Beton Grisinin Yaşamları

Kadir Kocamanoglu
Türkçe Yayın

--

Havadaki nemin buğulu bir cam ardından bakıyormuş hissiyle fark edildiği saatlerde yola çıktı. Yine nemden kapıları ve pencereleri çürümüş bu izbe mahalleyi geride bırakırken satmak için alacağı simitleri düşündü; erken kalkmıştı, çarşıdaki gelirin büyük bir payını elde edeceğini düşünerek hızlı adımlarla gülümseyerek devam etti. Çarşı demişken, Adana’nın çarşısı belki çok büyük değildi ama şehir merkezi tarihi yapıdan geçilmiyordu, öyle ki bu durum kentsel dönüşümü imkansız hale getirmişti. Bu durum da değil insan seline, araç denizine dahi yol açıyordu. Tarihi yapılar ve ibadethaneler zarar görmesin diye yavaşça süren restorasyonlar ve kısmi kentsel dönüşümlerin izi, yükselen bir sabah güneşinin süzülen ışıkları altında havada tozan kumlardan belli oluyordu.

Fırının önüne yaklaştıkça, sağdaki soldaki büfelerden sıkma meyve sularının kokuları gelmeye başlamıştı, buna bir de yıkılmaya yüz tutmuş iş hanlarının önünden geçerken eşlik eden arabesk müziklerin tınıları eşlik ediyordu; gençliğini hatırlar gibi olsa da bu beton grisi şehre mahkum olmuş insanların hayallerini haykırıyordu adeta çalan şarkılar.

Sahi en son ne zaman hayal kurmuştu ki? Olsa olsa simit almaya gittiği fırını satın almayı aklından geçirmişti, ona da fırının sahibine kıl olduğundan böyle bir düşünüvermişti, zira sorumluluk bilinci çok zayıf birisiydi. Düşüncelerini ilk tepsiden simitlerin kokusu geride bıraktırdı;

Bugünün ilk tepsisini bana veriyorsun Veli kardeş!

Efendi çocuktu Veli; geceden gelir, simitleri pişirirdi, belki de ıssız saatlerde gelip çok konuşmadığından mütevellit efendi sanılırdı. Öyle veya böyle; kendi işleriyle ilgilenirdi, sertleşen, kalmış simitleri de geceleri bomboş çarşıyı arşınlayıp gelirken sokak köpeklerine ıslatıp yumuşatarak dağıtırdı. Başarısız bir ilkokul hayatından sonra babası tarafından zorla bu fırına işçi olarak verilmişti ama şimdi buranın bir numaralı çırağı olmuştu. Öyle ki fırın sahibi Veli’den başkasına simitleri pişirmek, hamurunu yoğurmak işlerini güvenmezdi. Gündüzleri çarşının; insan kaynaklı nasıl taşkın bir deniz olduğunu ama geceleri gelgit sonrası sahilleri andıran ıssızlığını sadece Veli bilirdi. Öğleye doğru önlüğünü çıkartıp Beş Ocak Meydanı’nı geride bırakırken yükselen güneşin etkisiyle ortalığın kızışmasından mütevellit kaçışan insanları seyrederek bisikletinin pedallarını çevirmeye başlamıştı. Geceleri buraların sakinliğini sevdiğinden bisiklet ile yürürdü bile ama şu an yükselen güneşe binaen biraz serinleme çabasından olsa gerek; pedallara biraz daha asılarak rüzgarı hissetmeye çalışıyordu.

Meydanı geride bıraktıktan sonra adliyenin oraya doğru saptı; öğlenden öncesinin davaları görülürken bekleyişte olan gergin akrabaları göz önünde bulundurarak esas duruştaki çevik kuvvet polisleri, adliyenin karşısındaki kebapçı ve büfelerin gölgesine sığınan arzuhalcileri şöyle bir hızlıca taradı gözleriyle. Metin Abi’sini gördü derken; tansiyonu bu kadar yüksek seğirten birine göre daha sakin bir işle uğraşması gereken ama okutmakta olduğu çocukları için hayatına mal olacak bir riski göze alarak çalışan, okur yazar, kendini bilen birisiydi. Veli’yi görünce içi rahatladı;

Ah be kardeşim, bir gün şu taşkın kalabalığı yarıp geçerken bir belaya bulaşacaksın diye korkuyorum, benim için girdiğin zahmete bak.

Metin Abi tansiyon hastası olduğundan Veli ona her öğle perhizi çerçevesince tüketebileceği tuzu az simitler getiriyordu. Hep de onun kaygılarını bir şekilde atlatacak bahaneleri de olurdu;

Merak etme Metin Abi, zaten diğer yolda çalışma vardı.

İkisi de bunun aslında bir bahane olduğunu biliyordu, gülümseyip bozuk kaldırımlarda aheste aheste tekrar pedallara kuvvetini verirken daktilo sesleri kulağında çınlıyordu…

--

--

Kadir Kocamanoglu
Türkçe Yayın

Rüya gezgini, düş mimarı ve hikaye anlatıcısı. İçeriklerin devamı için takip edin lütfen.