Bir Mektubun Yanık Köşesi
Bölüm 1
Anlamayacaklar, geceler boyu sabahın ilk ışıklarını nasıl bir acıyla beklediğinizi an-la-ma-ya-cak-lar. Yalnızlığın ortasında hem de hiç istemeyerek bu karanlık duyguların içerisinde kaldığınızda girdiğiniz o beklentiyi anlamayacaklar. Saniyelerin birbiri ardını kovaladığı, tıpkı ümitsiz bir ihtiyarın yolda yürüyüp yürümemek arasındaki kararsızlığıyla yavaş adımlar atıp gitmesiyle geçen vakit, gecenin en derin saatlerine denk geldiğinde acı, boğazımızda düğümlenerek kalacak ama yine de anlamayacaklar.
Gecenin körü, karanlığın dibi, uçurumun kıyısı gibi yalnızlık. En derin anlamsızlık hissi ve uzay boşluğundan da büyük bir boşluk göğüs kafesinin içindeki derinlik.
Yine de bekliyor insan, ah şu beklentiler. Gidenin gelmesini beklemek, gecede gündüzü, sevgili de aşkı ve yaşamdan anlamı. Ne büyük beklentilerimiz var ve olmadığında da bir çocuk misali ağlayışlarımız.
Gözyaşlarım ıslatırken geceyi, gökyüzü aydınlanmamıştı daha. Acının bütün vücudumda gezdiğini hissedebiliyordum. Kollarım, göğüs kafesim ve karnıma doğru çektiğim ayaklarım. Geri gitmeye hazırmış gibi ana rahmine, duruyordum öylece hayata gelişimdeki ağlayışlarımın, sessiz haliydi yaşadıklarım.
Sahi nasıl bir şeydi sevilmek. Mesela sevince karşılık buluyor muydu insan yoksa karşılık bulmak için mi seviyordu. Sevilmek inanmak mıydı sevdiğine ve sevdiğine inandıkça sevildiğini mi hissetmekti. Hiç beklenmedik bir anda mı gelir, gelince de gitmez miydi gönülden. Sahi nasıl bir şeydi sevilmek.
Bana biraz sevmeyi anlat sevildiğimi anlayayım. Dokunmaya kıyamamak yoksa yolda görünce bir karıncayı, onu ezmemek adına yönünü değiştirdiğini, koşup anlatmak mı? Her defasında sesini duyduğunda kalbinin ritminin değişmesi ya da hani şu karnında uçan kelebekler mi anlatır sevmeyi. Her saniye özlemek, yaşamın kaynağı oksijen gibi her an boynundan ruhuna akmak mı? tarifsiz değil tarifinin sen olduğudur sevmek.