Beni Kategorize Etme
İnsanları , toplumları , sınıfsal ayrımları aslında en önce kendimizi kategorize etmeyi çok severiz.
Güzel , başarılı, yakışıklı, karizmatik, otoriter, lider, entellektüel, sosyal gibi binlerce sıfatı kimliğimizin önüne koymak için hayat amacımızı belirliyoruz. Ne kadar enteresan değil mi?
Uzun bir ömür bir sıfatın içine sığabiliyor. Bir yere, sınıfa , statüye ait olmak , kabul ve onay görmek için ;
Kategorize edilmek istiyoruz. Oysa o kadar eşitiz ki .
Peki neden ? Nasıl gelişti bu ihtiyaç?
Sosyal kategorizasyon, sosyal psikolojinin insanoğluna büyük bir armağanı. Sözlük anlamıyla insanın fiziksel ve sosyal çevresini kategoriler halinde bölümlemesi.
Henry Tajfel ve John Turner isimli iki sosyal psikolog demiş ki ; İkinci Dünya Savaşının da etkisiyle toplumsal olayları psikolojik olarak daha iyi anlamamız için bir şey yapmamız lazım. O zaman birbirimizi kategorize edelim ve algılarımızı bu kategorilere göre yönlendirelim. Bakalım neler olacak?
Ne olduğunu söyleyeyim; genellemelerin, kalıp yargıların ve normların içinde kaybolduk.
Görünürde kişinin sosyal ve çalışma hayatındaki görev tanımını belirliyoruz. Ama aslında sınırları çizip diyoruz ki ;
Bak, burası benim alanım. Sen, benim olmanı istediğim yerdesin. Ben ise seni konumlandırdığım yerde görmek istiyorum.
Benim istediklerimi yaparsan istediğim sıfatı hak edebilirsin ve grubuma dahil olabilirsin.
Olman ve olmam gereken yerdeyiz.
Kapitalist gerçek bir duvar gibi önümüze çıkıyor adeta.
Kategorizasyona biraz da kendi açımdan bakarsam benim için ilkokul sıralarında başladığını söyleyebilirim. Çalışkanlar ve tembeller diye sınıf içinde iki ayrı sınıf oluşturulmuştu öğretmen tarafından. Çalışkanlar ortaokul sınavlarına hazırlanır, tembeller de ötekileştirilen kişiler olarak kendilerini fark ettirmeye çalışırlardı. Tembellik dışında grubun yeni bir ismi ortaya çıkardı böylece.
Yaramazlar.
Yani boş işlerle uğraşanlar. Yaptıkları her eylemin sonucunda onlar için bir sıfat belirleniyordu. Yaramazdan sonra hangi sıfat gelecekti kim bilir. Benimse kafam karışıktı bu konuda hangi gruba dahil olacağımı bilmiyordum. Daha çok tembeller grubunda sevdiğim arkadaşlarım vardı, onlarla iletişim kurmak daha kolaydı, daha yaratıcı , komik ve bence zekiydiler. Çünkü kendileri gibiydiler. Potansiyellerini kullanmama sebepleri bir çeşit başkaldırıydı.
Ayrıştırılmanın başkaldırısı.
Çalışkan çocuklarsa o yaşta nasıl bu kadar maske takabiliyorlardı yüzlerine hiç aklım almazdı. Çocuk gibi değillerdi sanki. Anne ve babalarının küçük birer versiyonu gibiydiler. Akıllı uslu , büyümüşte küçülmüş dediğimiz türden.
Sonradan yetişkinlikte fark ettiğim ve adını öğrendiğim kadarıyla bu yaşadığım şey ilk okul öğretmenimin sınıfça bize yaşattığı bir zorbalıktı.
Büyüyünce kategoriler değişti . Önce cinsiyet kategorisiyle karşılaştım. Özellikle iş hayatında kadın ve erkek üzerinden ilerleyen büyük bir rekabet ortamı vardı. Bu rekabet zaman zaman şekil değiştiriyordu. Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı kendi aralarında da rekabete giriyorlardı. Kendi kategorilerinde. Sürekli bir genelleme duyuyordum .
Mesela; Kadınlarla çalışmak zordur. Rekabetçi, fazla detaycı , kıskanç, kendini öne çıkarmayı sevenler grubudur kadınlar. Erkeklerle çalışmak ise daha kolaydır. Esprili olan, kadınlar kadar komplike düşünmeyen, hayata daha rahat bakabilen eğlenceli insanlardır onlar.
Zamanla bu kategorize etme durumu beni rahatsız etmeye başladı. Çünkü gördüm ki ; bu iş tersi de olabiliyor. Yani gayet detaycı , kıskanabilen, komplike düşünen erkeklerde var.
Aklıma şu soru geldi ; Neye göre kategorize ediyoruz ?
Sebebi bence güçlü olmasını istediğimiz herhangi bir şeyi ya da birini överek algı yaratmak istememizden kaynaklanıyor. Tıpkı politikada olduğu gibi , tıpkı popüler kültürde olduğu gibi , tıpkı sanatta , sporda her alanda olduğu gibi…
Algı yönetimi kavramı Amerikan ordusu tarafından bir topluluğun bir olaya karşı duyularımızı tamamen değiştirmek ya da olayı olduğundan farklı göstermek amacıyla yaratılmış. Yani bir anlamda insanları manipule etmek amacıyla geliştirilen bir sistem. Bunu cinsiyeti , yaşı , duyguları yani herhangi bir şeyi kullanarak yapabilirsiniz. Tabii eğer karşınızdaki kişi ya da kişiler bu durumun farkına varmazsa. Manipülasyon her gün , her an iş yerinde , evde , sokakta , okulda bir şekilde maruz kaldığımız bir durum. Ve emin olun kategorize edildiğimiz her alanda bir şekilde manipule ediliyoruz.
Ama artık dünya cinsiyet, yaş, ırk, dil, din ve en önemlisi duyusal normları yıkmaya doğru gidiyor. Şu an tüm dünyada herhangi bir cinsiyet belirtmeden , bir yere mensup olmamızı gerektirmeden, yaşımıza ve ırkımıza bakılmaksızın bedenimize ve duygularımıza sahip çıkabilmemizi destekleyen güçler var.
Ne mi bunlar?
Çok eleştirdiğimiz sosyal medya ve popüler kültür ürünleri.
Genellikle çok zaman geçirdiğimiz için eleştirdiğimiz bu platformlar aslında bir yandan da sesimizi avaz avaz duyurabildiğimiz ortamlar. Doğru kullanmayı bildiğimizde çok büyük bir güç. Elon Musk boşuna Twitter’ı satın almadı. ;) Unutmayın ki kelimelerin gücü dünyayı yönetebilir. Tabii özelleşmesinden yana mıyım ? Kendi adıma hayır. Halka açık olması her zaman daha büyük bir özgürlük alanı demek bana göre.
Konuya tekrar dönecek olursam dünya kategorizasyona başkaldırı olarak farklı sektörlerde artık şu mesajları veriyor;
Sadece kadın olduğumuz için özgür değiliz, insan olduğumuz için özgürüz Cinsiyet ayırmaksızın. Moda, kültür, trend adına ne derseniz deyin artık cinsiyetsiz ürün ve üretimlerle karşı karşıyayız. Katılmayanlar illa ki olacaktır. Ama dünya değişiyor.
Çalışanlar olarak eşit haklarımız var. Kadın veya erkek olduğumuz için farklı haklara sahip değiliz. Bu konudaki hassasiyet ülkemizde maalesef hala gelişemese de global yapılarda bir numaralı gündem maddelerinden biri.
Şirketlerdeki hiyerarşik düzen bazlı yapılar hızla yıkılıyor . Eşit olma kavramı artık hayatımızın her yerinde. Yani görev tanımı ve tecrübeniz değil, yaptığınız iş kalitesine bakılıyor. Yıllarca bir veya bir kaç şirkette çalışmanız trendlere ve genç kuşağa uyum sağlayamadığınız noktada sizi otomatik olarak oyun dışı bırakıyor.
Cinsel yönelim eşitsizliği dünyada artık net olarak gözle görülen ve aşılmaya çalışan bir norm. Artık o kadar çok mücadelesi veriliyor ki, yine ülkemizde bu konuda çok eksik olsak da , dünyadaki bilinçlenme ve örgütlenme ciddi oranda artış gösteriyor. Özellikle Netflix, BluTV, Mubi gibi dijital platformlar ırkçılık ve cinsel yönelim konusunda hassasiyetlerini her içeriklerinde dile getiriyorlar ve farkında olmasak da bilinçaltımızda bizde bu hassasiyete daha duyarlı olmaya çalışıyoruz. Entertainment’ın gücü diyelim.
Özetle yaşadığımız dünyada gelişen bazı komün hareketlenmeler kabul edelim veya etmeyelim bir şekilde bizi de etkileyecek gibi görünüyor. Aslında şunu anlamak önemli; öyle olmasak da ya da kabul etmesek de olan şeye saygı göstermek ve anlamaya çalışmak , yani unuttuğumuz ‘’hoşgörüyü’’ hatırlamak dünyayı daha güzel bir yer haline getirecek. En azından buna hala inanmak istiyorum…