Benim Kültürüm Senin Oyuncağın Değil: Gey bir Japonun Queer Eye Japonya’ya Bakışı
yazar: Steven Wakabayashi
çevirmen: Mert Güneş
Günümüzde medya hayatımızın çok büyük bir kısmını işgal ediyor. Peki bu bize ne kazandırıyor, bizden ne alıyor? Medya okur-yazarlığının gittikçe önem kazandığı şu dönemde Steven Wakabayashi dünya çapında büyük popüleriteye sahip bir reality-show’un “biz sizi kurtaracağız” diyerek yaptığı hadsiz, ön yargılı, duyarsız tutumlara ve davranışlara ışık tutuyor.
Metni çevirmeye uğraştığım ilk zamanlar “Ay, bu o kadar da problematik değil sanki!” dediğim anlar olduğunu itiraf ederim. Lakin metin ilerledikçe bana “zararsız”, “çok da problematik değil” gibi gelen bu “minik” davranışların arkasındaki duyarsız ve saygısız zihniyetin nasıl sürekli kendini tekrar ettiğini, kişilerin hayatına nasıl müdahil olduğunu ve yön verdiğini fark edebildim.
Bu metnin çevirisi ile kültürel muhafazakarlığın savunuculuğunu yapmak değil amacım. Lakin bir kimsenin gelip benim sözde kurtarıcım olamayacağını anlatmak. Ben artık güçlendirici lubunya temsilleri istiyorum, karikatürize edilen ya da kötü sonlarla cezalandırılanları değil. Ben artık kimsenin benim kimliğim üzerinden, benim kimliğimi sömürerek bunca para ve popülerite kazandığını görmek istemiyorum. Ben artık ırkımdan, cinsiyetimdem, cinsel yönelimimden, yaşımdan, kilomdan dolayı ayrımcılık görmek ve bunların bir de medya tarafından romantize edilişine şahit olmak istemiyorum. Ben artık eşit, birbirine saygılı ve herkes için güvenli bir dünya istiyorum. Bu çevirinin de bu doğrultuda bir faydası olacağı temennisiyle…
Metnin aslına buradan ulaşabilirsiniz.[1]
Bir mazeret: Metnin aslında programdan alınmış birçok ekran görüntüsü yer almakta lakin ben halihazırda uzun olan bu metin daha fazla uzamasın diyerek o görselleri kullanmamayı tercih ettim. Yazar o görselleri bir nevi ayraç olarak kullandığı için bu tercihimin bir sonucu olarak metnin bazı kısımlarında kopukluk ve zaman kiplerinde istikrarsızlık ortaya çıktı.
Bir not: Bu metin Boğaziçi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nün (BÜLGBTİ+) Çeviri Dosyası - 2 projesi kapsamında çevrilmiştir. Nitekim, kulübün hukuksuzca ve usülsüzce kapatılması nedeniyle yayınların paylaşıldığı internet sitesi de erişime kapatıldı. Bu nedenle, yaptığım bu çeviriyi kendi imkânlarımca paylaşmaya karar verdim. Kulüp hakkında merak ettiğiniz her şey için hâlâ aktif olarak kullanılan Twitter, İnstagram ve Facebook hesaplarına göz atabilirsiniz.
Benim Kültürüm Senin Oyuncağın Değil: Gey bir Japonun Queer Eye Japonya’ya Bakışı
Queer Eye kurtarmaya çalıştığı insanlara ve kültüre nasıl zarar veriyor.
Queer Eye’ın en yeni sezonu için Şahane Beşli[2], 4 Japon’un yaşamını değiştirmek üzere Japonya’ya gider.
Fakat, değiştiremezler.
Harika bir seyir olacağını düşünerek -özellikle gey Japon kimliğim nedeniyle- Netflix’i açtım ve programa başladım. İlk bölüm çok kötüydü, yarıda kesmem gerekti.
Hatta sadece kötü değildi. Koca bir faciaydı.
Bu sezon; zararlı ırk tiplerini[3] yeniden dayatıyor, kültürel cehaleti[4] özendiriyor ve hizmet etmeye çalıştıkları azınlığa -özellikle kuir Japon topluluğuna- ses olamıyor.
Fakat tüm bunları bir araya koyma isteğimden dolayı, geri kalan dört bölümü de izledim. İlk olarak en az problematik bölümleri işleyecek ve sona en kötüyü saklayacağım.
***
1.Bölüm: Komedi Olarak Ayrıcalık ve Kültürel Duyarsızlık
Sezon, Şahane Beşlinin birbirine Kiko Mizuhara’yla birlikte Japonya’ya gezi ayarlamak için mesaj göndermesiyle başlıyor.
Birkaç dakika içinde bir çelişki ile karşılaşıyoruz.
Queer Eye’ın bu sezonu için cisgender[5]-heteroseksüel (cishet[6]) Japon kadın model Kiko Mizuhara, “kültür rehberi” olarak Şahane Beşlinin Japonya’da yolunu bulması için kadroya ekleniyor.
Açık tenli, zayıf, güzel, “mükemmel kadın”ın Japonya’daki zirvesi; kendisinin modayı, makyajı, drag queen’leri[7] (genellikle kuir kültür ile ilişkilendirilen konular) sevdiğini İnstagram hesabından göreceksiniz. Fakat, kuir aktivitelere olan ilgisi onu Queer Eye’la çalışabilecek kuir bir özne yapmaz. “Queer+Hetero Eye” mı?
İlk bölümde Şahane Beşli Yoko-san’a -yaşadığı yerdeki düşkünlere bakmak için kendine daha az odaklanan yaşlı bir Japon kadına- yardım ediyor.
Tekrar tekrar yıllardır randevuya çıkmadığı vurgulanarak Yoko-san’ın seks yoksunu hayatı konuşuluyor bölüm boyunca.
Japonya’da evli ve bekar insanlar için büyüyen bir seks yoksunu kültür var ve Queer Eye’ın bunu bağlamından, davranışın nedenlerinden bağımsız sunması tehlikeli.
Seks; “önce aile”, “önce iş”, “önce toplum” Japon kültürünün öncelikler listesinde genelde en alta düşmekte. Çoğu Japon için seks öncelikli değil, değil; fazla çalışıyorlar, aşırı yoruluyorlar, kendilerinden başka herkesi önemsiyorlar.
Ek olarak Japonya ve Asya’nın çoğu, cinselliğe karşı mesafesini korumakta. Dışarıda seks hakkında konuşmak oldukça saygısızlık ve umursamazlık. Yerli yersiz bu konuyu gündeme getirerek Şahane Beşli kültürel cehaletleri ile Japonlara yardım etmeyi amaçlıyor. Fakat bölümde, çoğu Japon’un yapacağı gibi Yoko-san da kibarca gülümseyip geçiştiriyor konuyu.
Bir sonraki sahnede “moda uzmanı” Tan, Kiko’yu Yoko-san’a gardrobu konusunda yardım etmesi için davet ediyor. Tan’ın temellendirmesi:
“O bir model. Japon bakış açısını ekleyebilir.”
Kiko, Yoko-san’a (Japoncadaki “onna wo suteru” deyimini kullanarak) makyaj yapmayarak, şekilsiz ve cansız kıyafetler giyerek nasıl “kadınlığını bir köşeye attığı” ile ilgili ders vermeye başlıyor.
Tarihsel olarak ve bugüne kadar, Japonya’da hâlâ kadın düşmanlığı ve çifte standartlar var. Eğer bir kadın güzel ve zayıf bir oyuncu değilse onlardan cansız ve ağırbaşlı kıyafetler giymesi beklenir. Japon kadınlarına, ayrıca, küçük yaşlardan itibaren kendileri dışında herkesi (büyükleri, çocukları, aileyi ve kocayı) önceliklendirmeleri öğretilir.
Bencillik ayıptır.
Yüzeysel şeyler için bencillik daha da ayıptır.
Yoko’san’ı kültürel normlardan kurtarmak adına laubali çabalarından biri olarak Kiko kendisinin de kültürel normları “reddettiğini” göstermek için karikatürize bir biçimde iki kulak[8] yaptığı saçını kullanır.
Kiko’nun farkındalık eksiği, Yoko-san ile iki kulaklarını kullanarak empati yapmaktaki başarısızlığından da görülmektedir. Yoko-san’ın düşüncelerini gerçekten anlayamacak ve kabul edemeyecek kadar ayrıcalıkları ile sarmalanmıştır.
Sonra Yoko-san’a “yapması kolay” bir şey hazırlamayı öğretmek isteyen Antoni -“yemek uzmanı”- ile birlikte mutfağa geçiyoruz.
Antoni elma turtası yapmayı öğretmek için Yoko-san’ı pastaneye götürüyor. Ne yazık kendisine ki Japonya’da fırın kullanmak oldukça karmaşık bir şey. Japonya’daki çoğu evde sadece mikrodalga, bazen de küçük ocak vardır. Bir fırın bulmak oldukça nadir ve Antoni tarifini öğretmek için bir pastanedeki endüstriyel fırını kullanıyor. Yoko-san’a evinde de uygulayabileceği pratik yetenekler kazandırmak yerine Antoni için bu an yeteneklerini gösterme anına dönüşüyor.
İnternet üzerinden bulduğumuz egzotik bir yemek tarifini uygulayacakken malzemelerin yaşadığımız yerde ulaşılamaz olduğunu anladığımız onca seferi kim unutabilir. Ya malzemeleri bulmak imkansızdır ya da uzak özel marketlerde pahalıya satılırlar.
Zaten kendine zaman ayırmakta zorlanan bir Japon kadına İngiliz tarifi öğreterek Antoni harika bir şov yapıyor, başka bir şey değil.
Sonra, Yoko-san “farkındalık[9] uzmanı” Karamo ile buluşuyor ve Karamo’nun Batılı öz bakım mantığı tarafından dövülüyor. Karamo “Kendin için yaşamalısın!” diyor.
Yoko-san rahatsız bir vaziyette dinliyor ve kibarca -Japon kültürü içinde bu mantık sistemini takip etmenin zorluğunu işaret etmeye çalışırcasına- bilemediğini söylüyor.
Sanki söyleneni duymamış gibi Karamo gaza geliyor. Yoko-san gözyaşları içinde kabul edene kadar söylemini tekrar etmeye devam ediyor.
İzleyicilerin inanması istenenin aksine benim için bunlar mutluluk gözyaşı değil. Hadsiz saldırganlar tarafından empoze edilen zorlayıcı tekliflere karşı kibar olmaya çalışmanın rahatsızlığının ve yılgınlığının yaşları bunlar.
Japonya’da zıtlaşma ve saldırganlık oldukça kaba ve saygısızcadır. Bir baş etme yöntemi olarak çoğu Japon durumu yumuşatmak adına kibarlık ve anlaşmaya yönelecektir.
Şiddetin bu örneği Japonların oldukça sık karşılaştıkları bir durum. Japonya’yı ziyaret eden çoğu yabancı sert bir karşılık almadıkları müddetçe sıkıntı olmadığını düşünüp namünasip davranıyor, Japonların da dünyanın geri kalanıyla benzer yöntemlerle itiraz edebileceğine inanmak cehalettir.
Bu dialogda Karamo, Yoko-san’ı ve kültürünü daha iyi anlamak için hiç soru sormuyor. Bu, izleyicileri Japon kültürünün karmaşıklığı üzerine bilgilendirmek için kaçırılmış bir fırsat.
Sahne Karamo’nun Yoko-san’ı motoru ile gezdirmesiyle bitiyor. Yalnız, yolun yanlış tarafında sürüyor motoru. Japonya’nın trafik kurallarını dikkat edecek olsalardı motorun yolun sağ tarafından bize doğru geliyor olması gerekirdi.
Bir başka sahnede, “saç uzmanı” Jonathan Van Ness, Yoko-san’ın saçlarını kesiyor ve ona öz bakım düzeninin bir parçası olarak saki içmesini öğütlüyor. Kendisi için üzücü ama sake’yi bütün bölüm boyunca yanlış telaffuz ediyor.[10]
Bu sadece küçük bir telaffuz hatası değil. Jonathan Japon alfabesinin -bütünen farklı bir kelimeyi ifade eden- tamamen farklı harflerini kullanıyor. Sake (さけ, 酒)[11] şarap, saki (さき) ise bir kadının adı ya da yarım ada anlamına gelebilir.
Jonathan’ın milyonlarca insan tarafından seyredilen bir programda tek bir kelimenin telaffuzunu düzeltmek için uğraşamamış olması, birçok çok dilli azınlığın yakından bildiği bir mikro şiddettir. Eğer tam aksi gerçekleşmiş olsaydı, İngilizce konuşanlar bu hatayı anında düzeltirdi.
Jonathan, Yoko-san’a mum, sake ve yüz maskesi ile öz bakımını yapmasını tavsiye ediyor. Jonathan artık kültürel yetersizliğini kanıtlamış oluyor çünkü yalnız içki içmek Japonyada tabudur ve oldukça uygunsuz karşılanır. Amerikan kültürünün aksine içki içmek Japonya’da beraberce yapılan bir etkinliktir.
Bölümün sonunda ana kadronun anlatıcıyı tanıttığı kısa bir sahne gösterilir. Jonathan, çevirmeni anlaması aşırı zor kırık bir Japonca ile tanıtıyor. Kadro birbirini sevgi ifade eden “aishiteru”ya (seni seviyorum) boğarken Antoni rastgele bir kelime “Oishii!” (lezziz) ile sahneyi bölüyor. O anda kadro sadece birbirine gülmüyor, ayrıca dilin kendisine de gülüyor.
Dili espri olarak kullanmak bir sosyal grubun yegane kimliğini, dilini, aşağılamak suretiyle eğlendirir. Bu tarz bir komedi Japoncaya çevrilemez çünkü arkasında herhangi bir espri ya da mantık yoktur.
3.Bölüm: Kültürel Göreliliğin Önemi
Şahane Beşli içine kapanık bir manga[12] çizeri olan Kae’yi daha öz güvenli yapmak ve ailesiyle daha iyi bir ilişkilenme kurdurtmak üzere ziyaret eder.
İçe dönük bir manga sanatçısını seçerek program üstüne üstlük korkak, içine kapanık, genelde yalnız, gerçeklikten kopuk olduğu atanan manga ve anime[13] hayranı zararlı Japon otaku[14] tipini yeniden üretir.
Kae ve Kae’nin annesiyle oturduğu bir sahnede Antoni onlar ile ilgili dokunaklı bir konu olan birbirine sevgi göstermeyişlerini dile getiriyor.
Kae ve annesi neden Japonların fiziksel ya da sözlü ilgi göstermediklerinin arkasındaki kültürel algıyı anlatmak için didiniyorlarken Antoni gülüyor ve cevaplıyor: “Herkes özel olduğunun söylenmesine ihtiyaç duyar.” Dinleme, sorgulama ve her Japon hanesinde olan bu kültürel olgunun nasıl yönlendirileceği üzerine verimli bir tartışma yaratma fırsatını kaçırıyor.
Temas ve söz ile sevgi göstermek genel olarak Batılı bir anlayış. Çoğu Asya kültüründe aile üyeleri genellikle hizmet ederek sevgilerini gösterir. “Seni seviyorum”; pişmiş yemek, ayak işlerinin halledilmesi ve düşünceli bir hediye şekline bürünür. Kae ve annesi arasındaki sorunları Japon kültürüne yükleyerek program, dahası, Japonların ilgi gösterme tarzlarının yanlış olduğu inancını yeniden üretir.
Büyürken ailemden asla “seni seviyorum” duymadım ama asla sevgi eksikliği hissetmedim. Benim için emek verdiler, beni beslediler, giydirdiler ve onlara ne zaman ihtiyacım olduysa yanımdaydılar.
Antoni, Japon sevgisini Batı ölçüleri ile hesaplıyor ve nerede bir eksiklik görse Batı kültürünü ve değerlerini uyguluyor.
Bölümün devamında Queer Eye -sosyal medyada muazzam sayıda takipçisi olan- ünlü Japon kadın komedyen Naomi Watanabe’yi getiriyor. Kendisi en çok da Vogue ve The Cut gibi Amerikan yayınlarında viral olmuş olan Beyoncé lip-sync[15] performansı ile bilinir.
Japonya’da medyadaki ciddi rollerin hepsi Kiko gibi güzel ve zayıf kadınlara gider, Naomi ve diğer büyük kadınlar için sadece komik roller kalır ki genelde bu rollerde bedenleri şaka malzemesi yapılır.
Bölümün sorunu Naomi’nin Kae’ye vücut olumlama konusunda tavsiye vermesi için çağrılmış olması. Kae fazla kilolu değil ve program iğrenç bir şekilde vücudu nedeniyle öz güven eksikliği yaşadığını atıyor. Japonlar saklar ve nadiren vücutları hakkında ortalıkta konuşurlar, birçok insanın Batı medyasında yaptığının tam aksine.
Queer Eye Batılı güzellik anlayışını baskılıyor ve Kae, çok sevdiği kiloş[16] elbiselerin yerine daha dekolte giyinmek zorunda bırakılıyor. Kum saati şeklindeki hatları görünür oldukça Kae ağırbaşlı olmaya ve vücudundan utanmaya başlıyor.
İronik biçimde bu bölümün başlığı “İdeal Kadın”. Queer Eye kimin ideal kadınını yaratıyor?
4.Bölüm: Zararlı Tipleri Yeniden Üretmek
Sezonun son bölümünde Şahane Beşli evini düzenlemek ve evliliğini hareketlendirmek için içene dönük radyo yönetmeni Makoto’yu ziyaret ediyor.
Şahane Beşli Makato’yu sekssiz hayatından başlayarak tanıtıyor.
“Bu kalbimi kırdı.”
“Ah, zavallı şey!”
Kadroya dahil edebilecekleri milyonlarca Japon varken program dört karakterinden ikisini Japonya’daki seks yoksunu kültürü vurgularcasına seçmiş. (Makoto ve 1.bölümdeki Yoko-san)
Hatta, bu sefer, Şahane Beşli Makoto’nun evini saklı porno bulmak için karıştırmaya da başlıyor. Komik bir şekilde kanıt bulmak için uğraştıkça sekssiz Japon erkeklerinin pornoya bağımlı olduklarına dair zararlı tipi tekrar üretiyorlar.
Makoto hakkında konuşmayı bitirdiklerinde karısını tanıtıyorlar ama tüm odak mesleği.
“Yasuko, Fransız hizmetçi kostümleri giydiği ve müşterilere ‘Efendim[17]’ diye hitap ettiği bir kafede çalışıyor.”
Kamera bir anlığına, kaşını kaldıran Antoni’yi çekiyor.
Tam o anda, program Yasuko’nun kariyeri hakkında bir soru ortaya atıyor. Fakat, Makoto hakkındaki bölümde neden Yasuko’nun kariyeri gündemleşiyor? Queer Eye aslında Yasuko’nun mesleğinin olumsuz tiplemesini kocasıyla arasında bir gerilim yaratmak için kullanıyor.
Maid cafe’ler[18] Japonya’da oldukça yaygın ve tıpkı Disneyland’de prenses ya da bir başka karakteri oynayan aktörlerinki gibi sıradan bir oyunculuk türü olarak görülürler. Yalnızca yabancılar bunu garip ve cinsel olarak karşılarlar.
Bölümde daha sonra Tan, Makoto ile oturur ve karısının mesleği hakkındaki konuşmayı başlatır.
“Bir maid cafe’de çalışması seni hiç rahatsız etmiyor mu?”
Makoto muzipçe reddeder ve gülümser:
“Bunun benimle ilgili olduğuna inanmıyorum [ve] Onun kararlarına saygı gösteriyorum.”
Bölümde yer alan hiçbir Japon (Kiko, Makoto, Yasuko ve onu işe alan patronu), Yasuko’nun mesleğini dert edinmez. Ancak Şahane Beşli mesleğin sosyal manada kabul edilebilirliğini sorgulamaya devam eder.
Sorusuyla Tan, belki de Yasuko’nun saklı bir niyeti olabileceğini ima eder ve karısının eğer Makoto değişmezse onu terk edeceğini ekler. Bütün bunlara dair Makoto’nun fikri dahi yoktur ve şaşkına döner.
Tan’ın yaptığı -zaten oraya yönlendiren bir soruyla şüpheye sebebiyet vermek ve Makoto’ya kendi bilincini sorgulatmak suretiyle manipüle etmek- klasik bir gas-lighting[19] hamlesidir.
Makoto kekelemeye başlar ve Tan’ın ortaya attıklarından bariz biçimde rahatsız olur. Makoto’ya karısının -tüm ömrü boyunca tanıdığı birinin- saklı bir niyeti olduğu ve boşanmayı düşündüğü söylenmiştir.
Makoto ve karısıyla yapılan röportajlarda böyle bir sırra dair hiçbir ipucu yok. Onlar sadece, Batı tarzı ilişkilenmeye adapte olmamış iki birey.
Evlenme ve boşanma trendine bakarsak Japonya’da, Birleşik Devletler’de olandan oldukça düşük bir boşanma oranı var. Küresel boşanma oranlarında Birleşik Devletler genelde zirvede ve Japonya’yı neredeyse ikiye katlar. (oecd.org)
Özellikle bir terapi esnasında yapıldığı zaman başka bir kültürün korkularını diğerine uygulamak oldukça tehlikelidir. Bölümün sonunda Tan’ın problematik tahminlerinin yanlış olduğunu görüyoruz ama bu hatalı tahminlere asla değinilmiyor.
Bir başka sahnede Kiko Şahane Beşli’ye Japonya’daki terapi alma eksikliğini ve ruh sağlığı problemleri hakkındaki damgalamaları anlatıyor. Bu kültürel anlayış hakkında düşünmek ve bu kültürel zorluğu anlamak için sorgulamak yerine Şahane Beşli bunu bir yarışmaya çeviriyor. Karamo, Makoto ve karısı için bir terapi seansı düzenliyor.
Bu ana kadar Queer Eye, kadının mesleği ve mevzubahis olmayan bir boşanma ihtimali üzerinden Makoto ve karısı arasında bir gerilim yaratıyordu. Karamo, Makoto’yu karısının karşısına oturtup kadına eşini sevip sevmediğini soruyor.
Yasuko’nun tedirginliğini görüyoruz ama daha az önce terapinin Japonya’da ne kadar nadir olduğunu da öğrenmiştik. Ayrıca, üçüncü bölümde sevginin sözlü ifade edilmesinin de Japon kültüründe çok yaygın olmadığını öğrenmiştik. Karamo’nun Yasuko’dan yapmasını istediği şey on yılların kültürel koşullandırmasının kamera önünde hiç de profesyonel olmayan bir terapi ortamında yok sayılması. Cevap vermedeki tereddüt, seyircilerin inanması istenenin aksine, parçalanan bir evlilikten dolayı değil.
Birkaç dakika sonra Yasuko, Makoto’ya aşkını dile getiriyor ki güzelce karşılık da alıyor.
Makoto karısına açıldıkça duygusallaşmaya başlıyor. Yapması zor bir şey bu. Fakat partnerler arasındaki bu durumun doğal akışıyla çözülmesi yerine Karamo, Makoto’dan odadan ayrılmasını istiyor.
Makoto, Yasuko birkaç adım ötesindeyken Karamo’nun kollarında göz yaşları içinde kalıyor. Queer Eye bu anı Karamo’nun yüzüne yakınlaşılan ağır çekimler ve Karamo’nun Makoto’nun yaşlarını parmaklarıyla silmesi de dahil her açıdan seyirciye gösteriyor. Bu kısacık dakikalarda Queer Eye, çift için büyük çözülme sayılabilecek şeyi Karamo’ya mal ediyor ve ona, sinematik bir “kurtarıcı” anı bahşediyor. Tüm bunlar Yasuko birkaç adım ötede tek başına ağlaması için terk edilmişken gerçekleşiyor.
Yasuko’nun işiyle ilgili bir problem yoktu.
Ortada hiçbir sır yoktu.
Gerçekleşmek üzere olan bir boşanma yoktu.
Şahane Beşli hatalı tahminlerinden hiç bahsetmiyor ve Makoto’nun daha en baştan onlar tarafından yaratılmış problemler yüzünden akan gözyaşlarını silmeye devam ediyor.
Bu bölümde Antoni, Makoto’ya Japon omleti, omu-rice yapmayı öğretir. Omu-rice arasında kızarmış pirinç, sos, sebze, et ve başka malzemeler olan çırpılmış yumurta. Basit. Ev işi. Lezzetli.
Fakat Antoni’nin Makato’ya öğrettiği hiç de öyle değil.
Bunun yerine Antoni, daha önce hiç yemek yapmamış olan Makoto’ya sadece filmlerde, dizilerde ve restoranlarda görülen oldukça karmaşık bir versiyonunu öğretiyor.
Çırpılmış yumurtalı krebi basitçe kızarmış pirinçle doldurmak yerine Antoni’nin tarifi, kızarmış pirincin üzerinde daha sonra tepesinden delinecek hiç de istikrarlı olmayan bir çırpılmış yumurta “topu” yapılmasını gerektiriyor. Doğru yapıldığında oldukça güzel görünür.
Tasty’de[20] bu tarif, “yapılması en zor omlet tarifi” olarak geçer. Ayrıca Antoni’nin kamera karşısında yaptığı versiyonuna bakılırsa bilgi eksikliği ve tecrübesizliği var.
Bu sahneyi izlemek daha yeni öğrendiği şeyi öğretmeye çalışan bir çocuğu izlemek gibi. Bu çocuklar mest olmuşlardır. Yapış biçimleri hiç de doğru değildir. Ayrıca, ne olup bittiğini ayırt edebilecek kadar bir hakimiyete de sahip değildirler.
Antoni ustalaşmadığı bir tarafi, daha önce hiç yemek pişirmemiş birine öğretmeye çalışıyor ve kalpten bir yardım için bilinçsiz olduğunu gösteriyor.
Şimdi de sezonun en problematik bölümüne gidiyoruz.
2.Bölüm: Japon Kuir Görünürlüğünü Kısıtlamak
Kiko Mizuhara’nın problemli kadro dahiliyeti en çok bu bölümde ortaya çıkıyor. Kuir görünürlüğünü (“kuir” göz/bakış[21]) ve azınlık temsilini (kadroya çeşitlilik eklenmesi) kutlayan bir program için Kiko’yu kadroya eklemek Asya-Pasifik bölgesi kuirlerinin sıkça karşılaştığı olumsuz sosyal hiyerarşiyi tekrar üretiyor.
Queer Eye’ın kadrosunda iki beyaz erkek, bir beyaz nonbinary[22], bir siyah erkek ve bir Pakistanlı erkek bulunuyor. Fakat, bir kuir Japonun eklenmesi düşünüleceğine cishet bir kadın ekleniyor. Kiko, dahiliyeti ile, en çok temsile ihtiyaç duyanların yerini ellerinden alıyor.
Bölüm başlar başlamaz Kiko Şahane Beşli’yi kokteyli içmeye Shinjuku Ni-Chome’a (Tokyo’nun en büyük kuir çevresi) davet ediyor. Nasıl geylerin “arasına karıştığını”, “kimsenin [onun] kim olduğunu önemsemediği”ni anlatıyor ve bu sayede favori disko şarkılarını dinlerken “harika zaman geçirebiliyor”.
Kiko için üzücü ama kendisi için olmayan bu çevrede ne kadar iyi vakit geçirdiği hiç önemli değil. Cishet bir kadın olduğundan beraber dans ettiği mekan sahiplerinin muhafazakar çoğu Japon bar ve gece kulübüne giremediğini unutuyor. Bir kuir mekanı ünlü olduğu için rahatsız edilmeden partileyebileceği bir eğlence hizmeti olarak tanımlayarak Kiko duyarlılığını gözler önüne seriyor(!)
Barda içmeye devam ederlerken Jonathan, Kiko’ya Japonya’da gey olmanın zorluklarını soruyor. Bu deneyimi ve sıkıntıları anlatabileceği kelimeleri bulmakta zorlanıyor ki bu Japon kuirlerin sorunları hakkında konuşma başlatmak için tüm sezon içindeki en iyi fırsat.
“Zor. Fakat genç nesiller daha açık. Yani değişiyor gibi.”
Dile getirmeyi beceremediği konu, yeni nesiller daha kabul edici olsa da, hâlâ Japonya’nın çoğunda yaygınlığını koruyan aşırı muhafazakar inanışların olması. Kasım 2019’da bu metin yazım aşamasındayken Japonya’da eşcinsel partnerlikler ulusal anlamda tanınmıyor, eşcinsel partnerler için evlat edinme/taşıyıcı annelik yasal değil, onarım terapisi[23] yasaklanmamış ve kırk yedi vilayetten sadece ikisinde LGBTİ+ karşıtı ayrımcılıklara dair yasalar var.[24]
Bu sahnede ayrıcalıklı oluşu pirüpak haliyle görüyoruz. Aralarında bir kuir Japon dahi yokken bir masa etrafında oturmuş, küresel bir izleyici kitlesine Japon kuir dertler hakkında konuşan iki beyaz erkeğimiz, bir beyaz nonbinaryimiz, bir siyah ve bir Pakistanlı erkeklerimiz ve bir hetero kadınımız var.
Kuir Japonlar, bölümde göründükleri birkaç anda ise “Kiko’nun [adsız] arkadaşları” olarak sunuluyorlar. Kiko’nun bölümün kahramını Kan’ı lezbiyen ve gey arkadaşlarına tanıtması koca bölümde sadece birkaç dakika sürüyor. Bu sürede seyirci, karakterler hakkında cinsel yönelimleri hariç hiçbir şey öğrenmiyor.
İşte, bir gey Asyalı; bir gey Asyalı daha. Tanışmalısınız ve böylece her şey güzel olacak.
Queer Eye kuir Japonları bulmak konusunda zorlanmadı. Onların ciddi konuşmaların bir parçası olmalarına izin vermemeyi seçti sadece.
Şahane Beşli Londra’dan yeni taşınan ve bir kozmetik şirketinin pazarlama departmanında çalışan Tokyo sakini Kan’ı tanıtıyor.
Kan’ın da başka bir ülkede yaşayan beyaz bir erkek arkadaşı var, Tom. Bu kadro eklentisi de çoğu Asyalının yurtdışından beyaz bir partner aradığıyla ilgili olumsuz tipleştirmeyi yeniden üretiyor. Bu örnek, Queer Eye’ın küresel izleyici kitlesine gösterilen tek Asyalı kuir ilişki temsili olduğu zaman aşırı problematik oluyor.
Tom’un bölümün sonuna kadar görünmemesine rağmen Şahane Beşli’nin Kan ile yaptığı konuşmaların çoğu onunla ilgili. Tom’u tanıtırlarken de Şahane Beşli onu anlatmak konusunda en az 4.bölümdeki Makoto’nun maid cafede çalışan karısı Yasuko’ya yaptıkları kadar başarısız oluyorlar. Dahası Queer Eye azınlıkların ırklar arası ilişkilerde maruz kaldıkları çifte standartları sürdürüyor.
Bölümün başında Şahane Beşli, Kan’a Tom’un Japonca öğrenip öğrenmediğini soruyor. Kan onlara Tom’un Japonca öğrendiğini söylüyor ve onlar keyifle gülüyorlar. Karamo “Gerçek aşk!” diyerek yanıtlıyor.
Burada Şahane Beşlinin Kan ve Tom’un üzerine uyguladığı çifte standartı net olarak görebiliyoruz. Tom’u giriş seviye Japonca öğrendiği için metheden ama Kan’ın kusursuz İngilizcesini asla görmeyen bir Şahane Beşlimiz var.
Ayrıca bu sahne hakkındaki problem çoğu ırklar arası ilişkilerde deneyimleniyor. Dil neden bu kadar önemli ve neden aşkın bir kanıtı? Sırf ingilizce konuşabiliyorum diye bu tüm İngilizce konuşan bireyleri sevdiğim anlamına gelmez. Tom’un dili konuşabilmesinden, onun Kan’a nasıl davrandığını anlayamayız ki aşkın asıl kanıtı budur.
Irkımı fetişize eden bir çok erkekle randevuya çıktım. İlk randevumuzda bildikleri tüm Japonca ifadeleri kullandılar. Bu erkeklerin anlamakta başarısız oldukları şey Japoncanın benim kimliğimin sadece küçük bir parçası olması. Bir kariyerim var, hobilerim var, sevdiğim/sevmediğim şeyler var ve birden fazla etnik kimliğim var. Etnik kökenimin dilinin benim en önemli parçam olduğunu düşünmek tek kelimeyle cehalettir.
Antoni’nin Kan’la ilk buluşmasında konuşma, hızlıca Tom’a geri dönüyor. Öğrendiğimiz kadarıyla Tom yemek konusunda seçici ve Antoni, Tom’un zevk aldığı şeylerden yola çıkarak Kan’a ne pişirebileceğini öğretmek istiyor. “Tom için çaba göster” diyor Antoni.
Şimdiye kadar Kan’ın nelerden zevk aldığı, neleri yemeyi sevdiği, boş zamanlarında ne yaptığı ile ilgili hâlâ bir ipucumuz yok çünkü sevgilisi konuşmanın odağı olmaya devam ediyor.
Nasıl yakitori (çubukla yenen bir yemek) yapılacağını öğrenmek için bir araya geliyorlar. Antoni kameraya konuşuyor ve izleyiciye hatırlatıyor: Kan yakitori yapmayı öğreniyor çünkü “bu, anayurdu hakkında bilgi olmakla ile ilgili” ve “Tom geldiğinde ilgilenildiğini hissetmeli”.
Kan da dünya üzerinde çeşitli ülkelerde yaşamış uluslararası bir vatandaş ve Tom ile ilgilenmek için ve “anayurt”unu göstermek için yapmak bir yana daha iyi bir nedeni olmalı yemek yapmak için.
Antoni sözcük seçimin ırkçılık yüklü olduğundan tamamen habersiz. “Anayurt[25]” aslında Apartheid[26] altındaki Güney Afrika’da siyahlarla beyazları ayıran ayrık bölgeleri ifade eder ve sözcük bugün genelde savaş bağlamında kullanılır.
Bush yönetiminin 9 Eylül terörist saldırılarından sonra Anayurt Güvenlik Ofisini kurmasının ardından Cumhuriyetçi müşavir ve özel kalem müdürü Peggy Noonan “Anayurt Güvenlik adı, anlaşılır biçimde, birçok kimselerin damarına basıyor. Anayurt, Amerika’ya ait bir kelime değil; bu bizim ne daha önce ne şimdi kullandığımız bir şey.”
İkili çabuk bir yemek için mola verdiğinde Antoni, Kan’a “nanakorobi yaoki” ne anlama geliyor bilip bilmediğini soruyor. Antoni, akıcı bir Japoncası olan ve Japonya’nın yerlisi biriyle konuştuğunu çoktan unutmuş.
Kan başıyla onayladıktan sonra Antoni deyimi Kan’a açıklamaya devam ediyor. “Nanakorobi yaoki” (yedi kere tökezler, sekizde kalkarsın) ebeveynlerin yürümeyi öğrenen çocuklarına söyledikleri çok yaygın bir ifadedir. Antoni, bu düşüncesiz hamlesinden habersiz, Japonca bu ifadeyi bir Japona karşı kendi öğretisi olarak kullanıyor.
Kan, kafasında duyduğu başkalarına ait sesler yüzünden gey bir erkek olarak kendini kabullenirken yaşadığı sıkıntıları paylaşıyor. Antoni kibarca karşı çıkıyor:
“Ne kadar kendimizle, olduğumuz kişiyle rahatsak o kadar dışarıda başımız yukarıda, utanmadan ve endişelenmeden yürüyebiliriz bence.”
Antoni, Kan’ın hislerini geçerli kılacak ve onlarla empati yapacak bir boşluk bulamıyor. Kan’ın kafasındaki iç sesler ile Antoni’ninkilerden, özellikle de yaşam deneyimleri kıyaslanınca, tamamen farklı. Kan büyürken Japonya’da açık ve gururlu olmak duyulmamış bir şeydi. Antoni içinse Kanada’da doğduğundan dolayı daha fazla LGBTİ+[27] hakları ve koruması var.
Antoni, Kan’a kafasındaki seslerin ne dediğini sormaktan bile aciz ki bu kendisine benzemeyen başkalarının olduğunu öğrenme fırsatıydı.
Uluslararası Af Örgütü bu durumu kısa ve öz özetliyor:
“Japonya’da LGBTİ+[28] insanlar aileleri ile yaşadıkları evlerde, iş yerlerinde, eğitimde ve sağlık hizmetlerine ulaşımda hâlâ ayrımcılıkla karşılaşıyorlar. Japonya’da bireyler resmi olarak cinsiyetlerini değiştirebiliyor olmasına rağmen evlenemiyor, kısırlaştırılma ve beden uyum süreçlerini geçirmeleri gerekiyor. Hatta bazı politikacılar ve devlet yetkilileri kamusal düzlemde açıkça homofobik ifadeler kullanıyor.”
Sadece geçen sene, 2018’de; mühim bir politikacı, gey çiftleri “üretici olmayan”, “doğurgan olmayan” olarak nitelendirdi ve “vergi gelirlerinin onlar için harcanmasının uygun” olup olmadığını sorguladı. Davranışı yüzünden asla kınanmadı üstüne diğer meclis üyeleri de onu desteklediler.
Doğrudan -özellikle konu kuir hakları olduğunda aşırı muhafazakar bir çizgisi olan- Japonya Başbakanı Shinzo Abe tarafından atanmıştı bu mühim politikacı. Abe bu tutumunu hiç düzeltmemiş ve defalarca Japonya Anayasasını eşcinsel evliliklere izin verecek şekilde revize etmenin aşırı zor olduğunu söylemişti.
Sezonun en ilginç kısımlarından birinde Karamo, Kan’ı bir arkadaşıyla buluşması için parka davet ediyor. Bu arkadaş internet ünlüsü gey Buddhist keşiş ve makyaj sanatçısı Kodo Nishimura’dan başkası değil.
Buradaki problem ne? Kodo zamanının çoğunu Amerika’da makyaj sanatçısı olarak çalışarak geçiriyor ve yılın çoğunda New York’ta ikamet ediyor. Japonya’da yaşayan, çalışan, her daim kuir hakları ve koruması için mücadele veren insanlara dikkat çekmekte başarısız olunmuş bir başka fırsat daha.
Bu yılın başlarında Taiga İshikawa Ulusal Diet’e[29] seçilen ilk açık kimlikli gey erkek meclis üyesi oldu ve kendisi 2002’den beri LGBTİ+ hakları üzerine çalışmakta. Medyada öne çıkarılması ve dikkat çekilmesi gereken şey bu.
Bu sahnede Kan, kuir Asyalıların çok yakından bildiği bir sorunu dile getiriyor. Londra’da iken gey kömünitesinin hakaret etmelerinden, Asyalılardan hoşlanmıyor oluşlarından, randevu uygulamalarında[30] gördüğü “No Asians[31]”lardan ve bunu bir Japon komünitesine anlattığında da sadece okoma no hanashi (ibne muhabbeti) yapıyor olduğunun söylenmesinden muzdarip. “Okama”; “ibne”, “travesti” ve “sapık” anlamlarını taşır.
Daha önce hayatımda birçok kez benzer şekillerde ırkçılıkla karşılaştım, randevu uygulamalarında da yüzyüzeyken de. “No fem. No Fat. No asian.[32]” ifadelerinin randevu uygulamalarındaki kullanımı o kadar popüler ki bununla ilgili sayısız şarkı, film ve bilimsel makale yapıldı, yazıldı. Bugün neredeyse her randevu uygulamasında hâlâ ırksal seçimlere göre insanları filtreleme ve dışarıda bırakma seçeneği mevcut.
Kan gözyaşları içinde kalırken Kodo neredeyse bunu takmıyor ve Karamo konuyu “Bu söylediğin şeyleri ben de duyuyorum. Koyu tenim hakkında.” diyerek kendine çeviriyor.
Ben bir siyah erkek olarak yaşamayı, Karamo da Asyalı bir erkek olarak yaşamayı asla anlayamaz. Karamo’nun Kan’a destek olmak ve alan tanımak adına ilgiyi geri kendi üstüne çekmemesi gerekirdi.
Karamo, sonra da, Kan’a kendini daha fazla sevmesini öğütlüyor. Bu bariz ırkçılığa karşı ses çıkarmayarak Karamo’nun da elleri kirleniyor.
Hiçbir şekilde kamusal bir alanda “no Asians” demek kabul edilebilir değil. Bu, işyerlerinde ve hizmet alınan yerlerde olduğu gibi kovuşturması yapılabilecek bir ırkçı ayrımcılık pratiğidir.
Günün sonraki saatlerinde Jonathan, Kan’ı saç kestirmeye davet ediyor. Kan koltuğa oturduğu gibi Jonathan ona görünürlük üzerine bir nutuk çekiyor.
“Kültürdeki değişime şahitliğimizin bir parçası da, en azından birçok deneyimde, görünürlüktür. İnsanlar, geylerin çok çalışkan insanlar olduğunu, çok yetenekli olduklarını görürler. Heteronormatif meslektaşlarının yapabildikleri her şeyi onlar da yaparlar.”
Kadroda ya da Japon kuirler ile ilgili hassas konuşmalarda hiç kuir Japona yer verilmeyen bir platformda görünürlük üzerine nutuk çekemezsin.
Queer Eye kuir Japonları yardıma muhtaç (Kan) veya Kiko’nun isimsiz arkadaşları olarak programa yerleştirdiğinde savunuculuğunu yaptıkları görünürlüğü aksine bastırıyorlar.
Jonathan nutkuna devam eder:
“Sorun hiç Tokyo olmadı. Sorun, Kan’ın Tokyo’daki Kan’a tepkisi.”
Maalesef, Japonya’da kuirlere hak ettikleri haklar ve koruma verilene kadar Kan tam anlamıyla güvende değil. Jonathan’ın yorumları Japon kuir yaşamı yönlendirmek konusunda cahilce ve duyarsız. Ayrıca, Kan tekrar ve tekrar kendini açıklamaya çalıştıkça Jonathan nutuk çekmeye devam etti ki bu onun ayrıcalıklarının ve beyaz bakış açısının kırılmasının ne kadar zor olduğunu kanıtlıyor.
Bölümün sonunda Kan erkek arkadaşı, annesi ve kardeşi ile akşam yemeği yiyecek. Tom, Kan’ı ziyaret etmek için gelmiş ve ikisi içki içmek için erkenden geçiyorlar mekana.
Kan sipariş vermeye başladığında Tom kafası karışmış, menünün üzerindeki elini sallıyor ve Kan’a kontrolü almasını işaret ediyor.
“Sana izin veriyorum… sanki…”
Sipariş verilecekken kontrolü eline almak için Kan’ın izin almasına gerek yok, özellikle de Tom’un başlangıç seviye Japoncası nedeniyle yapabileceği başka bir şey yokken. Tom’un iktidar oyunu, zaten kontrolünün olmadığı bir durumda kontrol elindeymiş gibi davranması, küçük düşürücü.
Buna Antoni’nin tepkisi:
“Bazen seni yönlendirecek birinin olması hoş bir şey.”
Antoni, Kan’ın genelde baskın karakter olmadığını atayarak pasif[33] Asyalı tipini yeniden üretiyor.
Bundan sonra Kan’ın annesi ve kardeşi mekana geliyorlar. Onlar oturduktan ve tanışma faslı bittikten sonra Kan’ın kardeşi Tom’a ne kadar Japonca bildiğini soruyor. Cevaben Tom kötü bir telaffuz ile Japonca “Biraz.” diyor.
Bobby çıkışıyor: “Ben Tom’un ne kadar çok çabaladığını biliyorum çünkü ben de sürekli kayınvalidem ile biraz biraz Vietnamca konuşmaya çalışırım.”
Kan ve ırklar arası ilişkide olan diğer Asyalılar için, aşırı düşük bu standart her gün mücadele ettiğimiz bir şey. Biz sadece ana dilimizi öğrenmiyoruz, biz partnerlerimizle konuşabilelim diye İngilizce de öğreniyoruz. Fakat partnerlerimiz hâlâ bizim ingilizcedeki akıcılığımıza kıyasla bizim dilimizde akıcılığa erişemiyorlar. Birleşik Devletler’in çoğunluğu tek dil konuşabiliyorken Asyalılardan -dünyanın neresinde yaşadıklarına göre- iki, üç ve hatta dört dil bilmeleri bekleniyor.
Muhabbet ilerledikçe Kan kalbinden geçenleri açmaya başlıyor. Japonya’yı terk etmekle ilgili eski düşüncelerini, bunun ailesi için ne kadar zor olduğunu ve şu an onlarla beraber ilk kez akşam yemeğine çıkmış oluşunun neşesini ve hazzını paylaşıyor ki aslında alttan alta açılmaya ve Tom’un sevgilisi olduğunu açıklamaya çalışıyor. Yemekte “Ben geyim.” ya da “Tom benim sevgilim.” cümlelerini asla duymuyoruz ama bunun yerine iki dünyası arasındaki uçurumda yürümek için gey bir Japonun elinden geleni yaptığı bir ana şahit oluyoruz.
Japon bir erkek olarak hürmetkâr ve hayırlı evlat olmak, fakat bir gey olarak da özgürlüğünü ve bağımsızlığını savunmak.
Bu hem kuir hem Japon olmanın en büyük ikirciklerinden biri bu. Muhafazakar kültürel bağları bir kenara atmak imkansız çünkü bu bizim kimliğimiz ve bir beyaz, siyah ya da Pakistanlının bizden aksini beklemesi saygısızca, düşüncesizce ve bizim kendimizi keşfetmemiz açısından zararlı.
Yemek boyunca Queer Eye sadece Kan’ın ailesinin Tom’a iltifat ettiği anların olduğu klipleri gösteriyor. Konuşmadan daha başka ortaya çıkan hiçbir şey yok.
Tom’u merkeze konumlandırarak program, seyirciyi Kan ve ailesi arasında geçen daha derin konuşmalardan ve duygulanımlardan mahrum ediyor. Bu muhabbet hiçbir zaman Kan’ın sevgilisi ile ilgili değildi. Muhabbet Kan, ailesi ve onların muhafazakar Japon kültürü içinde birbirlerine olan sevgileri bulmalarının bireysel çabaları ile ilgili. Gerçekten öğrenmekte ve Japon kuir anlatılara derinlemesine şahit olmakta kaçırılmış bir fırsat daha.
Yemeğin sonunda Jonathan duyuruyor, “Daha iyiye gidemezdi.” ve Kiko Japonya’da açılmanın iç yüzünü biraz daha anlatıyor:
“Çoğu arkadaşım, onlar… Onlar, “hey, bu benim sevgilim ve ben geyim.” gibi şeyler söyleyemiyor.”
Bölümün sonunda Karamo’nun çubuk kullanmayı öğrendiği kısa bir sahne yer alıyor.
Batılı bir bağlamda çubuğun komedisinin yapılması çoğu Asyalının münakaşalarının önemli bir gündemi, özellikle de Japonların. Çubuk sıklıkla ırkçı bir mizah anlayışının parçası olarak kullanılır ve Batılılar -özellikle de seyahat ediyorlarken- Japon restoranlarından çatal, bıçak ve kaşık gibi Batı yemek takımlarını sağlamalarını beklerlerler. Japon kuruluşunda çatal beklemek Amerikan restoranlarında çubuk beklemek gibi bir şey. Batılılar, sürekli, Japon restoranlarına kendilerinin ihtiyaçlarını karşılamaları için baskı uyguluyor.
Bu mikro şiddet anı, dahası, Queer Eye Japonya’nın kurtarmaya çalıştıkları Japon seyirci yerine Japonya dışındaki seyirciye hitab etmek için yapılmış olduğunu kanıtlıyor.
Her bir kadro elemanının sosyal medyada milyonlarca takipçiye ulaşmasıyla Queer Eye eskisinden daha da önemli olmaya başlıyor. Bu sezondaki farkındalık eksikliği, duyarsızlıklar ve kültürel sınırlar -malesef- küresel kitlelerine aşırı problemli mesajlar yolluyor.
Kişisel ünlerinin artırmak peşinde kadro üyeleri metin bir başka kültürden duyguları çıkarmak için uğraşıyor ve bu çabayla programın gerçek doğası ve maksadı kendini belli ediyor. Editing’le[34] dahi kadronun engin cehaletini ve ırkçılığını saklamak imkansız.
Bu sezon için üzücüdür ki kadro, egolarını kurtaramadıkları gibi, Japonları da kurtaramıyor.
Biz sizin oyuncağınız değiliz.
Fakat gelişebiliriz. Daha iyisini yapabiliriz.
Birincisi, yeni bir kültürü anlamak için farklı bakış açılarına, özellikle de uyuşmadıklarımıza, açık olmamız gerek. Dünyanın her yerinde insan psikolojisi ve kültür asırların ayrılığına dayanan büyük farklılıklara sahiptir.
Bir bölgede sosyal olarak kabul edilebilir olan bir başkasında olmayabilir.
Doğru olan yanlış olabilir.
Başarı olan başarısızlık olabilir.
Ve bir ülkede insanlara mutluluk getiren şey bir başka ülkede getirmeyebilir.
Hepimiz eşsiz yaşam tecrübelerimize istinaden koşullandırılırız. Her gün yanımızda taşıdığımız ön yargıları ve sınırları yaratıyorlar. Dünyayı doğru görmek başkalarının gözünden bakarak olur.
Hoş görgüsüzlük, asla daha fazla hoş görüsüzlük ile onarılamaz.
İkincisi, insanlar acılarıyla bize geldiğinde onları dinlemeli, anlamalı, empati yapmalıyız. Çözümü bırak ve insanlar halletmeleri gereken neyse hallederken yanlarında ol. Tereddüt ettiğinde sorular sor. Kültürel çatışmalarda ağzımızı kapatmak, kulaklarımızı ve kalbimizi açmak konusunda dikkatli olmamız gerekiyor.
Son olarak, biz uzmanı değilsek doğru deneyimli doğru insanları getirmeliyiz. Artık Japon kuirler yerine cishet kadınlar konuşmasın. Tahminen % 5’i LGBTİ+[35] olan Dünyada 7.7 milyar, Japonya’da 128 milyon insan var. Bu da bize aralarından seçebileceğimiz en az 6.34 milyon insan yapar. Her bir kadro elemanının sosyal medyadaki popülaritesi ile ve milyonlarca takipçisi ile Queer Eye’ın bir Kuir Japonu kadroya dahil etmemiş olması için hiç mazeret yok.
Hızlıca sezonu düzeltmek için cishet kadını kadrodan çıkarmalı, kadroya kuir bir Japonu dahil etmeli ve onu kültürel konuşmaların merkezine koymalılar. Bir değişim yaratmak için Şahane Beşli geri durmalı ve yardımcı roller oynamalı. İlk olarak, hizmet etmek istedikleri kişileri koymalılar programa.
Benim kuir Japon kültürüm senin oyuncağın değil.
***
Güncelleme: 11/15/19
Queer Eye’ın bu sezonunda gördüğüm sıkıntılardan bazılarıyla ilgili tweet attım ve sonrasında Bobby Berk beni engelledi. Asla kendisine mesaj atmamış ya da onunla ilgili tweet atmamıştım.
Çok yazıktır ki program da kadro üyeleri de ortaya çıkarılan hiçbir sıkıntı ile ilgi konuşmak istemiyor. Medyalarında kuir Japon sıkıntılarını kullanmak istiyorlar ancak bununla ilgili olarak kuir Japonlarla konuşmayı reddediyorlar.
***
Ben güncel olarak New York’ta yaşayan ikinci nesil Japon Tayvanlı Amerikanım. Ebeveynlerim ben doğduktan hemen sonra Amerikaya göçmüşler ama kültürel anlamda Japon olarak yetiştirildim. Düşüncelerim ve eleştirilerim Amerika’da Japon ailesinde ve komünitesinde büyümenin yaşam tecrübesinden temellidir.
İnstagram’ımda bunu neden yazdığımla ilgili düşüncelerimi paylaşıyorum.
Medium’daki bu yazıyı yazarak dersler paylaşıyorum.
“Yellow Glitter” adında bir podcast sunuyorum, gey Asyalı gözünden ve ruhundan farkındalık. Apple Podcast’te, Google Podcast’te, Spotify’da, iHeartRadio’da, Stitcher’da, Overcast’te ve TuneIn’de bulabilirsiniz. Irk, kimlik, aşk, yaşam, ve daha fazlası hakkında konuşmak üzere Margaret Cho ve Ian Alexander gibi harika konuklar ağırlıyorum.
Her hafta “Farkında Anlar” adında farkındalık, güncel etkinlikler ve düşündürecek linkler paylaştığım bir bülten yolluyorum.
Okuduğunuz için teşekkürler ve eğer yararlı bulduysanız lütfen paylaşın.
IG | YT | FB | TW | StevenWakabayashi.com
Dipnotlar
[1] Erişim: 20 Aralık 2020
[2] Programın her biri farklı bir uzmanlığa sahip 5 kişilik ana kadrosunun kendileri için kullandığı isim.
[3] Orijinal versiyonda “stereotype”. Tam bir çeviri olmasa bile edebiyattaki karakter-tip ikiliği düşünüldüğünde buraya da uygulanabilir.
[4] Karşı karşıya kalınan kültür hakkında bilgisiz ve -dolayısıyla- duyarsız olma durumu.
[5] en. Atanmış cinsiyeti, toplumsal cinsiyeti ile uyuşan kimse. “na-trans” şeklinde çevrildiğini görebilirsiniz zaman zaman. Nitekim “trans vs. natrans” gibi bir ikilik yaratmak politik anlamda doğru gelmediği için orijinal haliyle bırakmayı tercih ettim.
[6] en. “Cisgender heterosexual”ın kısaltması.
[7] en. Anadolu kültüründe karşılığı “zenne”dir. Anadolu’daki karşılığından farklı olarak “cinsiyet normların abartılarak sergilendiği performanslar yapan kimse” şeklinde tanımlanabilir. Bu farktan dolayı çevirmemeyi uygun buldum.
[8] Orijinal metinde “pigtail”. Türkçesi “domuz kuyruğu”. Ailemde saçın bu şekilde toplanması “iki kulak” şeklinde adlandırılır. Genel olarak böyle bir kullanım olup olmadığını bilmemekle birlikte böyle çevirmeyi tercih ettim. Saçın, kafanın iki yanından at kuyruğu şeklinde toplanması.
[9] Orijinal metinde “mindfulness”. Belki burada bahsedilen farkındalığın yalnızca dış etmenlerin farkındalığı ile ilgili olmak zorunda olmadığını belirtmek önemli olabilir. Kişinin öz farkındalığı da aslında bu “uzman”ın sağlamayı amaçladığı şeylerden biri.
[10] İki kelimeyi de Türkçe telaffuz kurallarıyla okursanız doğru telaffuz etmiş olursunuz. “Kar” yerine “kâr“ demek gibi bir telaffuz hatası ama bu basit bir hata değil, sonraki paragrafta nedeni açıklanacaktır.
[11] Kelimenin parantezin içindeki ilk yazımında Hiragana alfabesi, ikincisinde ise Kanji alfabesi kullanılmıştır.
[12] ja. Japonya’ya özgü bir grafik roman türü. Siyah-beyaz olur.
[13] ja. Japonya’ya özgü animasyon türü. Genelde televizyonda yayınlanmak üzere üretilirler. Kökeni, İngilizce “animation” kelimesidir.
[14] ja. Saplantılı manga ve anime hayranı/bağımlısı gençleri ifade eden bir hakaret.
[15] en. Kişinin sanki çalınan şarkıyı söylüyormuşçasına dudaklarını oynatması. Bu, Amerika’daki drag performanslarında önemli bir bölümünü de oluşturur. Türkiye’de kullanılan ama yanlış bir kullanım olan “playback yapmak” ifadesinin doğrusudur.
[16] Orijinal metinde “a-line”. Alta doğru genişleyen bir elbise türü.
[17] Birçok farklı kullanımı olduğu için açıklamakta fayda var: TDK’daki tanımıyla “buyruğu yürüyen, sözü geçen kimse” anlamındaki “efendi”nin iyelik eki almış hali.
[18] en. Türkçe karşılığı “hizmetçi kafesi”dir. Bu tür kafelerde çalışanlar hizmetçi kostümü giyerler ve bu rolü oynarlar, müşteriler de “efendi” rolündedir.
[19] en. Tanımı cümle içinde de yer alan bir manipülasyon, psikolojik şiddet yöntemi.
[20] Bir Youtube kanalı.
[21] Orijinal metinde “the ‘queer’ eye” olarak geçer. Program adından ziyade kelime grubunun anlamına değinildiği için çevirisini yaptım.
[22] en. Kişinin kendini ikili cinsiyet sistemine dahil hissetmediğini tanımlayan bir cinsiyet kimliği.
[23] LGBTİ+lara uygulanan etik dışı sözde tedavi yöntemi.
[24] Yazım kuralları gereği yabancı dillerdeki kelimelerin eğik yazılması hariç metin içinde yer alan tüm eğik, kalın yazımlar ve renklendirmeler yazarın kendi vurgularıdır.
[25] Orijinal metinde “Homeland”. “Bantustan” adıyla da bilinir. Siyahların Güney Afrika’nın politikasından çıkarılması için atılan adımlardan biridir. Siyahların beyazlardan ayrı yaşamaları için “özerk” bölgeler yaratılmış ve bu sayede devlet, bu bölgelerde yaşayanların yasal güvence ve haklarından yükümlü olmadığını iddia etmiştir.
[26] Türkçe karşılığı “ayrılık”tır. Nitekim tarihi-siyasi bir terimdir, Türkçeye de aynen geçmiştir.
[27] Orijinal metinde “LGBTQ+” olarak geçmekte lakin Türkiye’de yaygın olarak “LGBTİ+” olarak kullanıldığı için bu şekilde kullanmayı uygun gördüm.
[28] Af Örgütü tarafından yazılan orijinal metinde “LGBT” olarak geçmekle birlikte kapsayıcılığı arttırmak adına bu şekilde değiştirmeyi tercih ettim.
[29] Japonya’nın yasama organı.
[30] Orijinal metinde “dating app”. Yeni insanlarla tanışmak ve randevuya çıkmak gibi amaçlarla kullanılan sosyal medya uygulamaları.
[31] en. “Asyalıya hayır”. Irkçı bir internet argosu. Türkiye’de de sık sık İngilizce haliyle kullanıldığı için çevirmemeyi tercih ettim.
[32] en. “Feminenlere hayır. Şişmanlara hayır. Asyalılara hayır.” Randevu uygulamalarında çokça karşılaşılabilen ayrımcı internet argoları. Türkiye’de de İngilizce halleriyle kullanıldıkları için çevirmemeyi tercih ettim.
[33] Anlam karışıklığı olmaması adına eklemekte fayda var: Buradaki “pasif” Türkiye LGBTİ+ argosundaki anlamıyla değil, “edilgen” anlamıyla kullanılmıştır.
[34] en. Türkçesi “düzenleme”. Video materyal yapım süreçleriyle ilgili teknik bir terimdir ve Türkçeye de aynen geçmiştir.
[35] Orijinal metinde “LGBT”. Daha kapsayıcı olmak adına bu şekilde değiştirdim.