Bir Yazar Nasıl Tanımlanabilir?

Derin
Türkçe Yayın
Published in
4 min readJan 1, 2021

Yalnızca uzaktan seyredebileceğimiz, gerçekte kim olduğunu dahi bilmediğimiz biri.

The Mathematician by Anne Zahalka

Bazen zihnimde resmediyorum. Çalışma odası, arkada kitaplık var. Geniş bir masanın üzerine yerden uzanmış bir aydınlatma görüyorum. Gece geç vakitlerde bahçeden bu odanın camına bakıyor, perde aralığından belirli belirsiz görünen bir silüeti izliyorum. Yazarın o masada ne hakkında yazdığını bildiğimden eminim.

Eski notlarımı hatırlıyorum. “ Artemis romanı… ” Bir takım çizimler var her karakter için. Ses kayıtları. Timaios’a gidiyorum. Platon 7. mektup. Direksiyon başındaki yazarın, hafif sağına dönerek kahkaha attığı nadir anlardan birinin hatırlıyorum. Çizgi romanlarımı karıştırıyorum. Arabada giderken kısa bir giriş yazısı okuyorum. Film karakterleri. Bir mekanın bahçesinde içerik tartışılan günlere gidiyorum. Başka bir gün, ağlayarak indiğim arabadan, geçici konutuma çıkmak için kapıda şifre girmeye çalışıyorum. 8. kat olmalıydı. Ardından Ocak ayının sonu oluyor ve tüm riskleri alıyorum. Orta sınıf konformizminden bahsederler hep ama asıl refah varoluşunu sürdürmek dışında bir temennisi olmayan alt sınıflara aittir. Günübirlik yaşayan ve dostlarından başka kimsesi olmayan, tek avuntusu birkaç sanat uğraşısı olan prestijli alt sınıfların da keza, risk alırken korktukları pek fazla şey yoktur. Başlarına gelebilecek en kötü senaryo olan sosyal linç, azınlık olmaya alışmış bireyler için durumun şiddetini arttırsa da, bir eylemin gerçekleşmesine mani olamaz.

Plot Twist: Değeceğini zannettiğim bir arzu uğruna en büyük fedakarlığı yapıyorum: Değerlerimden taviz vermek.

Sonuç: Hayali bir bahçede, gerçekte kim olduğunu bilmeyi istediğim ama artık burada olmayan bir yazarı uzaktan seyrediyorum. Çizmeyi bıraktım. Bir votka daha hazırlıyorum.

Siz her şeyi bilirsiniz. Nasıl düşüneceğimi, nasıl hissedeceğimi. Hatta bazen sözde üzmemek ve döngüleri tekrar yaşamamak adına hiç var olmamış gibi davranabilirsiniz. Kaybedecekleri olanlar için, bazı durumlarda bazı şeylerden vazgeçmek gereklidir. Duygularının esiri olduğunu fark eden seyirciler bunu travmatik olarak tanımlasa da -fakat bu hissiyat asla bir hayal kırıklığına eş değer değildir- mantığıyla hareket etmeye alışmış zihinler için durum yalnızca zorunluluktur ve duygusal bedellere rağmen yapılmalıdır. Tüm risklerin alınması gerektiği düşüncesi oldukça tek taraflıdır. Geldiğinde öfke, kin ya da tartışmalarla karşılaşacağını düşünen yazarın unuttuğu şey şudur: Yıkılan güven kalesi ve yazarın ansızın gidişi, seyirciyle olan bağları koparmıştır. İzleyici artık yazara küs değildir, ondan yeni yazılar da beklemez. Çünkü bu beklentilerin altındaki yazara ulaşma, dünyasını tanıma ve izleyicinin en derinlerindeki kimseye bahsedemediği -zamanla daha da harlanan- o yazara dokunabilme arzusu geride bırakılmıştır. İçerdeki ateş sönmüştür. Yazar artık manevi değeri olduğu için kütüphanede saklanmaya devam edilen herhangi bir kitaptan başkası değildir.

Öyleyse neden gece vakti yana yakıla sketchbook arar ve çizim sürecine bile katlanamayıp devayı medium değiştirmekte buluruz? Yazarlar her zaman bilmemizi istedikleri kadarını gösterirler, bazen yaralarımıza oynarlar, duygularımıza hitap ederler. Karşılıklı olduğunu sanıp kapıldığımız bu süreç, manipülasyonların tesiri altına alınmaya izin vermekten ibarettir. Sayfaları çevirirken deneyimlediğimiz duygu geçişleri, yazarın oldukça bilinçli bir şekilde yaptığı, çocukluk yaralarımıza temas etme sekansları ve zaaflarımıza teslim olmak interaktif bir sürecin içinde olduğumuz izlenimini verse de, gerçekte olan tek şey asıl kimliğini dahi bilmediğimiz yazarın bizi içine çektiği dünyadır. Tıpkı birçok yazar gibi en sevdiğimiz yazar da, kendisi yazmaktan sıkıldığında final yapma ihtiyacı dahi hissetmeden, metnini taslak halinde bırakıp fırlatabilir. Buruşturup attığı onlarca eskizin arasına. Her ne kadar kitabın sayfalarını çevirmeye başlarken bu durumun bilicindeysek de, kimi zaman gerçekleri görmeyi istemez, bu fantazi dolu, kurmaca dünyanın içinde bulunmaktan keyif alırız. Bu hisse o kadar sıkı tutunuruz ki, yazar için herhangi bir öykü olduğumuzu kabul etmek istemeyiz. Yazar okuyucusuna karşı sorumlu mudur? Belki. Fakat artık bu konuda yorum yapmaya yüzümüz yoktur. Değerlerimizden vazgeçtiğimiz günden beri etik anlayışımız ve kendimize olan saygımız yara almıştır. Hatta perdenin aralanmasını beklediğimiz çalışma odasının önündeyken bile, büyük bir utanç içindeyizdir.

Anlam arayışı peşinde koştuğumuz, hayatın gerçeklerinden uzak, had safhada yüksek standartların tahakkümü altındaki bohem(?) yaşamımız, bu dünyaya ait değildir ve tek kişiliktir. İnsanları kendi kurgularımıza dahil olmadıkları için yargılayamayacağımız gibi, örtülü cümlelerimizi anlamaya çalışmayan yazarlara kızma hakkına da sahip değilizdir. 6 ay sonra, oldukça mutlu bir gün geçirmiş olmamıza rağmen içimizdeki ateş tekrar alevlenir gibi olur da, kendimizi içkimizle masa başında buluruz. Sıradan bir öyküden fazlası olmadığımızı kendimize yüksek sesle söylememiz 6 ayı buldu. Sessizce ağladığımız, ruhumuzu Chopin’le teskin etmeye çalıştığımız geceleri kimse bilmemektedir. Bu sır, bazı resimler ve kilden yapılmış objeler dışında hiçbir yerde izini bırakmamıştır. Kalp kırıklığı, utanç, kızgınlık, telafi umudu, kabulleniş, kendini ve herkesi affetmeye çalışmak. Tüm bu süreçler, bazı geceler sanki hiç iyileşmemişiz gibi dört yanımızı sarabilir. Tıpkı bu gece gibi.

--

--