Bir Dizi İncelemesi: Mindhunter

Büyük Öteki
Türkçe Yayın
Published in
5 min readAug 25, 2019

David Fincher’ın son başyapıtlarından biri olan Mindhunter dizisi 2017 yılında Netflix’de yayınlandı, kısa süre içerisinde büyük bir hayran kitlesine ulaşan dizi 15 Ağustos tarihinde 2.sezonuyla tekrardan izleyici kitlesiyle buluştu. (Not: herhangi bir sürprizbozan yok yazıda)

Dizinin başrollerini Jonathan Groff(Holden Ford), Holt McCallany(Bill Tench) ve Fringe dizisinden tanıdığımız Anna Torv(Dr. Wendy Carr) paylaşıyor. Dizinin güzelliklerinden ilki gerçek olaylardan esinlenmiş olması; gerçekten de 1980’li yıllarda iki FBI ajanı(Holden Ford-John E.Douglas’tan, Bill Tench ise onun ortağı olan Robert K. Resller’den esinlenilmiş) ve bir akademisyen (Dr. Wendy Carr ise Dr. Ann Wolbert Burgess’den esinlenilmiş) Amerika’da daha önceden görülmemiş suçları araştırmaya koyulur. Önceki zamanlarda kolluk kuvvetleri cinayeti sadece kişilerin yakınları tarafından işlenen bir olgu olarak ele almaktadırlar. Aslında günümüz istatistiklerine göre bir cinayet vakasında halen %76 oranında suçu işleyen kişilerin kurbanların tanıdıkları biri tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir. Neyse, Charles Manson, Ed Kemper gibi katillerin ortaya çıkması ve hayatlarında hiç tanımadıkları birilerini öldürmeleri kolluk kuvvetleri için dikkate değer değildir çünkü o kişiler sadece kötü doğmuşlardır. Tabi bu durum Holden Ford ve ekibi için geçerli değildir. İlk Holden Ford’un düşüncesi olarak ortaya çıkan fikir, günümüzde “seri katil” olarak tanımladığımız kişilerin nasıl incelenerek tanımlandıkları sürecini anlatıyor. Hem bilimsel ilerlemeyi görürken bunun yanında dizi polisiye gizemi izleyiciye sunmayı da ihmal etmiyor.

Dizinin ilk sezonu, yeni kurulan birimin büro içerisinde kabul edilme süreci, bu teknikleri polislere öğretmek için durmadan eğitim veren Ford ve Tench’in gittikleri yerlerde gizemli olaylara acemice fikirler üretmeleri ve bazı seri katillerle görüşme süreçlerini, bunları nasıl bilimsel tabana oturtma amacı güttüklerini anlatıyor. Polisiyenin yanında 80’ler Amerika’sını gösteren dizi üniversite öğrencilerinin ve akademisyenlerin devlet kurumlarına karşı olan tutumlarını ara ara sahneliyor, bir kadın olarak devlet dairesinde çalışmanın zorluklarını, karakter itibari ile klasik maskülen tiplemeye uymayan Ford’un garip ilan edilmesi gibi birçok dönemsel olayları da gözler önüne sermeden geçmiyor. Tüm bunların yanı sıra dizi iki sezonda farklı sorularla karşımıza çıkıyor ve izleyicilerin bu sorular üzerine düşünmelerini istiyor. İlk sezonun sorusu; suçlu gibi düşünmeden suçluyu engelleyebilir miyiz?

Bu soru oldukça önemli ve rahatsız edici bir soru. Suçlu gibi düşünmekten kastımız ne burada? Sınırı nerede çizmeliyiz? Suçlu gibi düşünmek için suçluyla empati yapmamız gerekmez mi yoksa bunun başka bir yolu var mı? Bunların üstüne suçlularla empati yapabilmeyi geliştirmenin sınırı nerede çekilmeli? Sonuçta oldukça şiddetli suç işlemiş kişileri anlamaktan bahsediyoruz. Fazla empatinin normal kişiler arasında olması bile ciddi psikolojik sıkıntılar yaratıyorken bunu suçlu bir zihne uygulamak, uygulayan kişi açısından ne kadar sağlıklı olabilir? Öte yandan, her ne kadar tehlikeli bir yol olsa da başka bir çözüm varmış gibi durmamakta. Hedef kitle yabancıları öldüren kişiler olduğu için yakalanmaları da bir o kadar zor oluyor haliyle. DNA’nın, parmak izlerinin olmadığı veya işe yaramadığı bir ortamda mecbur olarak psikolojiye başvurulması gerekir. Bu durumda klinik psikolojinin ilkelerinden biri olan danışanın dediği doğrudur, yalan söylediğini anlasanız bile onun doğrusu kabul edilmelidir fikri hayati önem taşımaktadır. Şöyle düşünülebilir yabancı birini öldüren kişiler aslında onları yakalamaya çalışan kolluk kuvvetlerinin birer danışanlarıdır. Tek sorun karşı karşıya oturup konuşmamaları ve herhangi bir yardım için başvurmuş olmamalarıdır. Ancak her şiddetli eğilim neticede kişinin birikmiş sorunlu tavırlarının bir dışavurumudur. Aslında saldırganın kurbana saldırma biçimi onun hayat hikâyesinin yansımasıdır. Kolluk kuvvetinde olan kişinin yalnızca onu okuması ve doğru soruları sorması gerekir ama ne olursa olsun karşısındaki kişinin doğru söylediğini de kabul etmelidir. İşte bu noktada empati devreye girer, kişi kendini fazla kaptırmaması için durmadan kendini klinik bir seanstaki bir terapist gibi hissetmesi ve böyle düşünmesi belki de dengeleyici bir faktör olabilir.

Dizinin ikinci sezonuna geldiğimizde ise araştırma kısmı geri planda bırakılıp daha çok polisiye kısmına odaklanıldığını söyleyebilirim. Özellikle Atlanta’da öldürülen çocukların araştırma sürecine dâhil olan Ford ve Tench ilk kez ciddi anlamda araştırmalarını sahada uygulama şansı bulurlar. Dizi, cinayetleri anlatılırken arka planda dönen siyahilere karşı olan ayrımcı tutumları ve politik ikiyüzlülükleri de göstermeden geçmiyor. Bunun yanında ilk sezon daha çok Ford’un bireysel hayatında odaklanırken bu sezon Dr. Carr ve Bill Tench’e odaklanıyor diyebiliriz. Ekstra olarak, ilk sezonda durmadan ismi geçen Charles Manson ile görüşme bu sezonda karşımıza nihayet çıkıyor. Tüm bu durumların yanında 2.sezonun sorusu da şu oluyor; kişiler suçlu mu doğar yoksa suçlu olmaya evrilir mi?

Charles Manson karakterini canlandıran Damon Herriman

Bu soru ilk sezonda da yer yer geçmekte ama ağırlıklı olarak 2.sezonda üstüne durulmuş. Aslında bu soru hepimizin şöyle ya da böyle fikrinin olduğu bir konu. Kimileri için eğer bir insan iyiyse hangi ortama koyarsanız koyun o kişi iyi olarak kalacaktır fikri vardır. Ben şahsen bu düşünceye karşı çıkıyorum. Literatürde zaman zaman saldırganlık geninin bulunduğu ve suçlu kişilerde bu genin aktif olduğu vb. çalışmalara denk geliyorum ancak bu çalışmaları pek mantıklı bulduğum söylenemez. Genetikçi değilim bu yüzden saldırganlık geni hakkında bir şeyler söylemem doğru olmaz ama psikoloji açısından durumu değerlendirdiğimizde bazı ikiz çalışmaları bizlere şunu gösteriyor; ikizler farklı ailelere evlatlık olarak verildiklerinde ailenin ilgisi, çocuğun ihtiyaçlarını karşılaması ve sevgisi her şeyi şekillendiriyor. Eğer ilgili bir aile varsa genetik olarak saldırganlık geni bulunsa bile o kişinin suçlu olması olası bir durum değil. Buna karşı argüman olarak ortaya atılan ise çok iyi ailede yetişmiş bir kişinin suç işlemesi olarak karşımıza çıkıyor. Benim burada gördüğüm hata ailenin iyi bir aile olarak tanımlanması tamamen annenin ve babanın eğitim statüsü, ne kadar gelirlerinin olduğu ve dışarıdan ne kadar normal olarak görüldükleri. İnsanlar durmadan bir suçlunun ortaya çıkması için, ailesi tarafından dayak yiyen ya da tecavüze uğrayan çocukluk geçmişi bekliyor ama böylesi bir duruma gerek yok. Aile bireyleri çok normal görünüp çocuğa psikolojik şiddet uygulayabilirler, ilgilerini ve sevgilerini göstermeyebilirler ya da sadece küçük küçük aşağılamalar yapabilirler. Hiç kimse başka biri için travma olacak deneyimin ne olacağını tahmin edemez, önemli olan kişinin travmayı ne olarak algıladığıdır. En basitinden örnek olarak Suriye’de bulunan bir teröristin Suriye yerine Amerika’da doğduğunu düşünelim ve gayet iyi ve ilgili bir aileye sahip olsun. Şimdi bu kişinin gerçekten bir şekilde şiddet içeren bir suça karışacağını iddia etmek tuhaf olmaz mı? Önemli olan burada açıkça çocukla ebeveynler arasında kurulan bağlanma biçimleri gibi durmaktadır. Eğer çocuk ailesi ile güvenli bir bağlanma sergilerse herhangi bir aşırı şiddet eğiliminin ortaya çıkacağını düşünmüyorum.

Toplayacak olursak, dizinin hem çekimleri hem senaryosu açısından gerçekten yeni efsaneler arasına girmeye aday olduğunu söyleyebilirim. İzleme keyfinin yanında izleyenleri soru sormaya özellikle yönlendirme çabası da diziyi daha bir eşsiz kılıyor. Eğer siz de Ford, Tench ve Dr. Carr ile tarihin en şiddet dolu beyinlerinin nasıl anlaşıldığını öğrenmek isterseniz, mutlaka diziyi izlemenizi tavsiye ederim. Şimdiden iyi seyirler.

--

--

Büyük Öteki
Türkçe Yayın

Hayatı yönlendiren tüm Büyük Ötekilere karşı küçük çaplı bir isyan girişimi