Bir Garip Soygun Hikayesi: Stockholm Sendromu

Ahmet Alper Yüksel
Türkçe Yayın
Published in
4 min readSep 21, 2023

1973 yılında İsveç’in Stockholm kentinde Jan-Erik Olsson tarafından gerçekleştirilen bir banka soygunu, insan doğasına ait ilginç bir gerçeğin ortaya çıkarılmasına yol açmıştır.

‘’Kreditbanken’’ adlı bankaya silah ve patlayıcı eşliğinde giren Jan-Erik Olsson, havaya ateş açarak ‘’Herkes yere yatsın, parti başlıyor!’’ diye bağırmış, bu sırada da müşteriler ve banka görevlilerinin büyük bir kısmı dışarı kaçmıştır. Soyguncu dört banka görevlisini rehin alınca banka polisler tarafından kuşatılmıştır. Soyguncuyla iletişime geçildiğinde soyguncunun talebi; para, mühimmat, cezaevinden bir arkadaşının kendi yanına getirilmesi ve banka önünde hazır bir arabanın bulundurulması olmuştur. Soyguncunun dediğine göre bu talepler yerine getirilirse soyguncu arkadaşıyla beraber arabaya binip gidecektir.

Photo by Maxim Hopman on Unsplash

Polis söz konusu talepleri yerine getirmiş ancak kuşatmayı kaldırmamış, üstüne tavanda bir delik açmıştır. Jan — Erik Olsson; talebi üzerine yanına getirilen arkadaşıyla beraber polisin içeriye uyuşturucu gaz vereceğini doğru olarak tahmin ettiğinden, rehinelerden birinin boynuna ip bağlayıp onu tavana asmıştır. Daha sonra polise içeriye uyuşturucu gaz verdikleri takdirde bu rehinenin uyuyakalacağını ve ayaklarının yerden kesileceği için de boğularak öleceğini söylemiştir. Tam 6 gün süren kuşatma sonunda polis içeri girmeyi başarmış, soyguncularsa silahlarını atarak teslim olmuşlardır. Bu sırada rehineler; kendilerini soyguncuların önüne atarak polisin soyguncuları vurmasını önlemeye çalışmış, “Sakın onlara ateş etmeyin!” diye bağırmışlardır.

Photo by James Kovin on Unsplash

İlerleyen günlerde de olay hakkında ilginç bilgiler ortaya çıkmıştır. Örneğin rehinelerden biri olan Elizabeth Smart’ın kuşatma sırasında bir an kaçma şansı olduğu halde kaçmadığı öğrenilmiştir. Rehineler, mahkemede soyguncular aleyhinde ifade vermekten kaçınmışlardır. Hatta daha da ileri gitmiş, aralarında para toplayarak onların mahkeme masraflarını karşılamalarına yardımcı olmuşlardır. Ayrıca sık sık onları hapishanede ziyaret etmişlerdir.

Photo by Tim Hüfner on Unsplash

Tarihte bu banka soygununa benzer pek çok olay yaşanmıştır. Örneğin bu olaydan yalnızca 1 yıl sonra ABD’de Patty Hearst isimli milyoner kadın, bir terörist grup tarafından kaçırıldıktan 2 ay sonra onlarla birlikte bir banka soygunu yaparken yakalanmıştır. Bir başka örnek de 2001 yılında Afganistan’da Taliban tarafından kaçırılan İngiliz bayan gazeteci Yvonne Ridley’in ilk 11 gün onlarla kavga edip yemek yememesi, İslâm dinini incelemesi şartıyla serbest bırakıldıktan sonraysa İslâm dinine ilgi duyarak 2003 yılında da Müslüman olmasıdır.

“Stockholm Sendromu” kavramı, ilk başta rehinelerin kendilerini esir tutan kişilere karşı geliştirdikleri sağduyuya aykırı olarak nitelendirilebilecek davranışlarını açıklamak için kullanılmıştır. Sonrasında benzer vakaların tespit edilmesiyle anlamı zamanla genişlemiştir. Bu tür vakalara tarikat üyelerinde liderlerine karşı, fahişelerde kendilerini pazarlayanlara karşı, şiddete uğrayan kadınlarda kocalarına karşı sağduyuya aykırı bağlılık örnek verilebilir.

Sendromun ortaya çıkmasında etkili olan temel neden, hayatta kalma içgüdüsüdür. Kurban, dış dünyadan tamamen soyutlandığından dolayı ihtiyaçlarını karşılamak için kendisini esir tutan kişiye muhtaç olduğunu hisseder. Saldırganın yaptığı küçük iyilikler kurbanın gözünde büyür, kurban zamanla kendisini saldırganın yerine koymaya(saldırganla empati kurmaya) başlar ve onun yaptıklarına hak verir. Dolayısıyla kurbanın saldırgandan ayrılması gittikçe zorlaşır.

Hayati tehlikelilik durumu, dış dünyadan soyutlanmışlık, bulunduğu ortamdan kaçamaz halde olma veya kaçamayacağına kanaat getirmiş olma, saldırganın ara sıra arkadaşça ve yakın davranması Stockholm Sendromu’na yol açan durumlardır. Ayrıca Psikolog Graham ve Rawlings, bu durumların genellikle aile içi şiddet durumlarında ortaya çıktıklarını belirtmişlerdir. Dolayısıyla Stockholm Sendromu, bir dizi düşünceden sonra ortaya çıkan travmatik bir bağlanma durumudur. Ufak bir iyiliğe karşı bile çok yoğun minnet duyguları, şiddeti ve şiddet tehdidini inkar, rasyonalizasyon, istimarcıya ve kendine olan öfkenin reddi, kötüye kullanımı önlemeye yönelik güce sahip olduğuna yönelik bir inanç, durumdan ve istismardan ötürü kendi kendini suçlama eğilimi, istismarcının ihtiyaçlarına aşırı duyarlılık — İstismarcı şiddet davranışını azaltsın diye onu memnun etme çabaları, dünyayı istismarcının perspektifinden değerlendirme ve dolayısıyla kendine ait bakış açısını kaybetme, kendini de istismarcının bakış açısıyla değerlendirme, istismarcıyı iyi biri olarak değerlendirme ya da onu da kurban olarak görme, hayatta kaldığı için ve onu öldürmediği için istismarcıya minnet duyguları besleme travmatik bağlanmanın belirtileri arasındadır.

Photo by Louis Galvez on Unsplash

Stockholm Sendromunun etkileri Dünya siyasetinde de görülmektedir. Siyasal tarihte pek çok toplum bu durumu yaşamıştır ve günümüzde de yaşayan toplumlar mevcuttur. Kimi zaman ‘’celladına aşık olma durumu’’ olarak nitelendirilen bu olguyu Alman sosyolog, filozof ve besteci olan Adorno, İkinci Dünya Savaşı’nı yaşamış bir insan olarak şöyle tanımlamıştır: “Baskı belli bir yoğunlukta ve sürekli olursa, mazlumun tek kurtuluşu zalime, yani celladına aşık olmak olur. “

Sendrom popüler kültürde de yer almış; King Kong, V For Vendetta, Mad City, Güzel ve Çirkin, Buffalo ’66, Köpeklerin Günü gibi filmler bu sendromdan konu almıştır. Türk sinemasında pek çok filmde kaçıran ve kaçırılan arasındaki duygusal bağ aktarılmıştır. Emel Sayın’ın başrol oynadığı Mavi Boncuk, Kadir İnanır’ın Fırtına ve Yaban, gibi filmler bunlara örnek olarak verilebilir.

Photo by Geoffrey Moffett on Unsplash

Sendromun tedavisi, iyi bir psikoterapi ve farkındalık oluşturma çalışmaları ile gerçekleştirilebilir. Tedavi sürecinde ilaç kullanımı yaygın değildir.

Stockholm Sendromu insanın “garip” doğasına dair farkındalığımızı arttıran psikolojik bir fenomendir. Beklenmeyen bir zamanda beklenmedik kişilerden beklenmedik tepkiler alabileceğimizi ve bu durumun Stockholm Sendromu gibi herhangi bir psikolojik bir fenomenle sınırlı olmadığını fark etmek, başta sosyal ilişkilerimiz olmak üzere günlük yaşamımızı olumlu yönde etkileyecektir.

--

--

Ahmet Alper Yüksel
Türkçe Yayın

Sorgulamayı, araştırma yapmayı, düşüncelerini paylaşmayı seven bir genç.