Bar Notları
14.09.2021 / Kadıköy
Garson ilanını görüp yöneldiğim üçüncü barda “Tecrübeli birini mi arıyorsunuz?” diye sordum. Kıvırcık saçlı bar çalışanı “patronla bir görüş istersen” dedi ve beni balkondaki masada oturan kişiye yönlendirdi. İşin detaylarını konuştuk, ardından muhabbet ettik ve canlı müziği dinlememiz için içeri alındık. Hemşehri çıkmış olmamız ortak bir zemin yarattı. Ortamı da sevdim. Bana ve ev arkadaşlarıma meyve suyu ikram ettiler. Ertesi gün iş arkadaşı olacağımız Meryem’le kısa bir diyaloğumuz oldu, tatlı biriydi. Meyve sularımızı içip biraz müzik dinledikten sonra vedalaşarak ayrıldık.
15.09
İlk Gün
Happy Hour saatlerini geçmişiz, 3 kişi oturuyor dış masalarda ikisi genç, biri orta yaşlı bir erkek. İçeceklerini servis etmişim yemekler sonradan Yaşar abi tarafından getirildi tam servis ettiğim esnada müşterinin kolasını devirdim. İçimden “hayırrr” diye çığlıklar atarken dudaklarımdan sadece ufak bir nida döküldü. Hemen peçete ve bez getirip temizledik, o sırada özürler diliyorum. Gözlerim doldu dolacak, öyle bir stres. En son orta yaşlı müşterimiz özürlerime cevaben “sorun değil” demekten bıkmış olacak, bir espri yaptı: “biz bir iphone 7 alalım” Paniğim bir nebze olsun azalır gibi oldu fakat bir yarım saat kadar daha kötü ve utanmış hissetmeyi sürdürdüm. İlk iş gününde sakarlık yapacak kadar da şanssız olabiliyormuş insan bazen.
16.09
İkinci Gün
İki müşterinin içeceğini verip kapıda beklemeye başladım yeni müşteri gelirse diye. O sırada yoldan geçen bir kadın telefonda konuştuğu kişiye “konuşmam canıma minnet” diyerek uzaklaştı. Ardındansa garson kadını kastederek telefonunu eline aldı ve “e kapat öyleyse” söyleminde bulundu ve arkadaşlarına bakarak ekledi: “Kadınların genetiğinde var bu.” Durduğum yerde hiç alakamın olmadığı bir genellemeye maruz kalmış oldum birdenbire. Neymiş o genetiğimizde olan? Bu nasıl bir genetik ki hiç bir kabahatin olmadan bir suça bulaşmışsın gibi hissettiriyor. Şu hayatın manasız ve alakasız genellemelerinden nasibimi almamayı tercih ederim. Nasiplenmek isteyen buyurun nasiplensin ama istemeyene de zorla nasiplendirmeyin.
İkinci günün sonuna yaklaşıyorum. Kapının önünde içeriye müşteri çekmek için “Canlı müziğimiz devam ediyor, buyurun” dediğim esnada bir grup önümden geçti. Bu esnada içlerinden birinin “Canlı müzik mi var?” sorusunu olumlu şekilde yanıtladıktan sonra “ölünce haber verir misiniz” diyerek sürdürmesini ve ardından gülüşmelerini kısa bir şaşkınlıkla izledim. Nedenini bilmediğim bir şekilde bu basit espri kısa bir anlığına gözlerimin dolmasına ve yutkunarak bunu kimseye çaktırmamaya çalışmama sebep oldu. Bir yabancının bana alaycı gelen bir esprisi neden beni bu şekilde etkiledi bilmiyorum. Basit ve manasız bir durumdu ve benimle de ilgili değildi aslında. Bazen, bazı şeyler gereğinden fazla etkiler insanı. Bu yaşamın karmaşasının basit bir dışavurumudur.
17.09
Üçüncü Gün
Güne enerjim düşük bir şekilde başladım. İşe geldim, masaları sildim. Yaşar abi yeni gelen bira kasalarını taşıyordu. Hazırlıklar yapıldı. 1–2 saat sonra mekanın az ilerisine bir taksi yanaştı, içinden Rus olduğu aksanından anlaşılan bir kadın indi ve bizim bulunduğumuz tarafa gelip votka olup olmadığını sordu. Şarkköy tarafından gelen kadın alkollü mekan arıyordu, sıcaktan ve yoldan bezmiş bir hali vardı. Taksiye borcunu ödeyip valiziyle birlikte tekrar geldi ve balkondaki masalardan birine oturdu. Sek votka, bir shot ve bir bardak kola söyledi. Yanında da köfte istedi. Konuşası vardı kadının ama müşterilerle sohbet etmek yasak olduğu için işletmeci diyaloğu kısa kesti. Bir ara çakmak istedi, gidip aldım marketten. Rus kadınlarına özgü baskınlık vardı cümlelerinde. Dolar bozdururken güncelden az rakam verilmesine kızdı, söylendi biraz ama bahşişi eksik etmedi hesabını aldığımda.
18.09
Dördüncü Gün
Cumartesi yoğunluğu gündüz saatlerinde kendini hissettirmeye başladı. Normalde akşamüstü gibi müşteriler gelmeye başlıyor. Fakat ertesi günün çalışan insanlar için genellikle tatil olmasından dolayı eğlence erken başladı. En yüksek bahşişi de bugün topladım. Sabahçı olduğum ve gecenin sonuna kalmadığım için çok bir bahşiş kazanmadım aslında ama diğer günleri baz aldığımda belirgin bir artış vardı. Günün en fazla bahşiş bırakanıysa Koreli bir arkadaş grubu oldu. İletişim kurmakta birazcık zorlansak da enerjileri dil farklılığını önemsiz kıldı.
İlerleyen saatlerde iki arkadaş geldi. Alkolün yanında karınlarını da doyurmayı planlayan ikiliye mutfağın kapandığını sandığım için eksik bilgi vermiş oldum. Yemek yemek için ayrıldıklarında geri geleceklerini ifade ettiler. Aradan belirli bir süre geçtikten sonra gerçekten de geri geldiler ve esprili şekilde iki beyefendiden biri “geri gelmeyeceğimizi düşünmüştünüz değil mi?” diye sordu ama cevap bekler bir niyeti yoktu. Neşeli bir ifadeyle “Yerimizi kaptırmışsınız” dedi, ben esprisine karşılık ne diyeceğimi bilmez halde “ee şey” diye gevelerken. Enerjileri yüksek insanlardı. Rakı istediler, yanında da meyve tabağı. Gülümseyerek siparişleri iletmeye gittim. Rakılarını içip, sohbetlerini ettikleri birkaç saatin sonunda adisyonu götürüp hesaplarını kapattığımda bahşiş vermeyi de ihmal etmediler.
19.09
Beşinci Gün
Mutsuz ve yorgunum. Cumartesi yoğunluğunun ardından uyanıp tekrar işe gelmek hiç kolay değil. 14R’den inip uyuklaya uyuklaya yürüdüm bara doğru. Sabahki iş rutinini tekrarladım yine. Masalar silindi, küllükler yıkandı, ortalık toplandı. Yaşar abinin son iş günüydü bugün. Barın joker elemanı işten ayrılıyordu. Bu sektörde onun gibi eleman bulmak kolay değil açıkçası. Ucuz iş gücü ve yaptığı iş ederinden fazlası. “Bir işi bir kez yaptın mı o iş artık senin görevin olur” demişti. Yemekten temizliğe, tadilattan servise kadar her işe gerektiğinde el atmış. Dükkanın eleman eksikliğinde bu eksikliği hissettirmemeye çalışmış. Sırf bu yüzden işim olmayan işi görev edinmemeye çalıştım. Üç kuruşa sağlığından olmanın bir anlamı yok neticede.
20.09
Altıncı Gün
Pazartesi sendromu. Bir umut acaba yarın izinli olacak mıyım fikrine kapıldığım gün. Fakat umutlar kırılmak için vardır! İzinsiz çalışacağımın kesinleşmesiyle birlikte yüzümde “ben acılar kadınıyım” ifadesi belirdi ve tüm gün gitmedi. Neyse işin draması bir yana cidden çalışacak hal kalmamıştı bende. Çünkü Türkiye’de genel bir iş sıkıntısı var. Çalışma hayatının temeli kendini ve sağlığını hiçe sayma üzerine kurulu ve bu her sektörde karşılaştığım bir sorun. Çözüm içinse bireysel olarak bir adım atmanın somut bir karşılığı yok. Tek başına sistemi kıramazsın sadece dişlilerin arasında sıkışıp kalırsın. Kendini kurtarmak isterken bir dişliden öbürüne hapsolur durursun.
21.09
Yedinci Gün
Bugün mesaiye uykuda başladım. Ev arkadaşım sabah saat 6’da uyandırdı beni ve kalkıp salona gittiğimde “müşteri mi geldi?” sorusunu yönelttim kendisine. İşte değil evde olduğum bilgisiyse beynime cümleyi kurduktan 2 saniye sonra iletildi. Bunun üzerine kendi kendime “ne müşterisi ya” şeklinde söylendim. Aslında bugün izinli olmayı umuyordum ama bardaki eleman eksikliğinden ötürü bir süredir izin kullandırılmıyormuş. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, bize taşınan arkadaşımın aile evindeki diğer eşyalarını almak için yola çıktık. Sabahın o saatinde Çengelköy’den Sancaktepe’ye, ardındansa Kadıköy’e geçtikten sonra işe gitmek için ev arkadaşlarımın yanından ayrıldığımda yürüyen ölü gibiydim. İş saatime yarım saat kala işe geldiğimde mekanı kapalı görünce markete uğrayıp yiyecek bir şeyler aldım. Sonra onları yiyip biraz uyumak istedim üst katta. Azıcık uykumu aldıktan sonra iş başı yaptım ama çalışıyor muyum yoksa işkence mi görüyorum belli değil. Kendime bu çileyi çektirmeme ne gerek var düşüncesi o an zihnimde led ışıklarla yanıp söndü. Eleman eksikliği kapatılana kadar çalışıp işi bırakma kararı aldım kendi içimde. Hayat benim için bir deneyim ve deneyimleri aktarmak tek isteğim. Eğlence sektöründe çalışmak kulağa “eğlenceli” gelebilir ama hiç öyle değil. Keyifli yanları yadsınamaz fakat büyük oranda yorucu bir iş. 12 saat ve üzerine çıkan mesai saatleri kişiyi hem fizyolojik hem de psikolojik olarak yıpratan bir etken. Yıllar önce okuduğum bir haberde, günde 9 saatten fazla çalışan insanların psikolojisinin bozulduğu belirlenmiş. Bu araştırmayı, bizzat deneyimleyerek kanıtlamış bulunuyorum. Esasen bu sektörün zorluklarını bizzat deneyimlemek bana hem yeni bir yazı konusu yarattı hem de kendi mesleğimin değerini daha çok anlamamı sağladı. Türkiye’de gazetecilik yapmaya yönelik şevkimin kırıldığı bu süreçte tekrar mesleğime sarıldım. Bir kuruma bağlı olarak yapmak zorunda değilim sonuçta ama yine de yapmak istediğim tek şeyin kendi mesleğim olduğundan net olarak eminim. Ki işin aslı barda çalışmayı deneyimlemek istememin başlıca nedeni de yine gazeteci merakımdan meydana geliyordu.
25.09
Son Gün
Cumartesi yoğunluğu başladı. 11 gündür izinsiz çalışıyorum ve daha fazla enerjim kalmadı. 2 yeni arkadaş iki gün arayla işe başladı. 4 gün sonra işi bırakmayı düşündüğümü söyledim. Bırakmamam için motive etmeye çalıştı mekanın üç ortağından ikisi. Fakat bu diyalogdan yaklaşık yarım saat önce dezenfektan ve rezerve tabelasının yan yana koyulmamasının azarını yediğim için pek motive olmadım. Ufacık ve bilmediğim bir detayın beni azarlanacak duruma nasıl sokabildiğini halen çözmeye çalışıyorum. Fakat işi bırakma isteğimi dillendirmemin ardından tüm gün aferinler almak biraz ironik açıkçası.
Günün son dakikalarında bir hesap daha aldığım için son otobüse koşarak yetiştim. Bedenim ertesi gün yataktan kalkamayacağımı anlatmak istercesine yorgundu. Hastalanmam nedeniyle işi bırakmayı planladığım günden önce istifa etti kendisi. 11 günlük bir deneyimin ardından yine yeni başlangıçlar için bir şeyleri sonlandırdım. Açacağım yeni kapılar için eskilerini sımsıkı kapatıp üzerine kilit vurdum.