Masallar
Bir zamanlar, ekranlar çıkmadan önceki insanların en büyük eğlencesiydi masallar. Yanan sobanın ateşi vücudunuzu ısıtırken, masallarda yürekleri ısıtırdı. Biz bu zamanları az buçuk yakalayan çocuklardık. Büyüklerimiz bize masallar anlatırken hayallerde kaybolur giderdik. Hele dedemin masalları ne güzellerdi. Bir güler, bir ağlardık ama hiç sıkılmazdık. Benim çocuklarım da dahil olmak üzere dinlemiyorlar, daha doğrusu dinleyemiyorlar. O kadar görsel olarak yaşamaya alışmışlar ki anlatılanlar onlara hiç bir şey ifade etmiyor.
Mesela günümüzde bizlerde bir masal uydursak nasıl olurdu acaba bizimkiler? Korkunç bir canavar varmış. Bu canavarın adı “korona” imiş. Ne sesini duyan, nede kendisini gören olmamış. Ama sinsi korona yakaladığı insanın ensesine tüner, kişinin tüm ailesini, arkadaşlarını yakalayana kadar peşlerini bırakmazmış, diye mi devam ederdi ?Hayal gücümüz de yaşadıklarımız kadar olmalı. Aşağıda paylaştığım metin, anneannemin bize anlattığı bir masal. Daha çocukken not defterime kaydetmişim ki şuan paylaşabiliyorum. Ayrıca o kadar pişman oluyorum ki niye daha fazlasını yazmamışım diye...
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, develer tellal, pireler berber iken ülkenin birinde ihtiyar bir çiftçi varmış. İhtiyar adam ölmeden önce oğluna vasiyet etmiş: sen, sen ol çocuğum, sakın bir kösenin değirmeninde buğdaylarını öğütme, demiş. Çiftçinin oğlu buğdayları ekmiş, büyütmüş, sonunda hasat yapmış. Buğdayları öğütme işine sıra gelince değirmen aramaya koyulmuş.
Bir değirmene girip sahibinin köse olduğunu görünce hemen aklına babasının öğüdü gelmiş. Hemen oradan ayrılmış ve başka bir değirmen bulmak için yine yollara düşmüş. Birçok değirmene gitmiş ama hiç köse olmayan bir değirmenciye rast gelmemiş. En son gittiği değirmende artık pes etmiş ve ne olursa olsun artık buğdaylarını öğütmeye karar vermiş. Köse hemen buğdayları öğütmüş. Çiftçinin oğlu ücretim nedir, diye sormuş. Köse demiş ki, “ben ücretle çalışmam, şimdi ikimizde bir masal anlatacağız, hangimizin masalı güzel olursa unlarda onun olur.” demiş. Oğlan takibi anlamış hemen, babasının ne demek istediğini. Köse kendine göre anlatmış, bir masal. Sonra oğlana sıra gelmiş ve başlamış anlatmaya; Benim bir arım vardı. Öküzlerin yanına koşa koşa boynunda bir yara çıktı. Sordum, soruşturdum, ne iyi gelir, nasıl geçiririm yarasını diye. Ceviz yaprağını sür dediler. Dedikleri gibi yaptım ama arımın boynunda bir ceviz ağacı çıktı.
Bu ceviz ağacını çocuklar taşlaya taşlaya, ceviz ağacının altı tarla oldu. Bende buraya buğday ektim. Buğdaylar büyüyüp, olgunlaştı. Hasada sıra geldi. Tam aldım elime bir orak, başladım hasada. Birde ne göreyim, karşımda bir tilki. Orak tilkinin kuyruğuna takıldı. Tilki kaçtı, orak biçti tüm tarlayı. Sonra tilkiden bir mektup düştü. Mektupta diyor ki; ‘köse çok bilmesin buğdaylar benimdir.’ demiş. Köse çiftinin oğlunu kandıramamış, vermiş unlarını. Masalda burada bitmiş. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.