Bir Kopuş İhtimali Olarak Oblomovluk

Emre Fidan
Türkçe Yayın
Published in
12 min readSep 5, 2021

Tarihin hiç olmadığı kadar hızlı aktığı kırılma dönemleri vardır. 19. yüzyıl, köklü doğu toplumları için tam da böylesi bir dönemdir. Özellikle Rus Çarlığı, sarsıntıları iki ucundan da en radikal şekilde yaşamaktadır. Bir yandan Avrupa gericiliğinin kalesidir bu topraklar, diğer yandan ise son derece radikal halkçı-devrimci hareketler doğurmaktadır.

Kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişimi Rusya’da öyle özgün bir siyasal atmosfere yol açmıştır ki, birçok çelişkili durum bir arada yaşanabilmiştir. Örneğin gerici Rusya aynı zamanda Marx’ın Kapital’ini kendi diline çeviren ilk ülke olmuştur. Üstelik bu işe imza atanlar marksistler değil, ülkelerinin kapitalizm konağına hiç uğramadan geleneksel köy komünleri ile sosyalizme varabileceklerini düşünen narodniklerdir. Yine bu özgünlük öyle bir gelişim izlemiştir ki, kendisinin Batı Avrupa tarihsel gelişim şemasına uymayan bu dinamiğe Marx da dikkatle eğilme ihtiyacı hissetmiş ve narodniklerle olan mektuplaşmalarından anlaşılan, hiçbir ihtimali göz ardı etmemeye çalışarak oldukça ihtiyatlı davranmıştır. Tüm siyasal yaşamı boyunca komplocu yöntemlere en ufak bir yatkınlık göstermeyen Engels bile Rusya için bireysel komplo eylemlerine kredi açabilmiştir. 19. yüzyılda Çarlık Rusyası’nda düşünsel ve politik yaşama, büyük zenginlik arz eden bir “kaos” hakimdir adeta. Yine bu “kaos” nevi şahsına münhasır tiplerin boy vermesine kaynaklık etmiştir; Çarın kellesini isteyecek kadar radikal olan soylu muhalifler, müjiklere özenen, onlar gibi yaşamaya çalışan soylu ailelerin çocukları, mülkünü tasfiye eden aristokratlar, peygamberliğe soyunan edebiyatçılar… Çarlık patlamaya, hayatı sarsmaya hazırlanıyor gibidir.

Bu zenginliğin edebiyata yansımaması düşünülemezdi elbet, ama bu kadar ustaca yansıyacağı ve Rus edebiyatını zirveye taşıyacağı da pek tahmin edilemezdi herhalde. 19. yüzyıla her şeyin yanında Rus edebiyatının da damga vurduğunu söylemek abartılı olmaz. Düşünsel ve politik yaşamdaki tazelenme olabildiğince gerçekçi bir şekilde edebiyatın içine de girmiştir. Zaten bu yüzden de söz konusu çelişkilerin yarattığı karakterleri Rus edebiyatının içinden teker teker bulup çıkarmak hiç de zor değildir. Bu karakterler Rus toplumunun yaşadığı tarihsel süreçlerden çıkmış olsalar da sadece Rusların ya da Doğuluların değil, evrensel insanlık ailesinin günümüzde dahi belirli davranış kalıplarını, kişilik özelliklerini, tümüyle belirli bir mizacı tanımlamak için kullandıkları karakterlerdir. Peki, kimdir bunlar? Bazarov, Rahmetov, Karamazov, Nehlüdov, Peçorin, Mişkin, Oblomov vd… Hepsi de aynı çatışma zemininde doğmuş, kimi felsefi tarafı, kimi ise psikolojik durumu ile derinleşmiştir.

Bu yazıda niyetimiz daha çok, Oblomov’a ve Oblomovluk’a günümüz koşullarından ve daha farklı bir perspektifle bakabilmektir.

Çöken Sınıf Aristokrasi

Sosyal sınıfları sadece iktisadi alana sıkıştırmak toplumsal konumların içerdiği zenginliği büyük oranda budamak anlamına gelir. Evet, sınıflar üretim ilişkileri içerisinde konumları ve çıkarları ortaklaşmış grupları işaret eder ancak iş bununla sınırlı değildir. Temel yaşamsal faaliyet olarak üretim ve üretimdeki ilişkiler sadece iktisat alanında kalmaz, tüm yaşama sirâyet eder. “ (…) üretim tarzı, basitçe bireylerin fizik varlıklarının yeniden üretimi olarak ele alınmamalıdır. Bu üretim tarzı, daha çok, bu bireylerin belirli bir faaliyet tarzını, onların yaşamlarını ortaya koyan belirli bir biçimi, belirli bir yaşam tarzını temsil eder. (…) Şu halde, onların ne oldukları, üretimleriyle, ne ürettikleriyle olduğu kadar, nasıl ürettikleriyle de örtüşür.”[1] Bu yüzden belirli bir sosyal sınıf kendi çıkarlarına uygun bir düşünce sistemi, ahlak, kültür ve bunların işlerliğini sağlayan çeşitli kurumlar oluşturur. İşte Rusya’nın bu yüzyılına rengini çalan temel olay olarak aristokrasinin çöküş süreci, bu sınıfın üretim sürecindeki hâkimiyetinin sarsılması ile bu sarsıntının yaşamın tüm diğer alanlarına sızmasından doğar. Artık aristokratik değerler bütünü insanları kuşatamamaktadır. Gerçekçi Rus edebiyatı asırlar boyu ayakta kalmış bu binadan gelen çatırtıları duymuş, gözünü, son demlerini yaşayan bu binaya dikmiştir. Çatlakların boyutu öyle büyüktür ki, söz konusu değerler bütünü, farklı bir dünyaya doğmuş olan egemen sınıftan ailelerin çocuklarını dahi kapsayamamakta, bunların yaşam tarzını ve dünyaya bakışını belirleyememektedir. “ İyi eğitim görmüş, incelmiş duygulara ve Avrupa burjuvazisinin esinlendirdiği reformcu düşüncelere sahip soylu gençler, kendi toplumsal çevrelerinin bayağılığı ve amaçsızlığı karşısında dehşete düşmüştür. Şatafatlı bir zenginliğe bürünmüş, banal gösterişçiliğin, kibar davranışların ardındaki ikiyüzlü bencilliğin, hararetli salon tartışmalarının gizlediği düşünce yoksulluğunun farkına varmışlardır. Maddi zenginlikle bir arada yürüyen manevi tatminsizlik, her türlü insancıl değerin parayla ölçüldüğü bir ortamda, birey olarak kendini gerçekleştirmenin olanaksızlığı, şiddetli bir nefret ve küçümseme duygusuyla dolan bu gençleri, gündelik aristokratik yaşamın dışına iter.”[2] Dönemin edebiyatında iz bırakan karakterlerin çoğunun bu kişilerden; toprak sahibi, soylu ailelerin çocuklarından çıkması tesadüf değildir. Bu seçim, edebiyatçı için çöküşü daha yakın plandan izleme imkânı yaratır.

Oblomov bu tespite uygun bir karakterdir. Yukarıda zikrettiğimiz karakterler içinde kişiliğinin özgün yanlarıyla nadide bir parça gibi en fazla dikkat çekeni Oblomov olmuştur. Bunda, Gonçarov’un bu parçayı işlerken ve okura aktarırkenki ustalığının payı şüphesiz çok fazladır.

Oblomov’a girmeden önce bu ustalığa dair birkaç söz söylemek gerekir. Her şeyden önce bir nesneyi (ya da kişiyi) incelerken onu hakikate en yakın şekilde kavrayabilmektir asıl niyetimiz. Bu, felsefede de esaslı bir problemdir. Maddenin tanımlanıp tanımlanamayacağı, tanımlanırsa ne kadar tanımlanabileceği, belli bir ölçekte tanımlanabildiyse bunun aktarılıp aktarılamayacağı… Kanımızca, bir nesneyi yaşamın dinamik ve karmaşık bütünlüğü içerisinde, hem incelediğimiz nesnenin hem de onu var eden koşulların devinimiyle birlikte, üstelik nesnemize etki eden tüm süreç ve ilişkileri de kapsayarak kavrayan diyalektik yöntem bu felsefi problemle başa çıkabilmiş yegâne düşünme biçimidir. Diyalektik, nesneleri durağan ve müstakil olarak değil, bir süreç ve ilişki olarak kavrar. Ancak bu şekilde nesneler hem bir tarihsellik kazanır, hem de bağıntıları içsel bir nitelik olarak açıklanır. Gonçarov’un ustalığı buradadır. O, Oblomov’u hem üretim ilişkilerinden bireysel-psikolojik etmenlerine dek farklı genellik düzeylerinde bir tarihselliğe oturtur hem de mevcut Oblomov’u hizmetkârından sevgilisine kadar bir ilişkiler bütününde kavrar. Karakterin canlılığı bundandır. Kitabın eleştirileri içinde en fazla değer verilen (Gonçarov’un da takdirini kazanan) metin olan Dobrolyubov’un “Oblomovluk Nedir?” başlıklı eleştirisinde de bu vurgulanır: “Bir nesneyi böylesine kusursuz biçimde resmetmek, onu bütün ayrıntılarıyla ve olduğu gibi canlandırmak: Gonçarov’un yeteneğinin en güçlü yanını oluşturur. (…) insanı şaşırtan şu yeteneği: Hayatın, herhangi bir anına ait ele geçmez gibi görünen, uçan, kayıp giden her tezahürünü, ondan hiçbir şey eksiltmeden, bütün canlılığı ve tazeliğiyle yakalayabilir ve onu bütünüyle sanatçının malı oluncaya kadar öylece karşısında tutabilir.”[3]

Velhasıl, Oblomov’a soyut ve genel bir tembellik, uyuşukluk imajı üzerinden bakmak yerine onu şekillendiren tarihsel konjonktürdeki sınıflar mücadelesinin seyri ve bunun da çeşitli sınıflardan insanların yaşamına tezahürü çerçevesinde bakılmalıdır. Bu perspektif nesnemizin özüne inmekte bize yardımcı olabilir. Hatta yardımcı olmanın ötesinde, Gonçarov’un, Oblomov’un karşısına yerleştirdiği atik, işbilir ve hırslı burjuva karakter Stoltz bunu yapmamızı zorunlu hale getirir. Oblomov ne kadar çözülen aristokrasinin temsili ise Stoltz da o kadar Rusya topraklarında kök salmaya çabalayan burjuvazinin ve onun değerlerinin bir temsilidir.

Yukarıda, gelişen burjuvazinin soylu ailelerden gençleri kendisinin değerlerine bağlamakta zorlandığından bahsetmiştik. Rus edebiyatına bu yönüyle yansıyan çokça roman karakterinin olması bu eğilimi doğruluyor. Tolstoy’un Olenin’i sosyetenin anlamsızlığından kaçarak küçük bir Kazak köyünde mutluluğu buluyor. Peçorin yine aynı anlamsızlıktan muzdarip, kendini oradan oraya savuruyor. Nehlüdov soylu yaşamındaki kirli yılların diyetini ödemek için Sibirya’ya gitmeye razı oluyor. Aristokratik değerlerden kaçılıyor ama burjuva değerlerle de uzlaşılamıyor. İşte Rusya’nın geri kalmışlığından doğan bu boşlukta biriken enerji 20. yüzyıldaki büyük sıçramanın da zemini oluyor. “Rusya’da gelişen kapitalizm, söz konusu bireyselleşme sürecine damgasını vuramadı. ‘Miskin aristokrat’ Oblomov’u çekemedi. Peçorin’in içindeki ‘ateş’i denetleyemedi. Rus aydını mevcut düzen içerisinde erimedi.”[4]

Oblomov’dan Bolşevizme

Yadsınma, aşılma tehdidi ile karşı karşıya kalan herkesin (ya da her sınıfın) önünde kabaca iki seçenek belirir: yeni ilişkilere entegre olmak ya da bu ilişkilere uyum sağlamayarak direnmek. Oblomov ikincisini seçmiştir. Bunun, çocukluğundaki yetiştirilme tarzından kaynaklanan ‘kalıtsal’ bir miras olduğu söylenebilir. Fakat sonuç değişmez, Oblomov ticari hırs, bencillik ve yüzeysellik ile malûl burjuva ilişkilere uyum sağlamamıştır. Üstelik bunda aile yaşantısının alışkanlıklarından daha ötesi vardır. Stoltz’a karşı söylediklerinden anlarız bunu, Oblomov’un uyumsuzluğu bilinçli bir hâldir: Stoltz sorar: “Ama bu hayatta sevmediğin şey ne? Onu söyle.” Oblomov şöyle yanıtlar: “Her şey; durmadan öteye beriye koşmalar, küçük ihtiras oyunları, hele de açgözlülükler, rekabetler, dedikodular, birbirine çelme atmalar, birbirini tepeden tırnağa süzmeler. Konuşmalarını dinledikçe insan budalalaşıyor. İlk bakışta zeki adamlar sanırsın, yüzlerinde ciddilik okunur, ama bütün söyledikleri şu biçim şeyler: ‘Falanca veya filanca, bilmem ne satın aldı, bilmem neresini kiraladı.’ Başka birisi: ‘Aa! Olur şey değil; niçin acaba?’ Ya da: ‘Falanca dün akşam kulüpte müthiş para kaybetti, bir başkası üç yüz bin kazandı.’ Bıktım bunlardan. Bunlar arasında insanlık nerede? İnsanlığın yüceliği, bütünlüğü nerede kaldı? İnsanlık ufak paralar haline gelmiş.” Üst sınıf yeni sosyetenin yargılandığı konuşma sürer: “Hayat; amma da hayat ha. Ne bulabilir insan orada? Fikir meseleleri mi var? Duygu meseleleri mi var? Bu hayatın bir ekseni yok: Derin, hayati hiçbir yanı yok. Bütün bu salon adamları benden çok daha uyuşuk, benden çok daha ölü.”[5]

Dekabristlerden narodniklere, sosyal demokratlardan bolşeviklere uzanan hattın temel motivasyonu bu uyumsuzluk değil midir? Evet, Oblomov’dan bir bolşevik çıkmaz ama burjuva değerlerle köprüler atılmadan da bolşevik olunmaz. Mülk sahibi ailelerden çıkan genç aydın tipleri için Kemal Saruhan şöyle yazmış: “Tek tek bireyler olarak, ne ölçüde bir boşluğa ve gerçeksizliğe yuvarlanıp gitmiş olsalar da, toplumsal olarak üzerlerine düşen rol itibariyle, aslında ucu Bolşevizm’e varan mücadele toprağını kendi kısır yaşamlarıyla besleyip verimli hâle getirdiler. Bu bakımdan, onları, gelecekteki proletarya devriminin, kendi rollerinin farkında olmayan müjdecileri sayarsak, yanılmış olmayız. Gerçekten, aynı toplumsal karakterlerin farklı görünümlerini yansıtan Onegin, Peçorin, Oblomov gibi tiplerin yaratılışları, Rus toplumsal bilincinin Bolşevizm’e varan evriminde birer sıçrama noktasını oluşturmuşlardır.”[6]

19. yüzyıl Rus Çarlığının Oblomov’unu aşağı yukarı belirli bir çerçeveye oturtup, konumunu ve işlevini saptadıktan sonra onu bugüne taşımaya çalışabiliriz. 162 yıl sonraya, bambaşka ilişkiler içine taşınan Oblomovluk bize bambaşka sonuçlar verecektir.

Yeni Oblomovlar Nereden Doğar

Dönemin Rusyası’nda aristokrasi çözülmekte olan bir sınıftır. Yükselen ve iktidarı almasına kesin gözüyle bakılan burjuvazi ile yeni yeni serpilen proleterlerle yoksul köylüler arasında kalmış dağılmak üzere bir sınıf… Üyelerini birbirine bağlayan iktisadi çıkar ortaklıkları ve üstyapısal bütün, çözülme eğilimi gösterdiğinde sınıflar da aynı kararsız atomlar gibi çevreleriyle alışverişe girerek kararlı bir yapıya bürünmeye çalışır. Bu halde ya yukarıya, yeni egemenlik değerlerine ya da aşağıya, devrimci değerlere doğru üyelerini iter. Günümüze bakalım; bugün (ve aslında başından beri) bu kararsız yapıyı taşıyan, üst sınıflara ve alt sınıflara üye yollama eğiliminde olan sınıf küçük burjuvazi ve onun kültürel etkisi altındaki eğitimli-beyaz yaka emekçilerdir. Bu büyük kitlenin mülk sahibi kesimleri içinde her türden küçük üretici ve tüccar bulunurken, mülk sahibi olmayan kesimde ise öğrenciler, aydınlar, pazarlama-muhasebe-insan kaynakları-bankacılık gibi alanlarda görev yapan üretken olmayan emekçiler ile avukatlar, mühendisler ve dijital sektör çalışanları gibi profesyonel meslek sahipleri bulunur. Bu toplam içerisindeki mülk sahiplerinin yaşadığı çıkışsızlığın kökenleri iktisadidir. Birçoğu sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşma eğilimi nedeniyle sistemin merkezinden dışarı doğru itilirler. Mülkiyet sahibi olmayan grup ise emekçi karakteriyle zaten çeperde, sistemin ‘nimetlerinden’ uzakta yaşamaya mecbur edilir. Onları sarsan ikilemin ise iktisadi yanı dışında önemli bir kültürel yanı da vardır. Özellikle son dönemde beyaz yakalı emekçilerin kapitalist emek süreci içindeki ayrıcalıklı konumu yok olmuştur. Okul yıllarında üzerlerine sinen biriciklik halinin iş yaşamında bir karşılığının olmadığını görmek hayal kırıklığı yaratır. Yaşam tarzı ve tüketim alışkanlıkları üzerinden burjuvazi lehine kararlı hale getirilmeye çalışılan bu kesim için üst sınıflarla olan kültürel yakınlıkları, proleterleşme hızı karşısında her zaman bir avuntu yaratamamaktadır. Dolayısıyla Oblomovluk potansiyelinin günümüzde bu katmanlarda aranması akla uygundur.

Peki, bu geniş kitle içinde görülebilecek Oblomovluk olumlu bir şey midir? Önce Oblomov’a haklı olarak yöneltilen iki temel eleştiriye bakalım. İlki, Oblomov’un bilinçli ataletinin en nihayetinde ilerici bir sürecin, burjuva devrim sürecinin karşısında konumlanmasıdır. Gerçekten de o günün koşullarında tüm olumsuz niteliklerine rağmen burjuvazi ilerici bir atılımı temsil etmektedir. Bugün ise burjuvazinin temsil ettiği herhangi bir ilerici değer yoktur. Hatta tam aksine burjuvazi ilericiliğinin son tortularını da kendine yük olarak görüp tasfiye işlemlerine çoktan başlamıştır. Yani Oblomov’un tarihin hızlı ve ileri doğru aktığı bir dönemindeki miskinliğine konulan şerh bugün boşa düşmüştür. Zikrettiğimiz kesimlerden gelen uyuşukluk ve miskinlik, bugün onların tarihin dışına düşmelerine sebep olmayacaktır. İkinci temel eleştiri ise Oblomov’un sınıf karakterine dairdir. O, burjuva değerlerle yaşadığı uyumsuzluğu kendi sınıf aidiyeti ile temellendirir. Doğrudur bu, Oblomov bir aristokrattır. Hem de çoraplarını bir gün olsun kendisinin giymemiş olmasıyla övünen bir aristokrattır. Evinde Zahar adında bir hizmetkârı vardır, köyünde ise 300 Zahar’ı daha. Oblomov budur ama bugün Oblomovluk bu değildir, bundan ibaret değildir. Çünkü yeni Oblomovlar çıkarma potansiyeli olan kesimler çoraplarını giydirecek hizmetkârlara sahip değildir, hiç olmamışlardır.

Sonuç olarak, Oblomov’un yargılanmasına sebep olan ve Oblomovluğun temel niteliklerinden olduğu düşünülen bu iki eleştiri de bugün bir anlam taşımıyor. Günümüzde ne ilerici bir burjuvaziye ne de ara katmanlarda aristokrasinin izine rastlanıyor. O yüzden çağdaş Oblomovlarımız bu iki lekeden de arınmıştır, temizdir.

Kapitalist Emek Sürecinde İnsan Kalabilmek

Oblomov davranışını üç temel hal ile özetleyebiliriz. İlki rutine olan bağlılıktır. Mevcut olanın sürüp gitmesinden doğan rahatlık ve dinginlik onu tümüyle sarmıştır, aksi yöndeki her gelişme, rutini bozacak her değişim büyük bir ızdırap kaynağıdır. İkincisi ise yavaşlık ya da ertelemecilik denebilir. Oblomov bir şeyi yapma kararı verse bile (ki bu da çok uzun bir süreçtir) onu gerçekleştirmeyi olabildiğince ertelemeye, süreci yavaşlatmaya çalışır. Üçüncü hal ise münzeviliktir. Arkadaşlarının tüm çabasına rağmen sosyete buluşmalarına gidip, toplum içine karışmaya direnir. Bunun basit bir tembellikten ibaret olmadığını, bilinçli bir seçim olduğunu belirtmiştik.

Kapitalizm bu üç hal ile, 19. yüzyıla kıyasla bugün çok daha fazla kavgalıdır. Aksi de doğrudur, bu halleri mizacında taşıyan insanlar niyetlerinden bağımsız olarak, çoğunlukla farkında bile olmadan kapitalizm ile kavgalıdır. Çünkü artık kapitalizmin iş yaşamı ve oradan köklenen sosyal yaşam çok daha değişken, çok daha hızlı, çok daha dışadönüktür. Bunların tamamını ifade eden sihirli kelime ise akışkanlık… Her şey sermayenin lehine olacak ve insanı nefessiz bırakacak bir akış hali içinde. Bu akış hali, içerisindeki insanlara güvensizlik ve yetersizlik hisleri aşılıyor.

Sosyolog Richard Sennett kapitalist emek süreçlerinin insan yaşamında yarattığı tahribatı araştırdığı “Karakter Aşınması” kitabında özellikle 1980’lerle birlikte başat üretim modeli olarak görülen esnek çalışma modeline odaklanıyor. Bu, net bir iş tanımınızın, rutin iş saatlerinizin ve bağlı olduğunuz belirli bir hiyerarşinin olmadığı bir model. Her şey daha silik, her şey akışkan piyasanın önceliklerine daha açık… Tabi kapitalistler sizin de her şeye daha açık hale gelmenizi istiyor. Bu modelde çalışanlar 24 saat iş yapmaya hazır olmalı, ayrıca tek bir birimde değil, birkaç birimde faaliyet göstermeye elverişli şekilde esnek uzmanlaşmalı. Yani iş tanımlarının, çalışma saatlerinin, neyin nasıl üretileceğinin kesin olarak belirlendiği fordist üretim modeline kıyasla tam olarak rutin dağıtıcı bir model.

Sennett kitabında rutine ve mekanizme olan bağlılığı ile Diderot’yu ve rutinin yarattığı tek yönlülüğe işaret eden Adam Smith’i de ele alıyor. Günümüzde kapitalizmin Smith’in rutin karşıtı tutumunu benimsediğini, ancak bunu, üretimde bulunan insanların; zamanın, katı hiyerarşilerin ve sabit-tek yönlü iş tanımlarının köreltici etkisine maruz kalmamaları için yapmadığını saptıyor. “(…) Değişime açık olmayı ve koşullara ayak uydurabilmeyi özgür eylem için gerekli karakter özellikleri olarak görüyoruz; insan değişme yeteneği olduğu için özgürdür diye düşünüyoruz. Ancak günümüzde yeni ekonomi politik, özgürlüğe duyulan kişisel arzuya ihanet ediyor. Bürokratik rutine isyan ve esneklik arayışı, bizi özgürleştirecek koşulları yaratmak yerine yeni iktidar ve kontrol yapıları üretti.”[7]

Üniversite yıllarında hayallerini süsleyen “cool” işlerin altında nasıl bir barbarlığın yattığını gören, kot pantolon-tişört ile gidilen ofislerde korkunç bir başarı mobbing’ine maruz kalan eğitimli emekçiler tarafından hantal bürokrasinin içindeki sıradan bir memuriyetin insancıllığından bahsedildiğini duymuşuzdur. Yeni kapitalizm ise “evlerinin garajında dünyayı değiştiren dâhi gençler” hikâyesini dört bir yandan üzerimize boca ediyor. Buna göre sürekli risk almak, sadece özgüven ile belirsizliklerin içine dalmak ve ne olursa olsun bir başarı hikâyesi yazmak zorundayız. Akılcı bir gelecek planı ile yaşamımızda düzen kurmak, bir şeyleri, kariyer basamaklarını tırmanmak için değil de sadece doğru olduğunu düşündüğümüz için yapmak hatta bazen işi biraz miskinliğe vurup kafa dinlemek, bu yeni dinden, korkak, tembel ve dar görüşlü olarak yaftalanıp, aforoz edilmenize sebep oluyor. “Geçmiş dönemlerde, risk almak, kişinin karakterinin sınandığı zorlu bir test gibiydi. XIX. yüzyıl romanlarında, Stendhal’ın Julien Sorel’i ya da Balzac’ın Vautrin’i gibi figürler, karşılarına çıkan büyük fırsatları değerlendirip, kendilerini psikolojik açıdan geliştirirler. Her şeyi riske atma arzuları onları adeta birer kahramana dönüştürür. (…) Ancak artık, risk alma isteği, sadece girişimci kapitalistlere ya da olağanüstü maceracı bireylere özgü bir özellik olarak görülmüyor. Risk kitleler tarafından her gün omuzlanması gereken bir zorunluluk.”[8] Sadece bunlar için üretilmiş bir “kişisel gelişim” sektörü bile var.

Sonunda ortaya çıkan tablo şu oluyor: Başarı dini ile kutsanmış, akışkan piyasanın belirsiz taleplerine kurban edilen, sürekli risk alması vaaz edilen ve sektör yönelimlerine göre hep sıfırdan başlamaya mecbur edilen insanlar bir gün bu strese dayanamıyorlar. Doğaya dönmek, küçük bir köye yerleşip hayvancılık yapmak gibi kaçış hayallerinin en çok bu sınıfsal bölmelerden çıkması tesadüf değil. İnsanlar yeni kapitalizmin belirsizlik ve güvencesizlik üreten iş ve sosyal yaşamından kaçarak, rutine ve daha yavaş bir yaşama kavuşmak istiyorlar. Hayallerini gerçekleştiremeyenler ise büyük şehirlerde ve şirketlerde potansiyel Oblomovlar oluyor. Bu yeni Oblomovlar eskisi gibi yatağında pinekleme şansına(!) sahip değil. Onlar, sosyal hayatın insanı tüketen yüksek ritmine uyum sağlayamayan, kendini tüketim ideolojisi içinde var etmeyen; üretim ilişkileri içinde ise, bu yeni emek sürecinin daha gevşek ama daha baskıcı ağı içinde, yönetim, denetim, organizasyon gibi birimlerde sahip oldukları kısmi serbestliği bu ağa ihanet ederek kullanan insanlar.

Buradan devrimci bir enerji doğar mı? Kapitalizm cephesinden bu tipolojinin verimsizlik ve ataletten ibaret olduğu doğru, ancak bu durumun doğrudan bir devrimci enerjiye tahvil edilmesi mümkün değil. Yeni Oblomovlarımız sistemle insan arasındaki boşluktan doğuyor ve bu boşluğu varlıklarıyla kanıtlıyorlar. Bu boşluğun altını başka bir yaşam idealiyle doldurmak ise onların değil, devrimcilerin işi.

Emre Fidan

[1] Karl Marx — Friedrich Engels, Alman İdeolojisi [Feuerbach], Sol Yayınları, 1992, s.37

[2] Kemal Saruhan, Oblomov ve Oblomovluğumuz, Çağdaş Yol Dergisi, Haziran 1988, Sayı:4

[3] Nikolay A. Dobrolyubov, Oblomovluk Nedir?, Evrensel Basım Yayın, 2010, s.21

[4] Cemal Hekimoğlu, Bir Gelenek Nasıl Doğar -Oblomov’a Şükran Borcumuz-, Gelenek Kitap Dizisi, Aralık 1986, Sayı:2

[5] Ivan Gonçarov, Oblomov, İş Bankası Kültür Yayınları, 2020, s.213

[6] Kemal Saruhan, a.g.y (Yanlış anlamaya mahal vermemek ve Saruhan’a söylemediği bir şeyi söyletmemek için eklemeliyiz; Saruhan yazısının ilerleyen bölümlerinde Bolşevizmin anti-Oblomovculuk olduğunu savunuyor. Eylemlilik ve irade odaklı bakışı ile Peçorin’i, Çernişevski’nin devrimci karakteri Rahmetov’un atası olarak gördüğünü yazıyor. Ben ise başka birçok eleştiride olduğu gibi, eylemlilik-miskinlik çelişkisi üzerinden Peçorin ve Oblomov’u karşıt kutuplara yerleştirmiyor, egemen değerlerle olan uyumsuzluklarına odaklanarak aynı cephede görüyorum.)

[7] Richard Sennett, Karakter Aşınması, Ayrıntı Yayınları, 2008, s.49

[8] Richhard Sennett, a.g.y, s.84

(Bu yazı YeniGelen dergisinin Nisan 2021 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

--

--