Bir Yalnızlık Öyküsü

-KIŞ-

Cem Uludağ
Türkçe Yayın
8 min readDec 17, 2018

--

“Bavulunuzu açar mısınız?” dedi cüsseli güvenlik görevlisi kırık İngilizcesi ile. Öykü konveyörden zar zor indirdiği kırmızı bavuluna baktı şaşkın gözlerle. Ne olursa olsun, açmaması gerektiğini biliyordu. Nasıl zor kapatmıştı onu bir bilse! Diziyle bastırıp fermuarların iki yakasından çeke çeke. İple bağlamıştı bir de patlayıp ortalığa saçılmasın diye. Hem daha az önce makinenin içinde tüm çıplaklığıyla ifşa edilmemiş miydi? Neden deşmeye çalışıyorlardı hala? Duymazlıktan gelip adamın yanından geçmeye çalıştı ama orta yaşlı İtalyan ona dokunmadan kolunu beyaz bir bariyer gibi uzattı. “Bavulunuzun içinde ne var?”

“Üzgünüm acelem var,” diye üsteledi Öykü. “Şu anda gerçekten açamam.”

Olumsuz cevap almaya alışık olmayan güvenlik görevlisi duymamış gibi yaparak solundaki masayı işaret etti. Şüphelenmişti belli ki. Bir yandan da arkada konveyör başında biriken kuyrukta kemeri, çantası ve ayakkabıları ile savaşan kalabalığı kolaçan ediyordu.

Zaman kazanmak için konveyörün üstünde kalan iki beyaz plastik kutuyu daha aldı Öykü. Birinde uzun paltosu ve atkısı üst üste yumaklanmış, diğerinde de dizüstü bilgisayarı, şarj aleti, cep telefonu ve kulaklıkları bir teknoloji yumağı oluşturmuştu. Yardım almadan, tüm gücüyle sapından ve altından kavrayıp masanın üstüne yerleştirdi valizini. Tedirgindi. Boynundan bir damla ter yeşil kazağının içine süzüldü. Yanındaki adamın suçlayıcı bakışlarına karşın valizi açmamak için göz bebekleriyle direniyordu. Bunca yolu aşmış, buraya kadar gelmişken son anda teslim olamazdı.

Şimdi düşününce, her şey bir anda oluvermiş, birkaç ay süren planlama dönemi seri sorularla hayata geçmişti. Özgeçmişi hazır mıydı? Toefl sonucu yeterli miydi? Okulunu seçerken staj imkanı da sağlayıp sağlamadığına bakmış mıydı? İki adet referans mektubu tamam da, bir de niyet mektubu olmalıydı ki derdini iyice anlatabilsin. Gerçi kimseye anlatamamıştı ya niyetini doğru düzgün. En çok da onunla evlenmek isteyen iki yıllık sevgilisi şaşırmıştı bu duruma. “Master yaptıktan sonra dönersin,” demişti de o zaman anlamıştı Öykü kendini asla anlatamayacağını bu adama. Bir anda tüm ilişkisini kesmişti erkek arkadaşı. Hiç sarılarak yatmamış, aynı kanepede saatlerce dizi izlememiş, hiç sevişmemiş gibi yabancılaşmış, bir kenara atmıştı her şeyi. Bunlardan sıkılmıştı işte Öykü, bu şehrin değişmeyen gerçeklerinden. Ya hep ya hiçlerinden. Daha fazla kavga etmek istemiyordu bu topraklarla. Tutkularını gün yüzüne çıkarmasına engel olmayacak bir kenteydi özlemi.

Fermuar sıkışmış gibi yaptı önce. Sakarlık yapıp sırt çantasını düşürdü kayışı tutan elinden. Ofladı, pufladı. Bana mısın demiyordu adam. İlla görecekti içini. Sanırsınız Roma Emniyet Müdürü! “Ne olabilir ki bavulun içinde?” dedi sitemle. “Küçük bir çanta koydum ilk. Diş macunu, diş fırçası, yüz temizleme losyonu, ıslak mendil, şampuan, krem, ped var içinde. Sıvı olanlar yüz mililitre altında tabi. İkinci bir çanta da makyaj ve bakım malzemeleri için. Nemlendirici sprey, krem, aydınlatıcı, dudak nemlendirici, göz altı kapatıcı, fondöten, sünger, far paleti, göz kalemi, kirpik kıvırıcı, maskara, fırça, allık, pamuk ve tabi ki ruj. Üçüncü çantada da birkaç takı var işte, hepsi o. Ona pek çanta da denemez ya. İç çamaşırlarımla kapladım zemini. Tişört, şort, etek, kazak ve pantolonları dürüm yaparak istifledim sonra üstüne güzelce. Daha az yer kaplar böyle, aklınızda olsun. Kalan yerleri doldurdum sonra. Yağmurluk, eşofman, yoga taytı, çorap, terlik, ayakkabı gibi gibi…”

“Hem neden şüpheleniyorsunuz ki?” dedi sonra birden durup. Adam İtalyanlar’dan beklemediği bir kabalıkla ‘hadi hadi’ der gibi bir hareket yaptı. Geri çekilmedi ama Öykü. Bu ülkede yaşamak için gerekli tüm sorumlulukları yerine getirmişti, kızarık suratlı bir adama pabuç bırakacak değildi. “Kalacağım yeri buldum, denklik belgemi ayarladım, tüm vize işlemlerimi sorunsuz hallettim. Online kayıt da yaptım derslere. Profesör isimlerini sayabilirim isterseniz tek tek. Oturma iznim de var sonra. Yerel ulaşım kartı ile yeni sim kartım da cebimde. Onu da görmek ister misiniz? Kusursuz bir vatandaşım şu anda. Banka hesabım da tamam. Daha ne olsun? Hem ilk gelişim değil buraya. Yıllar önce gelmiştik bir Kasım ayı. Kolezyum’un bir sokak üstünde apartmanların arasına uzanan Via dei Santi Quattro caddesi üzerinde küçük bir Carrefour olduğunu hatırlıyorum mesela. Marketin alçak tavanlı girişinde hemen sağda atıştırmalık sandviç, makarna, salatalar ile içki dolabı yan yana duruyordur hala. Birer tane mozarella-domatesli sandviç alıp 1€’luk şarap ve biraları kapıp çıkarım içeriden. Kolezyum’u gören meydana çıktığımda bulutların arasında boşluk bulabilen güneş yüzümde parlar, dev arenanın üst üste binmiş kahverengi antik taşları ve kirişleri mükemmel bir elips oluşturur şehrin göbeğinde. Ana caddede yeşil ışığın yanmasını bekleyip hızla atarım kendini karşıya. Küçük kaldırımın üstünde ikişerli sıra halinde, meydana akın eden turist selinin içinde yürür, solumdan vızır vızır geçen arabaları selamlarım. “İstanbul’dan sonra Avrupa’nın en yoğun trafiği Roma’da,” dediğini hatırlarım sonra bir önceki akşam taksicinin Trastevere’den sarhoş dönerken. Bu fikre katılmasam da şoförü üzmem yine de. Yerel halkın aradığı kişiyim anlayacağınız.”

Güvenlik görevlisi ‘boş laflara karnım tok’ der gibi bakıyordu yüzüne genç kadının. Valizin açılması gerektiğini yineledi tekrar. Öykü kolay pes etmeyecekti ama. “İstersen biraz da içindekilerden değil de içine sığdıramadıklarımdan konuşalım? Ne dersin Alessio? Sana Alessio diyebilir miyim?” Göğsünün üstünde bu isim yazılıydı. “Yağmurluğumu annem koydu, son anda, ‘Bunu unutma sakın,’ dedi bir de üstüne. Kaç kere dedim ona ‘sen de gel’ diye. Şimdi bavulun içinden çıksa ya keşke. Sığdıramadım ama işte onu. Dört duvarla çevrili mutfağının dışına çıkmazdı ki zaten. Buzdolabı, dünya haritası onun. Her seyahatten gelen ona bir magnet getirirdi. Ben dahil. Rengarenk şekillerle dolu dolabın üst kapağı. Mısır firavunu mu ararsın, Sagrada Familia figürlü Barselona yazısı mı istersin, ya da kabuğunda Kaş yazan Caretta Caretta mı? Hepsi dolabının üstünde, onun o dört duvar arasında kurduğu dünyada asılı. Sorunca da ‘Ben böyle iyiyim’ der, kimseyi sıkmak istemezdi ya, en çok bunu kaldıramazdım işte. İçime atar, üstüne gitmezdim ben de. Ee, kimin kızı? Peki ya babam? O da sığmadı bavula. Fotoğrafçılığa sarmıştı son günlerde, tek bir fotoğraf ekledi bavuluma. ‘Kaybetme bunu’ dedi ve sarıldı. Sadece o kadar.”

Güvenlik görevlisi valizine dokunmak için hamle yapınca hemen kendine doğru çekti. Fermuarı açmaya koyuldu. Gözleri parladı. Hakim olamıyor, baraj kuramıyordu göz çukurlarına. Titredi dizleri. İçi çekildi. Koca bir elektrikli süpürgeyle hem de. Dokunsa patlayacaktı. Hem kendisi hem bavulu. “Öylesine doluyum ki Alessio!” Verdiği kararı sorgulamayı daha yeni bitirmişken bu şekilde üstüne gelinmesi sarsmıştı Öykü’yü. Toparladı kendini ama, bir sistemi yıkıp yeni birini kuran herkes yaşardı bunu. Yazarlar bile zaman zaman tıkanıp kalıyordu da bir şekilde toparlamasını biliyorlardı. O mu yapamayacaktı?

“Geçen yaz verdim kararımı,” dedi fermuarı tam açmadan. “Kolay değildi aslında ama insanlar kolaylaştırdı bunu. Çevremdekiler. Arkadaşlarım. Bak onları da sığdıramadım işte bavula. Çoğunu göremeyeceğim bir daha. Yeni arkadaşlar, yeni sevgililer bulmam lazım şimdi. Belki ilk iki ay gerekmez. Ama sonra illa ki olacak. Buradaki arkadaşlarımı da ancak düğünlerinde çağırırlarsa göreceğim. O da müsait olursam. Olmazsam arar, ‘ne güzel yıllardı’ diye iç geçirir kapatırım.” Adam onu dinlemiyor, metal dedektöründen geçen diğer yolcuların tiplerini kontrol ediyordu göz ucuyla. “Tek başımaydım zaten geçen yaz da. ‘Kolay değildi’ dedim ya, gayet kolaydı aslına bakarsan. Hep aklımdaymış bu düşünce de, gün ışığına bırakınca ortaya çıktı işte.”

“Kilden saksı yapardım ben ara sıra biliyor musun? Onları bile sığdıramadım ki bavula, eski sevgililerimi nasıl sığdırayım? İstemez miydim çekmecelerim de gelsin benimle? Ev kahvaltılarından kalan reçel lekeli minderleri de atayım valizin bir gözüne. Yatağımın, dolabımın neyi eksik? Denedim ama, denemedim sanmayın da; işte baktım iyice esnedi bavul, zorlamadım daha fazla. Uçuş güvenliğini riske atamazdım sonuçta. Otuz kiloyu çoktan aşmıştım zaten. Kendi güvenliğimi geçtim de uçarken diğer yolculara karşı da bir sorumluluğumuz var değil mi Alessio? Sana Alessio diyebilirim değil mi? Kaçıncıya sordum bunu. Derim tabi. Acil Çıkış’ta uçarım ben Alessio. Sorumluluğu reddetmem mesela hiç. Yeri geldi mi koparır atarım o kapıyı da kimseyi riske atmam. Bana güvenebilirsin. Gel açtırma şimdi bana valizi. Unutalım bunu burada. İkimiz de pişman olmadan. Dedim ya, sığmayanı almadım, sadece gerekli olanlar var içinde.”

Adam sertçe bir şeyler söyledi ana dilinde. Sonra da İngilizce “Lütfen acele edin!” diye ekledi. Bir eli copundaydı. “Tamam, tamam,” dedi Öykü. Kabalık da tıpkı cehalet gibi yavaş yavaş, sindire sindire savaşılması gereken hastalıklardandı. Her iki fermuarı da baştan sona açtı. Dev bir trolün kısık gülümsemesi gibi aralandı çanta. Kaldırmak istedi ama yapamadı. “Haa pardon!” diye inledi Türkçe. Yeni aklına gelmiş gibi özür diledi adamdan. Patlayıp bağırsak gibi etrafa saçılmasın diye ince bir halatla bağlamıştı bavulunu. Eliyle onu gösterdi. “Hemen açıyorum.” Sonra da ekledi; “Yargılamayacaksın ama beni. Gördüklerin seni rahatsız edebilir.”

İlk defa ilgisini çekebilmişti bu sözlerle, saçları favorilerine doğru aklaşan güvenlik görevlisinin. “Ne var içinde?” diye sordu aniden bavulun kapağına eliyle bastırarak. Tedirgindi şimdi Alessio. Gözleri fıldır fıldır dönüyordu.

“İzin verirsen,” diyerek valizi saran ipi çözmeye başladı Öykü. “Dur bekle,” dedi adam eline dokunarak. Hemen altından çekip cebine koydu ellerini. Alessio X-ray cihazının başında oturan kadının yanına gidip kulağına bir şeyler fısıldadı. Genç kadın Öykü’ye kısa bir bakış attıktan sonra ekranda bazı tuşlara bastı. Esmer parmakları dans etti klavyenin üstünde. “İçindekilerden ben de korkuyorum, haklısınız.” diye düşündü Öykü. Bir süre tartıştılar. Birkaç görsel geri gelip üstünde konuştular. Sırada bekleyenler söylenmeye başlamış, diğer güvenlik görevlileri tarafından sakinleştirilmeye çalışılıyorlardı. Alessio tekrar geldi yanına. “Aç bakalım,” dedi.

Hızla çözdü ipi Öykü. Geniş kapağı yukarı kaldırıp ardına kadar araladı. İçeride hapsolan hava yüzlerine vurdu. Deniz kokusu sardı etraflarını. Başka da hiçbir şey yoktu. Bomboştu bavulun için. Adam şaşkınlıkla elini uzattı. Avucuyla yokladı tabanı. Artık dokunmasına izin veriyordu Öykü. Ne isterse alabilirdi. Hayatına giren tüm erkekler gibi sadece kendi arzusu olsun istemişti ve amacına ulaşmıştı. Al, hepsi senin Alessio!

Adam tüm cepleri açıp kapattı. Kumaşın içinde herhangi bir cisim olup olmadığını kontrol etti. Detektörün göremediği neyi görmeyi amaçlıyorsa artık.

“Boş bu,” dedi en sonunda genç kadına dönerek.

“Hayır. Sadece sığdıramadıklarımı çıkardım. Gereksiz ne varsa aldım içinden.” Şimdi içindekileri daha net görüyormuş gibi baktı Öykü. “Görmüyor musun? Bak şu küçük cepte kaygılarım var. Yüz mililitreyi geçmeyecek olanları aldım ama yanıma. Daha fazlası sıkıntı olur uçakta. Özellikle bu minik tüplerde satılan gelecek kaygılarından buluyorum gittiğim yerlerde. Taşıması da kolay. Her an çıkarıp sürebiliyorum yüzüme. Şu büzgülü torbaya da umutlarımı sığdırabildim. Çok yer kaplamıyor zaten, hem de pratik. Sonra belirsizlikleri koymaya başladım. Kolay değil tabi onları sığdırmak. Dürüm yapıyorsunuz böyle böyle. Silindir gibi olunca tek tek yerleştiriyorsunuz kenarlardan başlayıp. Yoksa sığdıramazsınız tüm belirsizliklerinizi içine. Bakın, nasıl nizami duruyor hepsi içinde. Aşkı en üste koydum sanmıştınız değil mi? Yok öyle. Belirsizliklerin hemen üstüne bırakıyorum onu. Ara kat olarak. Bastırılması kolay olsun diye. Kariyer hedeflerini koyuyorum yanına. Kariyer dediğimiz de aslında kolay şekil alabilen bir şey, net bir kavram olmadığı için nereye koyarsanız koyun kendine uygun bir hacim bulabiliyor. Sonuçta kendimi mutlu edip sosyal bir hayat yaşayacak kadar para kazansam da bu bir kariyerdir değil mi? Korkuları en üste koyuyorum ama bak. Onlar çok sağlam ve katı olduğu için darbelere de dayanıklı çünkü. Sonuçta bagaja verdiğinizde valizin başına neler gelir bilemiyorsunuz. Onlar duvar gibi diğerlerini korudukça içim rahat ediyor açıkçası.”

Adam bir bavula bir de Öykü’ye baktıktan sonra toplanıp gitmesini istedi. “Anlatıyordum ne güzel,” dedi genç kadın somurtarak. “Neden bozuldun birden Alessio? Sırt çantama da bakmak ister misin? Ceplerime de bak. Soyunabilirim de istersen. Aklında soru işareti kalmasın. Bende kaldı da, seni kurtaralım en azından. Karıştır bakalım geçmişe ait ne varsa. Neler çıkar daha bir bilsen. Ben cesaret edemiyorum da, senin işin bu sonuçta. Lütfen, rica ediyorum.”

Not: İlk olarak Nilüfer Belediyesi Yılın Yazarı Sevgi Soysal Öykü Seçkisi’nde yayımlanmıştır.

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--