Ben Deli Değilim!

Enver B. Bodur
Türkçe Yayın
Published in
4 min readNov 21, 2018

“Gnothi Seauton” demiş antik yunanlar, okuduğumuz bilgeler, Buda, uzak doğu öğretileri…

Ben diyorum ki bir insanın kendini tanıması mümkün değildir. Kendini tanıma noktası daha çok yaklaşılabilen ve uzaklaşılabilen bir noktadır. Kendimi tanıyorum cümlesi ise “ben deli değilim” demekle eşdeğerdir.

Sen kendini tanıdığını söylüyorsan deli olmalısın. Çoğunlukla bir insan kendini, karşısındaki tanıdığı insandan daha fazla bile tanıyamaz. Çünkü karşıdaki çoğu zaman daha objektif bakar sana. Bir arkadaşım dışarıdan duygusal görünmeyecek kadar duygusal, başka bir arkadaşım ise dışarıdan mantıklı görünmeyecek kadar mantıklı. Onlar duygusal iken mantıklı, mantıklı iken duygusal düşünen insanlar. Ben onları esprili bir şekilde “sıkıntılı veya sorunlu” olarak tanımlıyorum. Sorarsanız ben de en az onlar kadar sorunluyum ama kendi sorunumu idrak etmek yıllardır tanıdığım arkadaşlarımın sorununu idrak etmek kadar kolay değil.

Tabii ki bu her zaman işlemiyor. Asla kesin konuşamam fakat bildiğim bir şey var ise “kendini tanımak” bu dünyadaki en zor şey tanımında en zor yapılacak şeyler listesindedir.

Annem derdi ki: “aşk kapıdan girince mantık mevcut alanı terk edermiş”. Sen kendini asla tanıyamayacaksın, ölene kadar da tanıyamayacaksın. Sen dünyanın en zor anlaşılan varlığısın. Seni azıcık anlayan birine de çoğunlukla aşık olacaksın. (Yani sen az konuşsan da seni anladığı için saygı, sevgi duyacak, güvenecek, seni sen olarak kabul edip anladığı için aşk duyacağın kişi.) Aşık olduğunda ise kendi adına bildiğin pek çok mekanizman senin bildiğin gibi çalışmayacak. Ben neden yaptım ki bunu diyeceksin ya da çok emin veya içtenlikle yaptığın bir şeyden pişmanlık duyabileceksin. Fakat aşk duyduğun kişi hiçbir zaman seni tam olarak anlayamayacak. Sen hep bir şeyleri saklı tutacaksın. En derin sırrını bilecek olursa seni azıcık anladığı kadar bile anlayamayacak olmasının korkusunu yaşayacaksın. Belki de en derin sırrından sen bile emin değilsin. Yaptıklarına kendin bile şaşırdığın, düşünmeden hareket ettiğin, bilincinle değil, belki hislerinle de değil neyle karar verdiğini anlayamazsın ama verirsin. Ve aşk sadece insana karşı duyulan bir şey değildir, bazen bir fikre, bazen evcil hayvanına, bazen bir renk, bir ahenge…

Sen ne olursa olsun kendini seviyorsun, çünkü kendinle baş edebileceğin tek dayanağın bu. Zaten sevmelisin de, bir çocuk aynada kendisini öpebilir fakat sen kendini aynada öpecek olsan hiç kimse görmüyorken bile garip düşüncelerle -biri görse ne derdi amk gibi- öpmekten vazgeçeceksin. Ya da sıkıştığın gerçeklikte ben kendimi değil aynayı öpüyorum yahu diyeceksin. Kendini sevmeyen insan kendisi ile yaşayamazmış ve tek çaren de bu, yoksa intihara (yaşamın zevksizliğine ve olumsuz yönlerine) yol alacaksın. Kimse “kötü” biri olarak dünyaya gelmez. Saf kötülüğün var olabileceğine inanıyor musun? Sen iyi bir insansın. Sadece iyilik kendi içinde fraksiyonlara ayrılır ☺. Aynen sağ ve sol gibi. Kim dedi ulan sağ budur, sol da şudur diye?

Sen kendini tanıyamazsın ama azıcık şansın var ise ne istediğini biliyorsun ve deniyorsun demektir. Ortama adapte olan ve olmak zorunda kalan varlıklarız. Adapte olmaya ve değişimin gerekliliğine bu kadar odaklı iken ancak şanslıysan bulunduğun çevre sana kim olduğunu öğrenme yolunda ilerleme fırsatı verir. Bunu şansın ötesine taşımak istediğimde farkettiğim şey çok az senaryoda insan faktörünün bulunmasıdır. Hatta belki de tek senaryo aşık olmaktır. Çünkü insanların hepsi birer maske. En dürüstü bile en derinlerde kendi farkında olmadığı bir maske takıyor. En akıllısı geçmişteki başarılarıyla tanımlanan akıllı. En delisi olacak iş değil diye tabir ettiğimiz deneyimleriyle deli. Bizim denemeye cesaret bile edemediğimiz bir şeyi deneyen ise cesur. Bir de iş adamı var isim olmaktan çıkıp sıfat haline gelen, ilginç... Etiketler ve çok yüzlüler dünyasında yaşıyoruz. O zeki, bu öfkeli, şu sevimli… İşe giderken bu maskemi takayım, kalabalık ortamda şu maskemi takayım, arkadaşımla beraberken onu sevgilimle beraberken öbürünü…

Şansımı artırmak ve şans faktörünü ortadan olabildiğince kaldırmak için bir yöntemin etiketlerden ve çok yüzlülerden uzaklaşmak olduğunu düşünüyorum. Yani yeryüzündeki insan ve insan yapımı her şeyin dışında kalan şeyler. Çünkü ne ben maske takacağım ne de maskelerle karşılaşacağım. Doğa bana oyun oynamayacak, yalan söylemeyecek, o tamamen şeffaf. Ona güvenmeme bile gerek yok. Gökkuşağı görüp ona doğru koşma kararı verdiğimde bu kararımdan kimse etkilenmeyecek ya da olur da yakalarsam beni gördüğüne hoşnut olan veya olmayan bir gökkuşağı ile karşılaşmayacağım. Böyle bir ortamda kendinle baş başa kaldığına geriye iki önemli şey kalır: yaşam ve ölüm. Yine bu noktada karar mekanizman bilincin ve hislerinden öte bir şey olacaktır.

Bir diğer yöntemin ise en saf halim olduğuna inandığım çocukluğuma dönmenin güzel bir yöntem olacağını düşünmeye başladım. Çocukken dünyamın, zihnimin, vücudumun sınırı yoktu. Aklım başıma geldikçe (sözde) kendime güvenli alanlar oluşturdum, günün 24 saat olduğunu ve bunun dünyanın dönüşüne bağlı olduğunu öğrendim. Hızlı hareket etmem gerektiğini yoksa hayatı ve başarıları kaçıracağımı düşünmeye başladım. Sonra tadını kaçırdığım şeyleri fark ettim ve yavaş hareket etmeyi öğrendim. Bu sefer de bir sürü fırsat kaçırdım. Derken stres yapmayı öğrendim sonra onu yönetmeyi, öfkelenmeyi, sakinleşmeyi, öğrenmeyi öğrendim… Yıllar geçtikçe ben kendimi mi öğrendim yoksa kendimden mi uzaklaştım? Ben çocukken stres nedir bilmezdim, dünyanın döndüğünü, fırsatın ne demek olduğunu, öfkelenmeyi… Çocukken her şeydim, büyüdüm ve bir şey olmayı başardım, uzun vadeli hedefim ise hiçbir şey olmayı başarmak(!).

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--

Enver B. Bodur
Türkçe Yayın

Metallurgical and Materials Engineer, Futurist Explorer