Bekar Girer, Melek Girmez!

Figen Köseoğlu
Türkçe Yayın
Published in
6 min readApr 16, 2019

Osmanlı Dönemi’nde Bekar Uşakları

Kantocu Peruz

“Tarlalar otlu olur

Bekarlar bitli olur

Allah’ın hikmetinden

Güzeller dertli olur”

Kantolarda okunan bu dizeler, saray çevresinin, üst tabakaların ve toplumun belli başlı birkaç grubunun başından geçen alışılmış öykülerden başka; toplumdan dışlanmış hayatların da olduğunu bize hatırlatıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarına yayılan geniş topraklarından, “taşı, toprağı altındır” denilerek, ailesini geride bırakıp İstanbul’a ve diğer büyük şehirlere iş tutup para kazanmak için gelen toplumsal sınıfı oluşturan bekar uşakları arasında; memleketinde evli ve çocuklu olanlar, oğlunu da alıp gelenler, memleketteki ailesine üç beş kuruş göndermeye çalışanlar olduğu gibi İstanbul’da bir şekilde evlenerek, bekar uşağı statüsünden kurtulup halka karışanlar da olmuştur. Tarih boyunca İstanbul ekonomisini ayakta tutan bu göçmenler oldu.

Şehre giriş kontrol noktaları

Ancak modern öncesi dönemde göçmenler için İstanbul’a gelmek, yerleşmek hiç de kolay değildi. Her ne kadar şehre kaçak girenler olmuşsa da ,elinde vize niteliğindeki mürur tezkeresine sahip olmayanlar İstanbul’a alınmamıştır. Rumeli’den gelenler Küçükçekmece ve Yarımburgaz’da, Anadolu’dan gelenler Bostancıbaşı Köprüsü’nde kontrol edilir, gelen kişinin yüz ifadesi, yüzünün şekli, kılık kıyafet, hal ve tavırları bile şehre girişte önemli etkenlerdendir. Şehir sınırlarına alındıktan sonra Çardak İskelesi’nde İhtisap Ağalığı’nda yapacakları iş kaydedilip, bir bekar hanına gönderilirlerdi. Bekar uşağı hana yerleştikten en geç iki gün içinde bir kefil bulup, ağalığa getirip kaydettirmek zorundadır.

Osmanlı toplumunda bireyler bağlı oldukları topluluklar ile tanımlanır ve bu topluluklar tarafından bireylerin denetim altında tutulması sağlanır. Bir loncaya bağlı olmak, geniş bir ailenin, dini veya yerel bir topluluğun üyesi olmak Osmanlı toplumunda görünürlüğü ve güvenilirliği sağlamaktaydı. Bu tür bağlara sahip olmayan bekarların da kefil mekanizması ile denetim altında tutulması amaçlanmıştır. (Zarinebaf, 2010)

İstanbul’da yaşayan akrabası olanlar bir nebze olsun daha şanslı sayılmaktaydı. Genç bekar uşağı bir süre onların yanında kalır, akrabalar vesilesiyle iş edindirilirlerdi. Serbest bir iş bulunamazsa, farklı tanıdıklar devreye sokularak karın tokluğuna bir devlet dairesinde hademelik, demiryollarında hat ameleliği ya da çöpçülük gibi işlere yerleştirilmekteydiler. Geçici işlerde çalışanlar ise her sabah, kaldıkları semtin kararlaştırılan yerlerinde toplanır, ihtiyacı olanlar ameleleri buralardan tedarik ederdi.

Solda: Göztepe İstasyonu (by Cem Güneş, 500px) Sağda:Taksim Meydanı (Mekasem)

İmar faaliyetleriyle yıkılan Aksaray Postanesi’nin önü, hala bir toplanma noktası özelliğini sürdüren Taksim Meydanı eski Sular İdaresi’nin köşesindeki çeşme başı, 1955’te yeniden inşa edilmek üzere yıkılan ancak günümüzde Ramada Hotel olarak karşımıza çıkan Harbiye Pangaltı Hamamı’nın önü, Kadıköy Çarşıbaşı, günümüzde yıkılıp yıkılmayacağı muallakta olan Göztepe Tren İstasyonu önü ile Bekçi Mehmed’in kahvesi gibi sayısı yüzleri aşan karargahlar varola gelmiştir.

Bu sıkıntılı yaşamın tek gayesi para biriktirmektir. Paralarını meşin bir cüzdanın içinde, muska gibi yerleştirir muska gibi boynunda taşırlardı. Cüzdan ya içine para koymak ya da memlekete gideceği zaman üstünü başını düzmek, konu komşuya hediye almak için açılırdı. Az miktardaki varlıklarını bir ahşap bavula ya da torbaya koyarlar, Haydarpaşa Garı’ndan üçüncü mevki treninle memleketlerine ziyarete giderlerdi. Böyle bir hayatı öylesine kanıksamıştır ki bekar uşağı, taşıma su misali memleketindeki geçim çarkını döndürmeye çalışmaktan başka çare bulamamaktadır.

Pazar tatillerinde veya akşamüstleri hemşehriler bir kahvede toplaşır memleketten hal hatır sorar, muhabbet ederken bir yandan da en hurda kağıtlarla pişpirik oynarlardı. Kimi zaman bir hemşehri ziyaret ederler, şehirde avare avare dolanırlardı. Yazları ise özellikle gençler açık denizlere açılır; ancak yüzme bilmediklerinden her yıl birkaç kişi boğulur, birkaç aile harap olurdu. Yaz gecelerinin en önemli aktivitesi üç-beş kişilik gruplar halinde yazlık sinemalara uğramak olmasına rağmen tamamen yabancı oldukları hayatları anlatan bu dublaj filmleri anlayanını bulmak zordur. Pera’daki meyhane ve tiyatrolar ise bilhassa tulumbacı bekar uşaklarının vazgeçilmez buluşma noktası olmuştur. Şöyle bir hikayeden bahseder R.E. Koçu, vakti zamanında meşhur Kantocu Peruz’a bir bekar uşağı tulumbacı aşık olmuş, ancak zaten Peruz’un aşıkları toplansa bir tabur eder. Oğlan Peruz’un sadece bir tebessümüne bile razı olmasına rağmen, meşhur kantocudan hiç yüz bulamaz ve bir süre sonra Galata Avrupa Tiyatrosu’na uğramaz olur. Sebebinin ise Peruz’un söylediği şu kanto olduğu söylenir.

“Benim adım Peruz’dur, şöhreti çok dansözüm

Sen ise tulumbacı, tutmadı seni gözüm … “

Sosyal yaşamda böylesine dışlanan bekarlar, Bizans döneminde bile var olmuş, bugün de varlığını farklı şekillerde sürdürmektedir. Bekarların yaşam alanlarına baktığımızda, ulaşılan en eski belge olan Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sidir. Bekar odalarının bir hakimi(odabaşı) ve zabiti olduğundan bahseder. Eski bekar hanlarının hepsi tespit edilememiş olsa da, Seyehatname’de bahsedilen 17. yy ortasındaki bekar odaları şunlardır.

Yolgeçen Odaları (En büyük bekar odaları 400 hücre ve aşağı yukarı 1000 bekar uşağı barınmıştır), Mercan Pabuççu Odaları (8 odalı Tahtakale, Kapalıçarşı ve Mahmutpaşa arasında kalan önemli bir ticaret merkezi), Mahmutpaşa’da Cebehane ve Pertev Paşa Odaları (Cebehane; çeşitli savaş mühimmatı üretilen atölye, imalathane ve depoları kapsamaktadır. Burada Cebeci Ocağı’na bağlı cebeciler ile dışarıdan gelen ve aylık ücret karşılığında çalışan ustalar çalışmaktaydı.), Pertevpaşa Hilalci Odaları (Süleymaniye), Karaman Çarşısı Odaları (40 hücreli), Gedikpaşa Odaları, Azeb Odaları : 7 adet (Unkapanı)

Yedikule’nin evli mahallesinin azlığından bahseden Evliya Çelebi, burada beş bine yakın bekar olduğunu iddia etmektedir. Ayrıca Yeniköy’de de peksimetçi işliklerine hizmet eden bekar odaları ve Kavak kasabasında da bekar evleri bulunduğu bildirmektedir.

Genellikle yan yana dizilmiş hücrelerden oluşan bu mekânlarda ortak bir tuvalet ve bazen de mutfak bulunur. Mahalle yaşantısından soyutlanmış olan bekarlar ortak bir yaşam sürdürürken odabaşı, yaşamsal ihtiyaçlardan sorumlu olmakta, gündelik işleyişi organize etmektedir (Tanyeli, 1996). Süleymaniye Külliyesi’nin Bimarhane altında bulunan dokuz adet bekar odası dizisi bugün halen görülebilmekte ve yaşam koşulları ile ilgili fikir vermektedir. (Çokuğraş, 2013) İç mekan öğelerine bakacak olursak, yatakları çarşafsız bir şilte ile mitil bir yorgandan ibarettir. Yatarken üstlerinden çıkardıkları kıyafetleri başlarının altına yastık yaptıklarını anlatır Reşat Ekrem. Memlekete gidenin yatağı veya müşterek yataktaki yeri yeni gelene devredilirken, kimileri kendine mahsus bir yatak edinmiştir ve yatağını rulo yapar, koltuğunun altında memlekete götürür getirirdi.

“Ayak uydurdum Hamlacı itine
Bir dahi dönmedim baba evine

Bekarlık sultanlık yoktur hanemiz
Çardaktaki kollukdur kâşânemiz”

Farklı din ve millet mensuplarının aynı odalarda ve hanlarda kalması tüm kentin yapısıyla çelişen bir birliktelik oluşturmaktadır. Bu barınma biçiminde öncelik din ve millet birliği değil daha çok mesleki birliktir. İstanbul mahalle yaşantısından soyutlanan, mahalle-hane modelini terk eden bu baldırı çıplaklara karşı Fetih’ten Tanzimat’a kadar asayişi sağlamak için acımasız muamelelerde bulunulmuştur. Kanuni döneminde, Sultan Selim Cami yakınlarındaki bir eve giren hırsız, tüm ev ahalisini kesip, eşyaları çalıp kaçmış ve katil bulunamayınca da, suç bekar uşaklarına kalmıştır. Herhangi bir delil bulunmamasına rağmen, Pargalı ibrahim Paşa emriyle 800 bekar uşağı sokaklarda idam edildiği bilinmektedir.

1812 Veba salgının sebebi olarak da fuhuş yuvası gibi görülen , bu uygunsuz takımının yaşadığı bekar odaları görülmüştür. II.Mahmud’un bunu fırsat bilip İstanbul, Galata, Tophane ve Üsküdar’daki bütün bekâr odalarını yıktırarak, kenti disipline etmeye çalıştığı görülmektedir. 1826'da da Vaka-i Hayriye ile neredeyse tamamı bekar uşaklarında oluşan içi boşalmış Yeniçeri Ocağı’nı kaldırarak, sokakların altın çağına son vererek otoriteyi sağlamaya çalışmıştır. Vakay-i Hayriye sonrası inşa edilen Nusretiye Camii gibi, 1812 sonrası “Bekar girer, Melek girmez” deniliğ, Melekgirmez’e adını veren salaşların ve odaların yıkımının hatırası olarak da Hidayet Camii’ni inşa ettirmiştir.

Kaynaklar

Reşat Ekrem Koçu, Tarihte İstanbul Esnafı /Işıl Çokuğraş, Bekar Odaları ve Meyhaneler/https://www.academia.edu/4873834/Osmanl%C4%B1_%C4%B0stanbulunda_Bek%C3%A2r_Odalar%C4%B1_Bachelor_Rooms_in_Ottoman_Istanbul / https://manifold.press/bekar-odalari-ve-meyhaneler-uzerine

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--