Bildiğimiz Dünyanın Sonu: Dünya Limit Aşım Günü
Gezegen üzerine yazılan, çizilen çalışmalar özellikle son zamanlarda durumun çok da iyiye gitmediğini bizlere gösteriyor. Gezegen ve onun içerisindeki yaşam insan var olmadan da devam ediyordu ve insan tamamen ortadan kalksa da devam edecek. Yani gezegenin yaşı insanlığın yaşından kat kat daha büyük. Ancak insanlık yapıp ettikleri ve kimi zaman yapmadıkları ile gezegeni, ekosistemi, doğal ortamı gün geçtikçe değiştirmeye daha doğru bir şekilde kendi yaşamına uydurmaya çalıştı ve hâlâ da buna yönelik çalışıyor. Anlayacağınız o ki bilindik havaların da gezegenin de sonuna doğru yaklaşmaya başlıyoruz.
Koca yaşlı gezegen tüketim kalıplarımıza, yaşayış şeklimize, doğayı her geçen gün hiç olmadığı kadar tahrip edişimize, rant uğruna vazgeçilen ormanlarımıza, doğal güzelliklerimize daha ne kadar dayanacağı yapılan çalışmaların gelecek projeksiyonlarında ortaya konuluyor. Aslında bu konulara ilgisi olmayan sıradan birisi bile doğanın son yıllarda yaşadığı olumsuz dönüşümü etraflarına dikkatlice baktığında gözlemleyeceklerdir. Yahya Kemal’in Rindlerin Akşamı isimli şiirine “Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç”. diyerek başladığı gibi var olan çabaların, buraya kadar getirmiş olduklarımızın ve yaptıklarımızın dönüşü veya telafisi olup olmadığını tartışıyoruz. Yapılan çalışmalar da gösteriyor ki bugün gezegene zarar verdiğimiz yaşam şeklini terk etsek dahi gezegen şu ana kadar yaptıklarımız ile uzun bir süre daha etkilenecek. Ancak bu tahribatın, yıkımın, doğaya karşı kurduğumuz üstünlük çabasının sonuna da gelmedik mi? Samed Behrengi’nin ‘Küçük Kara Balık’ isimli kitabında da dediği gibi “bu dünyada başka türlü yaşamak da mümkün mü?".
Geçtiğimiz günlerde UN General Assembly temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevrenin evrensel bir insan hakkı olduğunu kabul etti. UNEP genel müdürü Inger Andersen alınmış olan kararın hak etmiş olduğu yere yani ‘evrensel tanınma’ ya ulaştığını ifade etti. Bu alınan karar ile paralel bir zaman aralığında Global Footprint Network tarafından her yıl gerçekleştirilen dünyanın limit aşım günü ile ilgili rapor yayınlandı. Yapılan raporda da belirtildiği gibi işler maalesef iyiye gitmiyordu. Dünya’nın bu seneki limit aşım gününün 28 Temmuz olduğu açıklandı. Yani gezegenin yıl içerisinde üretmiş olduğu kaynakların sonuna daha yılın bitimine 5 aylık bir zaman dilimi varken 28 Temmuz’da ulaştık. Dünya limit aşım günü gezegenin biyokapasitesinin insanlığın yıl içerisindeki kullanım talebine bölünüp yılın her bir gününü hesaplayabilmek için de 365 ile çarpılması ile elde ediliyor. İnsanlar biyolojik kaynakları dünyanın yeniden üretebilme olanağına göre %75 daha fazla tüketiyor. Bu da doğal olarak gösteriyor ki içerisinde yaşadığımız bir dünya yaşam şeklimiz, tüketim alışkanlıklarımız ve hızımız için yetmiyor. Bu alışkanlıklarımız için 1.75 dünya gerekiyor. Yalnız size kötü bir haberim var. Bizim 1.75 dünyamız yok 1 dünyamız var ve o da eskiden bildiğimiz dünyadan tamamıyla farklı. İnsanlığın tüketim talebi ile biyokapasitenin birbirini dengeleyemediği durumlarda yani biyolojik kaynakların yılın son gününe kadar yetmemesi ile bir ekolojik açık (ecological deficit) meydana geliyor. Peki geçmiş zamanlarda durum nasıldı. Limitlerimizi/sınırlarımızı hep böyle erken tarihlerde mi aşıyorduk? 70’lere kadar gittiğimiz takdirde dünya limit aşım gününün Kasım, Aralık ayına kadar gelmediğini yapılan çalışmalarda görüyoruz. Yani özellikle de son zamanlarda eğriyi hiç olmadığı kadar bozmuşuz.
Tarihsel olarak baktığımız zaman geçen sene 30 Temmuz, 2020’de 22 Ağustos (burada pandemi döneminin yoğun bir etkisi var) 2019’da 29 Haziran, 2018’de 28 Haziran, 2017’de 1 Ağustos, 2016’da ise 6 Ağustos’ta var olan limitlerimizi aşarak gelecek senenin kaynaklarını tüketmeye başlamışız. Nesiller arası adaleti tartıştığımız bu zaman da bence biraz da mevcut jenerasyon üzerindeki adaleti de tartışmak gerekiyor. Katılmış olduğum bir panel de panelistlerden birisi iklim krizinin artık kapımızda olmadığını iklim krizinin o kapının içerisinden çoktan girdiğini ve uzun bir süredir onunla yaşadığımızdan söz ediyordu. Peki iklim adaleti söz konusu olduğunda dünya üzerindeki kaynakları herkes aynı şekilde mi kullanıyor? Yoksa her zaman olduğu gibi bugün de Küresel Kuzey’in yaptıklarının faturasını Küresel Güney mi ödüyor? Global Footprint Network’un yayınladığı raporun ülkesel olarak dağılımında bunun ikincisi olduğunu gösteriyor.
Eğer dünya Katar’ın alışkanlıkları ile varlığını sürdürseydi 10 Şubat’ta, Lüksemburg’unki ile 14 Şubat’ta, Kanada ve Birleşik Arap Emirlikleri’ninki ile 13 Mart’ta, Avustralya’nınki ile 23, Belçika’nınki ile ise 26 Mart’ta var olan limitlerinin sonuna gelecek ve bir sonraki seneden ödünç almaya başlayarak yaşamını idame ettirecekti. Peki bu kötü örneklerin yanında iyi örnekler yok mu? Tabii ki var. Beklenildiği gibi bu ülkelerin büyük çoğunluğu Kuzey’de değil Güney’de yer alıyor. Eğer dünya Jamaika olsaydı var olan kaynaklarının sonuna 20 Aralık’ta, Ekvador’da 6, Endonezya’da 3 Aralık’ta , Küba’da 25 Kasım’da, Irak’ta 24, Guatemala’da 14 Kasım’da gelecekti. Eğer dünya kaynaklarını Türkiye gibi kullansaydı 22 Haziran’da limiti aşacaktık. Limit aşım günlerinin ülkesel olarak dağılımında da gördüğümüz gibi tahterevalli yine dengeli bir şekilde durmuyor. SDG’lerin temel mottosundan birisi olan hiç kimseyi arkada bırakmadan (LNOB) söylemini gündelik hayatın merkezine yerleştirmemiz gerekiyor.
Yazının yavaş yavaş sonuna gelirken bunu bir alıntı ile taçlandırmak isterim. Genç iklim aktivisti Greta Thungber Evimiz Yanıyor isimli kitabında “Eviniz yanarken mutfak masasına oturup binayı yenilemeyi bitirdiğinizde her şeyin ne kadar güzel olacağından söz etmezsiniz. Eviniz yanarken itfaiyeyi ararsınız, herkesi uyandırırsınız ve çıkışa doğru sürünürsünüz”. diyordu. Gezegenimiz, çevremiz ve hayatımız yanıyor. Akut bir sürdürülebilirlik krizi içerisindeyiz. 1992'de Rio Doruğu'nda, 1997 Kyoto Protokolü'nde, 2002 Johannesburg Zirvesi'nde, 2015 Paris İklim Antlaşması'nda ve 1995 yılından beri her yıl düzenlenen COP zirvelerinde amaç hep aynıydı. O günden bugüne kadar iklim değişikliğini önleme noktasında ne gibi yollar kat ettiğimizi yapılan raporlamalarda görüyoruz. Ne kat edemediğimizi ya da neyi daha da kötüleştirdiğimizi ise çıplak bir gözle bile görebiliyoruz. Gezegenimiz uzun bir zamandır sancı içerisinde ve emin olun bu sancı gün geçtikçe şiddetlenmeye ve etki alanını büyütmeye devam ediyor. Var olan ekolojik kredimizi çoktan tüketmiş haldeyiz. Antroposen bir çağ içerisinde kendi hatalarımızı düzeltmeye, yoluna koymaya çalışıyoruz. Ayrıca kimsenin de kriz olarak görmediği bir kriz içerisindeyiz. Sürdürülebilirlik krizi.. Var olan akışkanlıklarımızı değiştirmeliyiz. Zaten bu alışkanlıklarımız bizi bu duruma getirdi. Bu tüketim alışkanlıkları ile ileride gezegenimizi bırakacak bir nesil bulamayabiliriz. Bu yazıda da kimseye umut satmak istemiyorum. Çünkü umutun aksiyonla beraber ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Yola çıkmadan umudunuzu yanınıza alamazsınız. Gezegenin ertelenemeyecek acil bir yoğun bakıma ihtiyacı var.
Emma Watson'un da dediği gibi "Eğer ben değilsem kim?, Eğer şimdi değilse ne zaman?"
Yararlanılan Kaynaklar
· Chadwick , J. (2022, Temmuz 2022). Mail Online. Temmuz 30, 2022 tarihinde https://www.dailymail.co.uk/sciencetech/article-11050727/Weve-busted-planets-budget-Earth-Overshoot-Day-earlier-2022.html adresinden alındı
· Thunberg, G. (2021). Evimiz Yanıyor (1 b.). (D. Dalgakıran, Çev.) İstanbul: Kronik. doi:978–695–7635–94–5
· UNEP. (2022, Temmuz 2022). Temmuz 30, 2022 tarihinde https://www.unep.org/news-and-stories/story/historic-move-un-declares-healthy-environment-human-right adresinden alındı