Mantıklı Karar Almanın Önündeki Engeller

Özellikle karar vericilerin farkında olması gereken bilişsel önyargılar

Cigdem Seftalioglu
Türkçe Yayın
7 min readDec 30, 2021

--

İngilizce’de cognitive bias olarak geçen bilişsel önyargılar (bilişsel yanlılık, bilişsel eğilim gibi çevirileri de var) hayatımızı ve iş yapış biçimimizi etkiliyor mu? Etkiliyorsa, nasıl etkiliyor? Neden önemli?

Öncelikle bilişsel önyargı nedir, oradan başlayalım.

Herhangi bir şeye karar verirken bir şekilde ailenden, yaşadığın çevreden, izlediğin bir videodaki anlatıdan, belki son gördüğün reklamdan, yaşadığın bir olaydan beslenerek yani hatırladığın (son) bilgilere, deneyimlerine ve zihnindeki yargılara sırtını yaslayarak sonuçlar çıkardın ya da varsayımlarda bulundun mu hiç?

Sanki cevabımız ‘eeee, tabi ki evet’ değil mi? Hatta karar verme mekaniğimiz böyle işlemiyor mu? ‘Nasıl karar vericez ki, tabi ki inançlarıma, deneyimlerine, bildiklerime dayanarak’ diye düşünebilirsiniz.

Mesela hemşire dediğimde aklında ne beliriyor? Peki ya evde yemeği yapan kişi dediğimde nasıl bir profil geliyor aklına?

Eğer zihninde canlanan bir kadın profiliyse sende çoğumuzla benzer düşünüyorsun. Zihnimizin düşünme yapısı önyargılar ile işliyor. İnsan olmanın getirisi bu. Bir nevi bu şekilde düşünmek fıtratımızda var.

Hepimiz kendimizi rasyonel ve mantıklı buluruz. Halbuki hepimiz bilişsel önyargıların etkisi altındayız. Ön yargılarımız düşünme yapımızı bozuyor, inandığımız şeyleri etkiliyor ve karar verme süreçlerimizi değiştiriyor.

Bilişsel önyargıları zihinsel kısa yollar olarak düşünmek mümkün. Bir konuda enine boyuna düşünüp objektif kararlar almak, dikkatimizi tamamıyla konuya odaklamak ve her şeyden önemlisi bilgi bombardımanının içinde tüm bilgileri değerlendirerek bir sonuca ulaşmak ne kadar mümkün? Mümkün, ama zor. Zihinsel olarak oldukça yorucu.

Photo by Johannes Plenio on Unsplash

Evrimsel biyolojiye biraz uzanırsak beyinlerimiz iki yüz bin yıldır evrimleşiyor. Avcı toplayıcı atalarımızı düşünelim. Ateşi yakmışlar, çembere oturmuşlar hayal edelim. Sonra çalılıklardan bir kıpırtı, ses gelsin. 2 seçenek var; ya tavşan gibi minnoş bir hayvan bu hışırtıya neden oldu ki ateşimizde bize güzel bir yemek olabilir ya da yırtıcı bir hayvan olup biz ona yem olabiliriz. En iyi kararı vermek için tüm senaryoları analiz etmek mi yoksa eşeği sağlam kazığa bağlayıp kaçmak mı?

Malum, evrim canlılığı devam ettirebilmek üzerine kurulu ve binlerce yıldır beynimiz bizi güvenli alanda tutacak kararları büyük bir hızla veriyor. Miras aldığımız beyin böyle olunca biz de kararlarımızı hızla, kısa yoldan veriyoruz çoğu zaman. Ama bağlam değişti. İçinde yaşadığımız dünya değişti.

Bilişsel önyargılara dayalı bu karar verme mekaniğimiz günlük hayatımızdan iş yapış şeklimize, hangi ürünü satın alacağımızdan kime oy vereceğimize kadar pek çok şeyi etkiliyor. Ve bu kararlar çoğu zaman kendimiz ve kolektif adına mantıklı olmuyor.

Peki, bu kadar kendiliğinden olan bir şeyi nasıl değiştireceğiz?

Fark etmeye başlayarak. Ne tip bilişsel önyargılar var ve bunlar bizi ve etrafımızdaki insanları ne zaman etkiliyor bunun farkındalığı ilk adım.

İnanın o kadar çok bilişsel önyargı var ki hepsine değinmek mümkün değil — yazması da okuması da çok sıkıcı olurdu ayrıca. Wikipedia 104 tanesinden bahsediyor örneğin. Ben ürün yönetimi alanında çalışan biri olarak benim gibi iş süreçlerinde bolca karar alan kişilerin (özellikle yönetici pozisyonunda çalışan herkesin) işine yarayacak birkaç bilişsel önyargıdan bahsetmek istiyorum.

Onay Yanlılığı (Confirmation Bias)

Var olan inançlarımızı doğrulayan bilgilere tutunma eğilimi diyebiliriz. Her neye inanıyorsak ya da neyi düşünüyorsak onu daha da doğrulayacak bilgilerin peşine düşüyoruz ya da sadece onları görüyoruz.

Photo by Daniel Schludi on Unsplash

Hemen bir örnek verelim. Diyelim ki aşı karşıtı olayım ve aşının sağlığıma gerçekten zararı olduğuna inanayım. Okuduğum neredeyse tüm haberler, sosyal medyada takip ettiğim şeyler bu inancımı daha da destekleyecek cinsten olacaktır büyük ihtimalle (burada teknolojinin, algoritmaların insanları uçlara sürükleyen yapıda olmasının da maalesef payı var).

Aşıyı anlatan bilimsel kaynakları okumak, yararları ve zararlarını bilimsel bir kefeye koyup istatiksel olarak tartmak yerine Ayşe teyze de zaten aşı olduğu için ölmüş söylentileri, bilmem ne blogundaki kişinin aşının zararlarından bahsetmesi, instagramda aşı karşıtı story’lerin karşıma daha çok çıkmasından dolayı aşı olmamalıyız inancımı sürekli destekleyebilirim. Çünkü bu bilginin peşindeyim, bu bilgiyi yorumluyorum sürekli ve bu bilgiyi daha çok hatırlıyorum. İşte bu onay yanlılığı oluyor.

Hepimiz buna meyilliyiz. Nedeni ise karşıt görüşleri değerlendirmenin mental olarak oldukça enerji harcayan bir şey olması ve bundan istemsiz olarak kaçınmamız. İnançlarımızı doğrulayan bilgilere sarılmak enerji tasarrufunun yanında öz benliğimizi pohpohlarken ‘Gördün mü? bBen haklıyım’ dedirtiyor insana.

İş yerini düşünelim. Diyelim ki ürün yöneticiyim ve önceden yapılmış bir özelliği ekibimle devraldım. Özelliği incelediğimde karman çorman durumda olduğunu görüyorum. Benim bile anlayamadığım bir şeyi kullanıcılar nasıl anlayacak ki diye düşünüyorum. Bir nevi kıl oldum yani diyelim ve bunu geliştiren ekibi eleştiriyorum sürekli bunu neden böyle yapmışlar diye.

Sonra kullanıcı geri bildirimleri topladığımı düşünelim. İçimde gıcık olma hali olduğu için eğer olumsuz görüşlere ağırlık verip olumluları bir kenara koyuyorsam ya da göz ardı ediyorsam yani özellikle kalitatif datayı kendi işime geldiği gibi yorumluyorsam o zaman onay yanlılığına kapılmış olma ihtimalim yüksek.

Komplo kurgularına inanma meyilinin de onay yanlılığı ile ilişkilendirildiğini söylemeden geçmeyeyim.

Peki ne yapmak lazım?

  • Hikayenin bütününe bak ve farklı açılardan ele al.
  • Kendi inancını, varsayımını doğrulayacak şeylere baktığından daha çok seni yanlışlayacak bilginin peşinde ol. Farklı görüşlere açık ol.
  • Datayı kendi varsayımlarını doğrulamak için kullanmak yerine bilgi edinmek için kullan.

Dunning-Kruger Etkisi

Cornell Üniversitesinden David Dunning ve Justin Kruger isimli araştırmacıların limon suyunun görünmez mürekkep olduğunu düşünen ve kameralarda görünmeyeceğine inanarak yüzüne limon suyu süren ve banka soyan kişileri araştırmasından sonra isimlendirilen bir bilişsel önyargı.

Hikayeden de tahmin edebileceğimiz gibi Dunning-Kruger etkisi bireylerin kendi yetenek ve becerilerinin farkında olmadan (bunları değerlendirme vafsından yoksun) kendilerini olduğundan çok daha yetenekli, becerikli, akıllı görmeleri durumu yani hayali başarı sanrısı ya da cahil özgüveni diyebileceğimiz durum.

Maalesef ki ülkemizde neredeyse her an rastladığımız bir durum. Ekonomi eğitimi olmadan (hatta üniversite eğitimi bile olmadan) kendini ekonomist ilan edenlerin yıllarını iktisat bilimine adamış, farklı ekollerden saygıdeğer hocaların tüm uyarılarına kulaklarını tıkayarak ekonomik olarak uygulanan politika da bir örnek olarak verilebilir.

Bu sendrom hep başkalarında var, bizde hiç yok gibi de düşünmemek lazım. Hepimizin duruma bağlı olarak içine düşübildiğimiz bir durum. Peki, nasıl anlayabiliriz Dunning-Kruger sendromuna yakalanıp yakalanmadığımızı?

Eğer bize verilen yapıcı geri bildirimlere kulağımızı kapatıp mükemmel olduğumuzu düşünüyorsak, kendi sözümüzün, inancımızın mutlak doğru olduğuna inanıyorsak ve her zaman haklı olduğumuzu düşünüyorsak muhtemelen Dunning-Kruger sendromuna yakalanmışız demektir.

İş yerinde de bize verilen yapıcı geri bildirimleri kulak ardı edip toplantılarda kendi dediğimizi dikte etmeye çalışıyorsak bir durup nefes almakta ve kendini bilme yolunda adım atmakta fayda var.

Onay yanlılığı ile birbirini destekleyen bu sendroma çare olarak;

  • Öğrenme merakını canlandır.
  • Diğer kişilerden ara ara kendinle ilgili geri bildirim al.
  • Neyi nasıl bildiğini bol bol sorgula.

Charles Darwin demiş ki;

“Cehalet, bilginin sağladığından daha çok özgüven verir.”

Otorite Önyargısı (Authority Bias)

Kabul edilmek ve sevilmek çok önemli ihtiyaçlar. Çocukluğumuzdan başlayarak ailemiz tarafından kabul edilmek ve sevilmek için onları memnun etmeye çalıştık, çalışıyoruz. Okul hayatımızda öğretmenleri. İş hayatımızda da yöneticileri… Yani otorite olarak gördüğümüz figürleri memnun etmeye çalışmak farkında olmadan yaptığımız bir şey.

Otorite figürlerinin yaptıklarını, yöntemlerini, kararlarını çoğu zaman sorgulamadan en iyisi olarak kabul edip, lideri takip ediyoruz.

İş dünyasında hippo (highest paid person’s opinion) yani en çok para alanın fikri diye bir kavram var. Şirketin ceo’sunun, üst yönetiminin alınan kararlarda baskın olması hali. Hepimizin deneyimlendiği bir durumdur diye tahmin ediyorum.

Ürün yöneticisi olarak şöyle bir senaryo hayal edelim. Ürün yol haritamı datalara, müşteri görüşmelerine, a/b testlerine temellendirerek oluşturmuşum ama üst yönetim benden bambaşka bir şey geliştirmemi istiyor. Bu fikri neden yürütmemiz gerektiğini temellendirmeden, sadece üst yönetim istedi diye yol haritama alıyorsam o zaman otoritenin gölgesindeyim demektir (belki de işimi kaybetmekten korkuyor olabilirim eğer çalıştığım yer patron kültürüne sahipse). Yahut üst yönetimin söylediklerinin ağırlığı, doğruluğu ve geçerliliğinden bağımsız, benim işlerim üzerinde çok baskınsa güvenli alanda kalıp otoriteyi takip etmeyi tercih ediyor olabilirim.

Patron olup sürü gütmek isteyen yerlerin haricinde (siyasi ortam, patron şirketleri vs) karar mekanizmalarını deneyimli kişilerin bilgisinden faydalanacak, ilhamlanacak şekilde kurgulayıp karar alma süreçlerini bağımsızlaştırmak ve objektif hale getirebilmek bu sendroma hal çare olabilir.

Batık Maliyet Yanılgısı (Sunk Cost Fallacy)

Hayatımızın her alanında sıklıkla görebileceğimiz bir yanılgı daha.

Çok basit bir örnekle başlayalım. Diyelim ki bir konsere bilet aldım. Güzel de para bayıldım. Fakat konser günü ciddi hastalandım. Ayakta durmaya mecalim yok. Ve aksilik bu ya, hava da çok soğuk ve kendi aracım olmadığı için toplu taşıma, yürüme derken soğuğa da maruz kalacağım. Soğuk hava, saatlerce ayakta durmak.. hastalığımı da çok daha kötü yapacak ama çok da para verdim konsere gidebilmek için ve bileti başkasına da satamıyorum. Benim için çok daha kötü olacağını bile bile sırf para verdim diye konsere gidiyorsam işte bu yanılgının içindeyim.

Hali hazırda bir şey için yatırım yapmışken (para, enerji, zaman vb) stratejinin ya da yapacağın şeyin gelecekte senin için kötü sonuçlar doğuracağını ya da başarısız olacağını bile bile sırf yatırım yaptım diye vazgeçememek diyebiliriz batık maliyet yanılgısı için.

Bir şeye zaman ya da para harcadığımızda ona duygusal olarak bağlanıyoruz. Vazgeçmenin daha mantıklı olacağının farkında olsak da vazgeçişin getireceği suçluluk ya da pişmanlığı hissetmemek için eski kararımıza daha sıkı sıkıya bağlanabiliyoruz.

Ürün yönetiminden bir örnekle bitireyim. Şirketler ürünlerine sürekli yeni özellikler ekler ama özelliklerin kaldırılmasına gelince bu çok daha ender olur. Halbuki bazı özellikler kullanıcı için değer yaratmaktan öte karışıklık, kullanım zorluğu yaratıyor olabilir. Tüm datalar, geri bildirimler o özelliğin kaldırılmasına işaret etse de ekip içinde itiraz olabilir çünkü o özelliği geliştirmek için bir sürü emek harcanmış vakti zamanında ve duygusal bir bağ oluşmuş. Hatta o yüzden derler ki ‘çözümünü değil, problemi sev.’

Ben sadece 4 tanesine değinebildim ama o kadar çok bilişsel önyargı var ki! Ve bu yargılar kritik ve rasyonel düşünmemizin önünde kocaman bir engel.

Bu konularda biraz okuyup bu önyargılar nelermiş biraz merakla öğrenmek lazım. Sonra önce kendi karar süreçlerimizde, sonra başkalarınınkine bakarak bilişsel önyargıların hakim olduğu kararları fark etmek ikinci adım. Fark ettikten sonra değiştirebilmek için de adım atmak gerekiyor. Çünkü insan olmak ve kendini aşabilmek bunu gerektirir.

Elon Musk, Twitter

Valla Elon Musk abiciğimiz bile 50 bilişsel önyargının herkese çok genç yaşlarda öğretilmesi gerektiğini söylemiş en iyi versiyonumuz olabilmek için.

--

--

Cigdem Seftalioglu
Türkçe Yayın

Product Manager, Authentic Experience Explorer, Inspiring Content Generator, Interactive Experience Designer, Curious Mind