Bir Vakit

Enes Sekizsu
Türkçe Yayın
Published in
5 min readOct 12, 2020
© Richard Kalvar/Magnum Photos
© Richard Kalvar/Magnum Photos (1978)

Yığınlar halinde yazılabilir benim pişmanlıklarım. Deste deste, bu destelerden yüzlerce kâğıt harcanabilir aktarmak için gelecek nesillere. Bitmiş bir ömür için neler arkamda bıraktığıma bakmak gerekiyor. Hep bunun için hüzünlenirken buluyorum kendimi. Aklım karışık değil. Kendimi olmak istemeyeceğim hallerde buluyorum. Bir hatıra var içimde, öylesine ısıtıyor ki gerçek olmadığına eminim. Başkası tarafından yaşanmış bir geçmişten ufacık bir parçayı alıp kendime ayırmışım. Nasıl yapmış olduğumu tam kestiremiyorum. Eğer benim çaldığım anılar var ise mutlaka benden de çalınan anılar olmalıydı. Mümkün müydü böyle bir şey? Bu, yeryüzündeki bütün sorunların nedeni olabilirdi. Bazı kitaplarda eflatun bir gökyüzünün nadiren denk gelinebilir bir şey olduğunu okumuştum fakat anlaşılan bir başkasının hatırasını çalarak bunun olabileceğine kendimi inandırmışım. Hatıra bile değil, başkasının hayalini cebime atmışım.

Vakit, eflatun bir akşama doğru giderken ben de anlık değişimlerin neticesi olarak kendimi bir yürüyüşün içinde bulmuştum. Her zaman yapacağım işlerden değildi. Deniz benim için sakinleşmiş gibiydi. Bazen kendimi, şiddetli dalgalar içinde düşünmekten alamıyorum. Yalnız ve üşümüş olmak istiyorum. Ne yakınımda bir tekne ne de üzerimde bir parça kıyafet. O hürlük, o çıplaklık içinde dalgaları yara yara kendimi bulmak isterdim. Kendime mutlaka çıkacak bir kıyı bulurdum. Yeni ben olarak kim bilir nasıl bir hayat beklerdi beni o vakit. Öyle tahmin ediyorum ki o dalgaları aşıp hayatta kalabilme uğraşında büyük acılar çekecek ve değişimler içinde bulacaktım kendimi. İşte, bu yüzdendir ki ne zaman deniz beni görse, hemen sakinleşir. Bilinen bir şeydir, düşlerine kendisini kaptırmış bir insan olduğum. Peşinden gidilmeyecek ise ne diye kurulur bu düşler, onu da anlayabilmiş değilim. Gökyüzü kendisini iyice eflatuna teslim ediyordu. Bundan daha güzel bir renk görmemiştim. Her şey bu rengin altında başka bir güzelliğe bürünüyordu. Bütün güzelliklerin kendisine pay ayırdığı bir akşama doğru gidiyoruz anlaşılan. Kimi insanlar denize açılmak için teknelerini hazırlıyorlar. Yanlarına gidip bu çarşaf misali denizin kimin eseri olduğu sorup kendimi yüceltmek gerek aslında ama bunun yerine kendimi biraz sessizliğin içine bırakıyorum. Sonra yine aynı telaş içinde buluyorum kendimi. Buraya nasıl gelmiştim. Birkaç insan geçip gidiyor yanı başımdan. Uzaktan, çok uzaklardan gördüğüm kadarıyla ileride bir kalabalık toplanmış. Denizin bu sakin hallerini kutladıklarını düşünmemek elde değil. Uzun süredir keyfi kaçık bir insanlık çizgisinde ilerliyoruz. Hasta olanımız da var beş parasız olanımız da. Bir çıkış yolu yok bu devrin kıskaçlarından. Zihnim hep aynı şeyi önüme koymuştur; şu yaşadığın dönem şu geçen vakitler, her daim böyleydi zaten. Sen yenisin buralarda, bir senin başından geçer, bir senin dönemine denk düşer sanırsın. Zihnim ile olan büyük kavgamda, bu sefer ona hak veriyorum. Kendimi ve insanlığımızı yüceltmek adına geçmişi yok sayıp da bu vakitlerimize hakkı olmayan anlamlar yüklemekten kendimi alıkoyamıyorum yine de. Sanıyorum ki, yalnızca son birkaç yıldır eflatun bir gökyüzü bizleri karşılamaktadır. Oysa öyle mi, binlerce yıl boyunca bunu görmüş insanlar mutlaka olmalıydı. Sır değildir bu, elbet unutulmuş da değildir fakat insanlığın bencilliğini açıklayabilmek için bunu böyle kabul ediyorum. Şimdi kalabalığa yaklaşmak için hazır hissediyorum kendimi. Doydum sakinliğe, biraz da çalkantılı vakitlerim olsun.

Sesler giderek yükseliyor. Tam duyamasam da hayal gücümü devreye sokuyor ve tamamlıyorum cümlelerini. Denizin böylesine güzel bir hale bürünmesinin ne kadar da iyi olduğu üzerine uzun uzadıya konuşup övgüler diziyorlar. Birazdan yanlarından geçecek olanın kim olduğunu bir bilseler, ah bunu bir bilebilseler, eminim ki oturup bu işin inceliklerini onlara anlatmam için yalvarırlardı. Bu güzel olurdu fakat bir sorun var. Esasında, ben de bu işi tam olarak nasıl becerebildiğim konusunda bir fikre sahip değilim. İstiyorum, yani aslında bunu istemiyorum, sadece dalgalı bir deniz istiyorum ama sonunda karşımda sakin, duru bir mavilik buluyorum. Zıtlıklar içinde geçen bir hayat için çok da şaşılacak bir durum olmasa gerek. Daha da yaklaşıyorum kalabalığa. Biraz biraz yüzlerini seçebileceğim hale geliyorlar. Hepsi de başka başka insanlar, nasıl bir araya geldiklerine hayret etmeli. Bir kırılma yaşanıyor. Ben gelene kadar büyük bir birliktelik gösteren bu grup aniden ortadan ikiye ayrılıyor. Böylece bir büyük talihsizlik de yine beni bulmuş oluyor. Göz bebeklerim büyüyor, kalp atışım hızlanıyor. Ulan diyorum, yine kendim ettim kendim buldum.

Kalabalığın ortasından bir büyük köpek, başı boş ve kavgacı adımlar ile bana doğru geliyor. Ne diyebilirim ki bu duruma. Benim eserim olan çarşaf misali deniz ve onun neticesinde toplanan kalabalık, bu köpeğin gelmekte olduğunu son ana kadar benden saklamıştı. Yarattığım tarafından ihanete uğramanın düş kırıklığını bir kenara bırakıp, mevcut durum için ne yapılabileceğine bakıyorum. Eflatun gökyüzüm sağ olsun, köpek, gözüme daha yumuşak daha sevimli gözükmeye başlıyor. Biraz sakin olsam belki, bunu becerebilsem belki de hiçbir sorun olmadan yanımdan geçip gitmek isteyecek. Ama yok, bu köpek beni gördü bir kere. Aklına koymuştur, mutlaka diyordur kendi kendine, mutlaka bir ufak da olsa korkutmalıyım onu. Beni denize doğru itelemesinden korkmaya başlıyorum. Gözleri bir bana bir denize bakıyordu. Şimdi deniz ile buluşmak için doğru vakit değildi. Köpekten kurtulmam gerekiyordu. Birbirimize yaklaştıkça, durum giderek daha da korkunç bir hal alıyordu. Hali hazırda, çevresinde bir korkma halini yaratmayı başarmıştı köpek. Her şey bozguna uğramış ve güzel olan bir süreliğine unutulmuştu.

Bir ses, ne dediğini tam anlayamadığım fakat pek işime yarayan bir ses köpeğin dikkatini başka yere çekmişti. Fırsat bu fırsattır diyerek yere çakılı kalmış vaziyetimden kendimi kurtarıp hemen kalabalığa doğru yanaştım. Köpeğin beni tekrar bulması artık neredeyse imkansızdı ama yine de bunu becerebilecek olsaydı mutlak bir teslimiyete girip bana istediğini yapmasına izin verirdim. Beni bulmuş olmasının ödülü olurdu bu. Tehlike olarak gördüğüm durum yavaş yavaş geçip gidiyordu. Artık başkaları düşünsün. Peki, o ses kimindi? Bir başka insanı önemseyip de bu büyük fedakarlığı yapan kişiyi bulmak için etrafıma bakındım.

Tam bu noktada, pişmanlığım kendisini göstermek için fırsat bulmuş oluyor. Bu hatıra kimindir, bilinmez. Parça parça anları ile gelip gidiyor. O sesin sahibini görmüş olabilirim. Onu tanıyor da olabilirim. Hangi pişmanlığın içinde yer aldığımı ayırt etmek çok zor bu günlerde. Hayal ile gerçeği birbirinden iyice ayırmayı becerebildikten sonra hareket etmek gerek. Bunun zorluğunu eflatun gökyüzünün altında her zamankinden daha fazla hissediyorum. Kimin sesiydi o? Birçok yerde görüp de adını bilmediğim yahut her şeyden, her insandan daha fazla tanıdığım birisinden miydi? Kesin olan tek bir şey var ki pişmanlığımı harlayan bir hatıraya sahibim. Gerisini başka bir şekilde devam ettirmeliydim. Bunu istediğimi hatırlıyorum. Bunu birçok kez, başka zamanlarda da istemiştim. Kendime başka bir vakit çizmem gerekiyordu. Yanına gidip teşekkürümü sunmam gerekiyordu. Belki yanlışlıkla yapmıştı bunu, belki amacı başkasını kurtarmaktı fakat yine de kendime bir başka vakit çizmeliydim. Gidip de sesini işitmeli, gözlerini görmeliydim. Birazdan bu güzel eflatun gökyüzü sönüp gidecektir. Birazdan gece olduğunu hissedecek ve pişmanlıkları masaya birer birer bırakabileceğimdir. Akşam olup da dostlar meclisi kurulunca tek bir istek belirir yüreğimde: orada, uzakta bir hatıra olsun ama kimse kestiremesin tam olarak neye benzediğini. Kimse bilemesin kime ait olduğunu. Tüm dostların toplandığı bu masada tek bir sesten, yalnızca bir vakit, bir hatıra diyelim her unutulmak üzere olana.

--

--

Enes Sekizsu
Türkçe Yayın

En sevdiğimdir güvenmek maviye. Sonrasında, bir maviyi suya katmak. Öyküler.