“Bir Başkadır” Bizim Hikayemiz Devam Ediyor

Rüveyda Çelenk Yılmaz
Türkçe Yayın
Published in
6 min readNov 16, 2020

“Bir Başkadır” dizisinin toplum psikolojisinde değindiği hususlarla ilgili yorumlarımı daha önce paylaşmıştım. Bu yazıyla da dizinin asıl dokusunu oluşturan bireylerin psikolojisine ait ögeleri kendi bakış açımla değerlendirmek istedim.

Sinan

“Kalıyor musun gece?”

Sinan rezidansta yaşayan, lüks spor salonunda düzenli spor yapan, yakışıklı ve muhtemelen sosyoekonomik açıdan orta-üst sınıfa mensup biri olarak karşımıza çıkıyor. Meryem düzenli olarak Sinan’ın evine temizliğe gidiyor ve Sinan’dan hoşlanıyor. Dizide Sinan hakkında çok detaylı bilgi alamıyoruz. Bence işin aslı bizim Sinan’ı tanımadığımız gibi Sinan da kendini tanımıyor; donuk bakışları, mimiksiz yüzü, stabil ve alçak ses tonu ile ruhsal olarak kayıp. Birçok açıdan avantajlı olmasına rağmen hayatta ne istediğini bilmiyor. Telefonunda akşam eve çağırıp vakit geçirebileceği, seks yapabileceği ve sonraki sabah gönderebileceği birçok kadının numarası var. O akşam için kalmayı reddeden bir kadını çağırmış olma ihtimaline karşın yedek listesini de hazırda bulundurmayı ihmal etmiyor. Sinan’ın bağlanma problemi var; “kaçıngan bağlanma” davranışları sergiliyor. Yani kendi kendisi dahil kimseyle derin bir ilişki kuramıyor ve kendisini yalnızlaştırıyor. Kadınlara karşı havalı, çekici ve ilgisiz bir imaj çizmeye çalışıyor. Ve acı gerçek şu ki günümüzde böyle erkekleri çekici bulan kadınlar çoğunlukta!

“Komşunun oğlu olmasaydı, ben burada düşüp kalıp geberecektim… Köpek doğurmuşum meğer. Koy önüne mamasını, yalasın yutsun kapsın kolunu.”

Dizinin ilerleyen bölümlerinde Sinan’ın donuk halleri ve yalnızlığı daha bir anlam kazanıyor çünkü annesi ile karşılaşıyoruz. Sinan’ın annesi, kendisinin aksine duygusal iniş-çıkışları çok fazla olan, depresif bir kadın. Sinan gelir gelmez annesi söylenmeye başlıyor. Sinan’ın ondan uzak durduğundan ve ilgisizliğinden dem vuruyor. Fakat bunu, yukarıdaki cümlelerden görebileceğimiz gibi, kendisini kurban, Sinan’ı da zorba konumuna sokarak yapıyor. Karşıdakini çok suçlu hissettirecek ve utandıracak tavırları var. Sinan ve annesi sertçe tartıştıktan sonra Sinan özür diliyor. Sinan’ın özür dilemesi ile ortam yumuşuyor. Fakat annesi bu sefer de Sinan’ın hayatına dair -düşünceliymiş gibi görünen işgalci bir tavırla- beklentilerini sıralamaya başlıyor. O anda anlıyoruz ki utandırılan ve suçlu hissettirilen, sınırları sürekli işgal edilen Sinan yıllardır aslında annesinden kaçıyormuş. Aynı tuvalette ayağına uymayan kadın terlikleri gibi annesi onunla neredeyse hiçbir zaman uyumlanamamış. Benzer şekilde Sinan da ne kendisiyle ne kadınlarla ne de dünya ile kaynaşabiliyor, uyumlanabiliyor.

Eminim Sinan’ın annesinin tavırları birçoğunuza tanıdık gelmiştir; “Oğlum seni özlüyorum ve kendimi yalnız hissediyorum.” demek yerine “Neler oldu daha? Hangi birinden haberin var oğlum?” diyerek, kendisini ifade etmek yerine evladını suçlu hissettiren anneler… Depresif, suçlayıcı, kurban rolüne giren ve işgalci anne modeli karşısında duygularını dondurmak zorunda kalmış çocuklar…

Sinan’ın annesine benzer olarak Peri’nin annesi de kızının yumuşadığı samimi bir telefon konuşmasında kızına “O avukat çocuk ne oldu?” diye soruyor. Çocuklar annelerine biraz alan açtıkları anda anneler o alana saygı duymayıp dualara, yüzeysel nezakete sığınarak işgalci sorularına ve beklentilerini sıralamaya başlıyorlar. Çocuklar da bu ağır duygusal yükü kaldıramadıkları için sadece anneleriyle ilişkiden değil; bütün ilişkilerden ama özellikle derin, romantik ve uzun süreli ilişkilerden kaçıyorlar. Nitekim dizide Peri’nin de yakın ilişki kuramadığını görüyoruz. Peri’nin süpervizyon seansı sırasında Gülbin’e söylediği şu sözler hayata akamamasına, kendisi ve başkalarıyla yakın ilişki kuramamasına karşı sitem niteliğinde: “Yaşayamadığım duyguları yaşıyormuş gibi yapmaktan sıkıldım… Bir tane doğru düzgün adamla karşılaşmak için abuk sabuk ortamlara girmekten…leş gibi eve dönmekten…”

Dizide ilginç olan Sinan’ın ve Peri’nin annelerinden farklı olarak, Hoca Ali Sadi, kızı Hayrunnisa başını açtığında, buna önceden hiç hazır olmamasına rağmen, kızına saygı duyuyor ve sorgulamıyor. Bunun günümüz Türkiye’sindeki muhafazakâr aile yapısını hiç yansıtmadığı düşünmekle birlikte, dizinin alışılagelmiş hoca kalıbından çıkışının getirdiği şaşkınlığımı sevdim.

“Tüm duyguları hissedebilmemiz için kendimize izin vermemiz gerekir. Seni, beni, hepimizi, kim olduğumuzu tanımaya ve ne istediğimizi öğrenmeye taşıyacak olan köprülerdir duygular… Duygularımızı bastırmak üzerimizde bir yük oluşturur. Bazen kaldıramayacağımız kadar ağır olur bu duygusal yük. Ve olumsuz etkilerini de sağlığımız bozulmadan anlayamayabiliriz.”

Bu cümleler dizinin son bölümünde seans sırasında Peri tarafından Meryem’e söylenmiş gibi görünse de aslında her bir karaktere ve hatta bizlere söylenmiş. Kendimize bir soralım: Günlük hayatımızda ne kadar tanıyoruz bedensel duyumsamalarımızı, duygularımızı; yani kendimizi? Ne kadar ve nasıl ifade edebiliyoruz duygularımızı, ruhsal ihtiyaçlarımızı? İhtiyacımız olan duygusal desteği alabiliyor muyuz?

Her olayın bizler için belirli bir duygusal yükü olur. Hatta beynimize bu duygusal yük ile kodlarız anıları. Ancak bazen yaşanılan olay çok ağır olabilir ve kişi bu acıyı hazmedemeyeceği için doğal bir antidepresan gibi duygularını dondurabilir, bastırabilir. Birikmiş ve işlenmemiş duyguların gerilimi uzun vadede belli işlevsiz savunmalara yol açar. Mesela, Sinan’ın seks bağımlılığı, Meryem’in kötü duygu ile kalmamak için seansta sürekli konu değiştirmesi, arabada diğerleri sinir krizi geçirirken müzik açıp oynaması, Gülbin’in tek gecelik ilişkiler kurması… Bu savunmalar sistem için yeterli gelmezse bedensel savunmalar (sıkıntılar) ortaya çıkar. Meryem’in bayılmaları gibi… Dr. Gabor Mate hastalıkların yüzde doksan beşinin psikolojik temelli olduğunu söylüyor. Covid-19 virüsünün dahi çoğunlukla psikolojik açıdan daha zayıf olan kişileri bulduğunu iddia ediyor.

Ne yazık ki duyguları bastırmanın hasarı sadece işlevsiz savunmalar ve bedensel sorunlar değil. Duyguları bastırdığımızda kendiliğimizle ilgili algımız da zayıflar. Kim olduğumuz, hayattan ne istediğimiz gibi temel konular bizim için bulanıklaşır. Bu zayıf kendiliğin bir yan etkisi olarak başkalarının amacını amaç edinmeye, sorgulamadan birilerinin takipçisi olmaya, duygusal bir anımızda verilen bilgileri doğrudan içimize almaya meyilli oluruz. Eskiden karar mekanizmasını düşüncenin başlattığına inanılırdı. Oysa yeni araştırmalar düşüncelerden önce duyguların kararlarımızı etkilediğini gösteriyor. Yani duygusal olarak neye yakın hissedersek mantıksız da olsa o şeyin peşinden gideriz. Ancak duygularımızı tanıdığımız, yaşadığımız ve işlediğimiz müddetçe bir üst katmana yani akla ve karmaşık bilişsel işlevlere ulaşabiliriz.

Ne yazık ki insanımız -biraz da kültürel olarak- duygusunu kabul etmek ve kendini doğrudan ifade etmek yerine dolaylı yolları tercih ediyor. Birçok erkek halen üzüntüsünü ve gözyaşını zayıflık olarak gördüğü için öfke ile alt katmandaki duygularını kapatıyor. Dizideki Yasin karakteri bunun çok net bir örneği. Dizinin son bölümünde eşi Ruhiye duygusallaşıp ağlayınca “Ağlayacak bir durum varsa söyle beraber ağlayalım ya. İşim gücüm bozuldu ağladım mı? Neyimiz varsa sattık ağladım mı? Gül gibi karım kafayı oynattı ağladım mı? Bir huzur bulmayalım mı ya şu hayatta Ruhiye?” diyerek eşine sitem ediyor. “Huzur” anlayışının ağlamamak ve olumsuz duyguları içeri almamak olması oldukça trajik. Yine dizinin ilk bölümünde Meryem Peri’ye -Ruhiye’nin hastalığından bahsederken- şükürsüzlüğünden dem vuruyor. Yani halen toplumun belli bir kesiminde şükredilmediği, olumsuz duygular içeri alındığı zaman bu Allah’a isyan ve şımarıklık olarak görülüyor.

Kadınların (özellikle Anadolu kültüründe) duygularını tanımak ve doğrudan ifade etmek için alanları olmadığından çoğu duygularını ancak bedensel yollarla ifade edebiliyor.Mesela ilgi isteyen kayınvalidenin gelinlerinin yanında tansiyonu düşüveriyor. Dizide Sinan’ın annesinin oğlunu özlediği ve ilgi beklediği için (bilinçdışı) bacağını kırmış olması bile ihtimal dahilinde.

“Biz çocuktuk. Sen değildin.”

Meryem’in yengesi Ruhiye Peri’nin ifadesiyle Major Depresyon geçiriyor. Sebebi de yıllar önce, çocuk denecek yaştayken köyünde cinsel istismara uğramış olması. Aslında bunu henüz evlenmeden eşi Yasin ile paylaşabilecek kadar duygusal olgunluğa ve cesarete sahip. Ama iki yıl önce Yasin köye gidip istismarcının ölmüş olduğunun haberini verdiğinden beri Ruhiye konuşmamaya, kendine zarar vermeye, normal yaşamsal işlevlerini sürdürememeye başlıyor. Ne zaman ki cesaretini toplayıp olay yerine gidiyor ve kendisi de derin bir pişmanlık içerisinde olduğunu gördüğümüz istismarcısı ile yüzleşiyor, işte o zaman bütün semptomları ortadan kalkıyor. Ruhiye’nin kurduğu yukarıdaki cümle istismarcısını affetmemesine ve olayı geri çeviremeyecek olduğunu bilmesine rağmen onda bir çözülmeye yol açıyor. Çünkü artık edilgenlikten etkenliğe geçiyor, çaresiz ve kapana kısılmış hissetmiyor. Hayatına devam edebiliyor. Ruhiye ile birlikte hiç konuşmayan oğlunun da dili çözülüyor.

“Bu insanlar nasıl hocalara kanıyor?… Acayip bir Şaman bulmuş Elif, ben yapmadım ama çok istiyorum.”

Dizi aynı zamanda farklı sosyokültürel yapılardan gelen ve çok farklı hayat standartlarında yaşayan insanların ortak istekleri ve benzer kaygıları olduğunu da gösteriyor. Sinan sürekli spor salonuna giderek fit kalmaya çalışırken, eski komando olan Yasin evinin bahçesinde plastik su bidonları, demir çubuk ve çakıllarla yaptığı ağırlıkla aynı amaca ulaşmaya çalışıyor. Meryem ve abisi her sıkıntılarında Ali Sadi Hoca’ya içlerini dökerek onun yönlendirmeleriyle rahatlamaya çalışırken, Beyaz Türk Peri de aynı şeyi süpervizörü ile yapıyor. Yine Ruhiye en dibe vurduğu anda kıbleyi bile tutturamadığı halde namaza dururken, Peri de en sıkıntılı halinde tütsü yakarak bir Şaman ritüeliyle ferahlama arıyor.

“İnsanlarla gerçek, samimi ilişkiler kurmak istiyorsan, kendileri olmalarına izin vermelisin.”

Ve son olarak Hilmi kahvede arkadaşlarına tüm ilişkilerdeki altın kuralı söylüyor. Ancak kendi gölgemizi bilirsek, duygularımızı ve duyumsamalarımızı olduğu gibi kabul edersek, kendimizle ilgili cesur olursak gerçek kendiliğimize ulaşabiliriz. Ve yine ancak bu şekilde diğer insanları da yüksüz, yargısız, oldukları gibi kabul edebiliriz. İşte o zaman derin, samimi, akışkan ilişkiler kurabiliriz.

“Bir Başkadır” gelecek sezonunda bizlere başka ne hikayeler anlatacak, nasıl metaforlar izletecek merakla bekliyorum.

--

--

Rüveyda Çelenk Yılmaz
Türkçe Yayın

Clinical Psychologist/ Psychotherapist/ Somatic Experiencing Practitioner/Interested in Political Psychology/ Traveler