayırmalıyız. Geç kalındı ya da hiçbir şekilde umut taşıyamayan bir zaman diliminde sıkışıp kalmamızın bedeli böyle ödendi, ancak böyle ödenebilirdi.

İnsan, ansızın bir deftere yazmaya başlayınca anlıyordu neyin, ne diye olduğunu. Bunların başına nasıl geldiğini o zaman daha iyi kavrayabiliyordu; fakat kaçınılması gereken bir nokta günden güne, hem istemeyerek hem de engellenemez bir şekilde düşmekten zevk aldığı bir hata haline geliyordu.

Ne yazarsa yazsın insan, binlerce kelime arasından işe yarar bir şeyler çıkarabilmesi zamanını ister, emeğini ister ve buna ulaşabilmek ise bazen asla mümkün olamaz. Bunları unutarak, bunları asla hatırlamaya yanaşmayan André için bir çözüm gerekliydi, acil olan türden. Her sözünün işe yarar olduğunu düşlüyor, herkesin bunu doğru kabul ederek hareket etmesini umuyordu. Yalanın doğması için uygun zemin hazırlana dursun, André batmakta ustalaştığı bir geçmişe tuhaf detaylar eklemekle meşgul oluyor, yeni yeni söylemler üretmenin derdine düşüyordu. Böylece sayabilecekti kendisini, yaşamayı becerebilmiş olan bir bedenden.

Bazı günler, insanı üzen sıradan vakitlerin pek değerli olduğunu söylüyor, takip eden vakitlerin ardından ise bu anların hiç umursanmayacak türden olduğunu kendinden emin bir şekilde dile getiriyordu. Yarattığı karmaşanın boyutunu düşünmek bile istemezsiniz, üstelik lafları günden güne bazı insanların dikkatini çekip ilgi görmeye başlayınca ağzından çıkanları iyice düşünmez olmuş, hesabını kitabını yapmadan laflarını ortalığa saçar olmuştu. Ne olursa olsun, sözlerinin bir şekilde doğruluk tarafında kendisine pay bulacağını, kendilerini o doğruluk çemberinin içine taşıyabilmeyi becerebileceklerini iyi biliyordu. Akıl bu ya, okumakta olduğunu keyfi nasıl ister ise, işine nasıl geliyor ise o hali ile algılamasını her seferinde rahatça becerebilirdi.

II

“Zannediliyor ki gerilerinde bıraktıkları anların toplamlarını birer birer hesaplayacaktık ve bunun adına da bir yaşam diyecektik. Bir kış vakti kendisini tanıma fırsatı bulduğum, kitapların arasında geçen bir ömrün insanı olan o kadını hatırlıyorum da bu istek, bu sanrı onun için bile fazla kaçıyor, büyük bir abartıya dönüşüyordu. Gelmiyor elden yapılabilecek bir şey, bir uğraş hiç de istemediğimiz bir yerinden kırılmasını iyi beceriyor.

Yaşamış olmak birçok yandan güzel görünüyor, kendisini yaşıyor saymak insan için yaşamın devamının en temel varsayımı oluyor; fakat bunun devam edebilmesi ne kadar mümkün olabilir diye de düşünmeyi ihmal etmemek gerekir, kandırılmış olma hissi ile karışmasına izin vermeden insan usul usul düşünmesini iyi bilmeli, bir yanlışlık olduğunun farkına varıncaya kadar düşünür iseniz elbette ki bir yanlışlık bulacaksınızdır ve sizin elinizde olan yaşamın, önce yaşamdan sayılmayacağını, ardından da zaten sizin elinizde duran bir detay olmadığını fark edeceksinizdir.”

Kaybettiğini kabul eder iken, birdenbire, ortada hiçbir sebep yok iken, yani o konudan bir başka konuya bağ kurabilmesi için elinde herhangi bir dayanak yok iken, keyfi öyle istediği için aniden sevmekten ve sevilmekten bahsederdi, bunu yaparken de halinin ne kadar bitkin olduğunu, nasıl yorgun düştüğünü rahatça görebilirdiniz. Beklediğinin, yokluğun ta kendisi olduğunu anlayınca başlayan bir kırgınlıktı bu yaşamına denk gelen.

Tatmadığı, tadamadığı bir his için gelmiş ve bizlere sözlere söylemeye kalkışıyor. Önemli olan bir nokta var ise o mutlaka bununla alakalı olmalı.

“İlk başlarda kanıyoruz elbette ki buna, zannediliyor ki yitirilen günlerin peşinden gitmek gerek, onların yasını tutmak ve onların bize sunacağı bilgilerin ışığında yeni bir günü karşılamak gerek. Düşüncesine yenilen insan için yeni bir mücadele anı geliyor.

Düşüncelerin toparlanması zaman almakta ve bir bahaneye dönüşmekte ölümden kaçabilmek için, mühim bir detay.

Bu sözler, bu eylemler, bu yapılmış ve bu yapılmaktan son andan vazgeçilmiş eylemlerin bize neler sunabileceğini düşünmekten, bunun kölesi olmaktan vazgeçen ben olmayacağım.”

III

Sözleri böylece devam ediyor, her yanımızı sarıyor. Ne dediğini, bize neler anlatmak istediğini anlayamıyoruz. Belki de bu yazılar için benim fayda görebileceğim yanlarının eksikliği ağır basmaktadır ama bir başkası için ender bulunan türden olabilir demeliyim, kim bilebilir ki doğrusunu!

Benim düşüncem, bu sözlerin bizler onları anlamayalım diye kurulduklarına dair şüpheleri yeşertmek üzerine değil, bunu da uzun uzadıya düşündüm; fakat ortada ziyan edilen bir zaman diliminden ziyade bir şeyleri ortaya koyabilmek için uğraşılan vakitlerin olmasının daha akla uygun olacağında karar kıldım, güzel bir uğraş ama ne yazık ki başarıdan, ulaşmayı düşlediği noktadan bir hayli uzak.

Ne diye yaptık ki böyle! Onun neden böyle yaptığını düşünür iken günden güne ona benzer olduk, hataların en büyüğüne nasıl da denk gelebildik. Karların erimeye başladığı bir andı, elimizden gelenlerin bir listesini yapacak kadar vakit yoktu. Elzem olan ihtiyaçlarımızı birer birer yazdık ve herkesin listesinin başında o vardı. Giderek ona benziyorduk, benziyorum. Tamamlanması gereken bir değişim bu, ama isteğim o ki bu yarıda kalmalı.

Sanırım bu yüzden oldu, bu yüzden şimdi bize anlamsız gelse de onu ihtiyaçlarımızın tepesine yerleştirdik. Pişmanlık duymanın anlamı yok. Böyle yaparsak bu değişimin tamamlanamayacak olduğunu sanmış olmalıyız. O an, o vakit, bizler de hiçbir şey bilmiyor iken sözlerinin büyüsüne kapılmamızı engelleyecek herhangi bir unsur yoktu, buna sığınmıştık, üstelik şu anki hali ile kıyaslayınca da ürettiği bazı söylemlerin yerinde olduğunu itiraf etmeliyiz. Yine bol bol konuşuyordu ve o zamanın bilgiden yoksun hali içinde illa ki bizlere ilham verecek bir nokta bulabiliyordu.

Her sözünden bir anlam çıkartmaya olan düşkünlüğümüz yüzünden içinden çıkılmaz bir hale gelen bu döngü, bu sarmal her birimizin zihninde kendisine has bir dünya yaratmaktaydı.

Belki de artık André’ye ihtiyacımız yoktu. Biz bize yetiyor, bizden çıkan sözlerin eşliğinde kendi bataklığımızı yaratıp orada boğulmayı, orada çürüyebilmeyi becerebiliyorduk ve ölmekte olduğumuz gün gibi ortada durur iken bunun büyük bir kolaylık içinde göz ardı edip yaşamakta olduğumuzu her zamankinden daha güçlü, her zamankinden daha derinden hissediyor, aldanışımızı yıkılmaz bir hale getiriyorduk. André, artık özlenemeyecek kadar uzun zaman önce ölmüşü sanki.

“Pişmanlık ya da üzüntü duymayın, bunları olabildiğince es geçmeye bakın. Diyeceklerimin bu aralar hep böyle başlayacağını göreceksinizdir, endişe duymayın. Bir kitaplık hâlâ gözüme çarpmakta, hâlâ varlığını bana kabul ettirebilmek için çırpınmakta.

Hızlı değişiyor, oldukça hızlı ve sanırım başımıza gelenler için bu yüzden bir isim vermek konusunda zorluk yaşıyoruz. Her gün, her yeni saat için yeni bir isim üretmek bizleri yoracaktır.”

III, Baştan, Tamamlanan Hallerin Tuhaf Işığında

“Öldürmek için burada duruyor isen sana söyleyecek pek bir sözüm yok, saygı duyuyorum. Görüyorum ki ne yaptığının, neler yapıldığının farkında değilsin. Olan olduktan sonra, günlerin ardından arkamızdan baktıklarında kimin zavallı olduğunu kestirebilmek mümkün olmasa gerek. Kandırılışın, uykuya itilişin yalnız beni değil, bütün bir insanlığı hayrete düşürecektir.

Zapt edilen neydi? Bana söylenilen, söylenmekten bir an bile vazgeçilmeyen bir söz vardı, zamanımı hep onu düşünerek harcadığım bir söz. Garip, karşı konulamaz olanın büyüsüne kendimi teslim etmiştim; fakat düşüncenin tek bir yere, sadece bir ana odaklı kalabilmesi mümkün değildi.

Zannetmiyorum, direnebilmek için en ufak bir çaba bile göstermemiştim, göstermemiş olmalıyım. Bunu istiyormuşum ve bu teslimiyet, bu yenilgi aradığım yaşamın kapısını açmayı iyi biliyormuş.

Bundan sonrasında sarf ettiğim her cümle, söylediğim, söyleyeceğim her yalan için unutkanlık hiç iyi gitmez, özlediğim uykuların içinde yaşar iken unutkanlık düşmanım olacak, yakalanmamak adına bütün o diğer insanlara.”

--

--

Enes Sekizsu
Türkçe Yayın

En sevdiğimdir güvenmek maviye. Sonrasında, bir maviyi suya katmak. Öyküler.