Blokzinciri Devrimi
Bitcoin diye bir para sistemi var ve 10 yılı aşkın süredir bir milisaniye bile duraklamadan, hiç kesintiye uğramadan işlemeye devam ediyor. Bitcoin’den başka on yıl boyunca hiç ara vermeden çalışan, teklemeyen bir banka yazılımı duydunuz mu? Ben duymadım. Bitcoin, 2009 yılında yayınlanmış 8 sayfalık teknik bir makaleden doğmuş bir dijital para üretim ve transfer sistemidir.
Bitcoin’in teknik altyapısına “blockchain” ya da bizim dilimizdeki tabirle “blokzinciri” deniliyor. Bu teknik altyapı internet üzerinde çalışıyor ve eğer bit-torent adlı eşten-eşe (peer-to-peer) işleyen yazılımı duyduysanız bir hayli ona benziyor. Bit-torent, hiç bir merkezi olmayan, her yazılımı kuranın, yani her eşin diğer eşlerden dosya indirebildiği, aynı zamanda başkaları için de sunucu görevi gördüğü 2001 model bir teknolojik inovasyon. Bu teknoloji artık hayatımızdaki en önemli toplumsal inovasyon adayı olan blokzincirinin de temel taşı.
Aslına bakılırsa, hiçbir merkezi olmayan, herşeye hakim bir kontrol odasında yöneticisini göremediğimiz toplumsal inovasyonları hayal etmekte hayli zorlanıyoruz. Occupy olaylarında da böyle olmuştu: Dağıtık, daha doğrusu gayri merkezi yazılımlar kullanan insanlar, hızla aynı yerlerde aynı saatte buluşmayı başarmışlardı. Blokzinciri kavramının taşıdığı teknolojik inovasyon sayesinde, merkezi devlet paralarına alternatif, dağıtık yapıda para sistemlerinin kullanılmaya başlanması ile artık daha ilginç, geçmişte benzeri görülmemiş toplumsal gelişmelerin önü açılmış oldu.
Bir zamanlar herkesin birbirine kağıt kalem ile mektup yazdıklarını ve tüm bu kağıtların, zarflara konulup, pul diye bir şey yapıştırıldıktan sonra Merkez Postanesi adlı kurumda toplanıp oradan gidecekleri yere dağıtıldığını hatırlıyor musunuz? Merak ediyorum, acaba ileride paranın merkezi olarak yaratıldığı Merkez Bankası diye bir kurum olduğunu, yaratılan bu paraların yine “banka” denilen ve özel izinle kurulmuş bazı şirketlerce çoğaltıldığını, sonra bizlere yani halka satıldığını, ve sadece bu şirketler üzerinden birbirimize para gönderebildiğimizi hatırlayan olacak mı?
Bitcoin dediğimde okurlarım arasında farklı görüşler belireceği kesin! Bitcoin, 2008 yılında icat edilmiş, arkasında kriptoloji bilimi ve internet teknolojileri olan bir çeşit dijital altına deniyor. Kimilerine göre bu sanal ve karşılığı olmayan, ayrıca arkasında kim olduğu belirsiz bir para, kimine göre bir kara para aklama yöntemi ve ekonomik olarak da geçerliliği yok, kimine göre ise son bir iki yılda paralarımızı batıran kötü bir yatırım aracı. Ancak size bitcoin’den ve benzeri kripto paralardan bahsedip hiç kafanızı ağrıtmayacağım. Burada, izninizle sadece blokzincirinin toplumsal dönüşüm yaratmaya aday özelliklerine ağırlık vereceğim.
Çiçeği burnunda bir araştırma görevlisi iken, 1994 yılında ilk kişisel web sayfamı yapmıştım. 1996 yılının ortasından itibaren ise, Türkiye’deki büyük kurumların ilk web sitelerini yapmak yine bana ve arkadaşlarıma düştü. O zamanlar adına “dünya çapında ağ” denilen bu yeni inovasyon için de farklı görüşler vardı: “Yaptırdığımız bu web sayfalarının ne işe yarayacağını anlamıyoruz” diyorlardı bahsettiğim kurumlarda çalışanlar, “sadece daha teknolojik ve havalı bir broşür yaptırıyoruz”. Ben de onlara, “merak etmeyin, çok yakında bu sayfalar çok gelişecek, her yeri saracak, sadece bu web sayfaları ile her işimizi görebileceğiz” dediğimde yüzüme Mars’dan yeni gelmiş bir uzaylıya bakar gibi bakıyorlardı. Gelin bir de şimdi bakın web nasıl yaygın bir araç olmuş.
Facebook adlı devasa web sayfasının tamamen hayatımızı yönettiğinin farkında mısınız? Google gibi bir dev, Amazon gibi küresel bir e-ticaret sitesi (evet, Amazon da eninde sonunda bir web sitesi) Alibaba, Wechat, Instagram ve diğerleri: Temelde hepsi internet şirketleri bunların. Size 1998’de, 20 yıl içinde dünyanın en büyük beş şirketi internet siteleri veya benzerlerinden oluşacak deseydim bana inanabilir miydiniz?
Şimdi, ilk web sayfamı yaptığım günün üzerinden çeyrek yüzyıl geçti, ve size aynı Mars soğukkanlılığıyla diyorum ki: Bu blokzinciri basbayağı ekonomik ve sosyal devrimin ta kendisidir. Ama önce şu internet teknolojilerinin kafamızı karıştıran tarafı ile ilgili biraz konuşalım!
Yazılım dünyayı yiyebildi mi?
İnanır mısınız, 1990’larda internet teknolojileri ilk ortaya çıktığında bize demişlerdi ki, bu yeni teknoloji sayesinde çok daha demokratik yapılar ortaya çıkacak. Ama şimdi bakıp diyebilirsiniz ki, merkezi izleme ve takip sistemleri almış başını gitmiş, neredeyse Orwell’in 1984 romanını bile aratacak, kamusal ve kişisel haklarımız açısından son derece tehlikeli sistemlerle karşı karşıyayız ve tüm bunları da senin o internet altyapına borçluyuz. Sokaklardaki kameralarla yüzlerimiz, vücut dilimiz takipte, arabalarımızın plakaları her sokak başında işleniyor, cep telefonlarımızla her hareketimiz, her konuşmamız, her mesajımız kayıt altında. Zaten Facebook sayesinde de siyasi fikirlerimiz, tüm sosyolojik ve cinsel seçimlerimiz biliniyor ve ona göre de bize reklam, film ve artık kimbilir daha neler, ne mesajlar algoritmalarca önümüze konmakta. Bunların hepsi çok doğru ne yazık ki. Hatta size diyebilirim ki, durum düşündüğünüzün de ötesinde korkutucu!
İşte tüm bu sistemleri, interneti, blokzincirini yakından inceleyen, bu teknolojilerin ortaya çıkartılması ve yaygınlaştırılmasında emeği olan ve de ortaya çıkabilecek tehditlerin de çok farkında olan birisi olarak bugün karşınıza yeni bir tezle geliyorum. Aslında bu tez yeni de değil, EFF (Electronic Frontier Foundation) gibi vakıfların ve internet üzerine düşünen ve çalışan benzeri sivil örgütlerin ve açık kaynak savunucusu bireylerin yıllardır savunduğu bir tez. Bu tez diyor ki, devletlerin ve merkezi güç odaklarının karşısında durabilmemizi sağlayacak yegane araçlar yine internet sayesinde toplumlara yaygınlaştırılabilir.
Bu tezi biraz daha izah etmeye çalışayım: 19. yüzyılda ve öncesinde fikirlerin iletilmesi sadece kitaplarla, dergilerle ve benzeri yazılı metinlerle yapılabiliyordu. 20. yüzyılda bunlara radyo ve televizyon gibi araçlar eklendi. Bu araçların en etkili olanları, televizyon ve radyo, devletlerin tekelindeydi; mülkiyetleri bir dönemde bireylerin ya da sivil kuruluşların elinde olması söz konusu olamayacak araçlardı. Daha sonra internetin yaygınlaşması ile merkezi otoriteler dışında vatandaşın sesinin duyulmasına olanak veren başka araçlar gelişti. Örneğin, bugün gelinen noktada, söyleyecek anlamlı bir şeyi olan tüm arkadaşlarım bir Youtube kanalı edinmek derdinde. Kağıt formunda olan gazeteleri sadece kahvehanelerde ve büfelerde görüyoruz, televizyon kanalları ise artık hemen her ülkenin gençleri tarafından ortamlara ses ve görüntü veren dekoratif malzeme olarak algılanmakta.
Bugün gelinen bu noktayı bir zamanlar internetin parlak çocuğu denilen, öncü Netscape şirketinin kurucusu, şimdilerin milyarder yatırımcısı Marc Andreessen, 2011 yılında Wall Street Journal’da yayınlanan ünlü makalesinde öngörmüştü. “Yazılım Dünyayı Yiyecek Mi?” başlıklı makalesinin özeti olarak gördüğüm bir cümlesinde Andreessen şöyle diyordu:
“Bilgisayar devriminin üzerinden altmış yıl, mikroişlemcilerin icadından kırk yıl ve modern internetin ortaya çıkışının üzerinden yirmi yılın geçtiği günümüzde, tüm endüstrileri yazılıma dönüştürmek için gerekecek tüm teknolojiler nihayet çalışır ve global ölçekte çoklanıp yaygınlaştırılabilir durumdadır”.
Yani, yazılım teknolojileri global ölçekte tüm endüstrileri artık yiyebilecek duruma gelmiştir diyor eleman. Bunu yazdığı 2011 yılında gerçekten de işlerin dünya ölçeğinde buraya doğru hızla ilerlediği bizler ve pek çok profesyonel yazılımcı için aşikardı. Ne var ki, o dönemde bu makaleyi okuduğumda yazıda olanlardan ziyade, olmayan bir detay, önemli bir eksiklik dikkatimi çekmişti. Bu yazıda, internet yazılımları tarafından hapur hupur yutulacak endüstrileri tek tek sıralayan Andreessen bir tanesine hiç ama hiç değinmemişti: Finans ve bankacılık.
Andreessen bu makalesinde EFF’in tezini de onaylıyor, ancak mühim bir detaya hiç değinmiyordu: Merkezi güç odaklarının, örneğin devasa küresel bankaların karşısında durabilmemizi de yine yazılım teknolojileri sağlayabilir. Marc, Silikon Vadisinin en ünlü yatırım şirketi Andreessen-Horowitz’in kurucu ortağı ve yukarıda saydığım merkezi ve Orwelyan internet canavarlarının neredeyse hepsinin yatırımcısı ya da yönetim kurulu üyesi. Yani adam makalesinin satır aralarında onları da biz yarattık diyor aslında. Oysa hiç değinmediği önemli bir başka gerçek, kendi yatırım şirketi ve benzerlerinin, dünyanın teknoloji merkezinin yatırım tekelini elinde bulundurdukları halde aynı yazılım inovasyonlarının kendilerini de çiğ çiğ yiyebileceği gerçeği. Ama ona 2011 yılında gidip de, “senin gibilerin merkezi gücünü de aynı yazılım araçları bir gün gelip alaşağı edecek” deseydim herhalde Andreessen bana da epey gülerdi!
Ama işte gelin görün ki, devran döndü, olayların gelişimi tam da bu şekilde oldu! Artık Silikon Vadisinin ve şirketlerinin yatırım tekeli, blokzinciri teknolojisi sayesinde alaşağı edilmiş durumda. Kripto-para denilen ve topu topu iki üç senedir var olan yazılım programları ve sistemler, artık teknoloji şirketlerinin yaşam enerjisini almayı tercih ettikleri yapılar haline geldi. Adına IEO veya STO denilen ve kitle fonlamasına benzer mekanizmalar sayesinde, yeni kurulan teknoloji şirketleri, artık hiçbir coğrafi sınırlama olmaksızın, küçük yatırımcıları kendi denetimlerinde olan blokzinciri “jeton”ları ile projelerine ortak edebiliyorlar. Bunu şimdilik merkezi devlet otoritelerinin denetimi dışında yarı korsan bir şekilde yapıyorlar ama merak etmeyin, bir çok ülke bunları yasal hale getirmek üzere çalışmalarını hızla sürdürüyor. Burada kendisini tehdit altında hisseden asıl oyuncular, global olarak paranın sahibi olan bankalar. Dolar başta olmak üzere, dünyadaki tüm “ulusal” paraların üretimi ve dolaşımı aslında dolaylı da olsa bir merkezden kontrol edilmekte.
Sosyo-teknolojik bir sistem olarak para
Para kavramı, bugüne kadar ekonomistlerin ve finansçıların konusu olarak düşünülürdü. Sıradan halk, bu konu teknik diyerek işin uzmanlarına bırakırdı. Ancak artık bunun değişme zamanı geldi. Paranın uzmanı olduğunu düşündüğümüz insanlar, eğitimli ekonomistler ve finansçılar, dünyanın %99 — %1 ayrışması dediğimiz fikirsel çatışmada çoğunlukla zengin yüzde 1’in safında yer almaktalar. Eğer, kalan %99 olarak bizler, bunlara karşı atacak bir fikir barutu edinmek istiyorsak o zaman bu konu tekniktir demeyi bırakıp bazı temel konuları öğrenmeye başlamamız gerekmektedir. Aksi takdirde bunların masalları tarafından uyutulmaya devam edeceğiz.
Para denilen sistem, yazılım teknolojilerinin, dünyanın tüm endüstrilerini ele geçirmesi projesindeki son aşama! Ancak bu aşama öylesine büyük bir çatışmaya sahne olmakta ki, neo-liberalizm ideolojisi ve paranın sahipleri olan aileler ile askeri endüstriyel complex, açık kaynak ve yazılım camiasının en üstün yetenekli beyinlerini karşısına almış durumda. Bunun en önemli örneği de son yılların “bitcoin ayaklanması”dır. Bu ayaklanmayı bastırmak üzere Goldman Sachs başta olmak üzere büyük finans şirketleri ve bazı ülkelerin derin devletleri üstün bir gayret içindeler. Zavallı bitcoin hepsine karşı tek başına direniyor şu anda. Biz bakmazken, hemen tüm inovatif blokzinciri teknoloji şirketlerine FED’in, Goldman gibi, J.P. Morgan gibi bankaların ortak olduklarını yeni farkettik. İlk ayaklanma şimdilik bastırılmış görünüyor ama artık elimizde tuttuğumuz şişedeki cin de fırlamış uçmuş durumda.
Yazının en başında, bitcoin’i size 10 yıldır kesintiye uğramadan işlemeye devam eden bir sistem olarak tanıtmıştım. Buna rağmen, bitcoin şu andaki haliyle bakkalda kullanılabilecek bir ödeme aracı değil, yakın zamanda da olmayacak. Ancak, bitcoin, hayatımızdaki para denilen şeyin sadece merkezi idareler, devletler ve bankalar tarafından basılan ve dağıtılan bir araç olduğu fikrinin dünya kamuoyunun gözünde çökertilmesine yaradı. Merkeze karşılık “gayri-merkezi” diye bir kavramın ortaya çıkmasına sebep oldu.
Merkez, gayriye karşı!
Bu fikir, yani blokzinciri teknolojisi sayesinde merkezi yapıların gayri-merkez (=çeper) ile karşı karşıya gelmekte olduğu fikri yeni bir düşünce. Bir zamanlar hayatımızda olan ve gayet iyi çalışan kooperatifler örneğin, merkezi değil, çeper yapılarıydı. Bugün o üretim/tüketim kooperatifleri neredeler? Merkezi yapılar onların sonunu getirdi, sıradan halkın gözünde kar etmeyen verimsiz yapılar olarak görülmelerini sağladılar. Acaba gerçekten merkezi idareler tarafından yönetilmeyen yapılar başarısız olmaya mahkumlar mı? Bitcoin eğer hiçbir iş yapmadıysa, bize çeper oluşumlarının başarılı olabileceğini, teknolojik inovasyon sayesinde merkezi yapılara karşı ayakta kalabileceklerini gösterdi. Daha da önemlisi, karar alma konusunda yeni dersler ve yepyeni bilgiler ortaya çıktı: Toplumun tamamının görüşlerinin karar mekanizmalarının parçası olabileceğini, bunun için nasıl teknolojiler üretilmesi gerektiğini de birbiri ile çatışan ama tamamen şeffaf görüşler halinde ortaya döktüler. Bitcoin ve Ethereum alt-tartışma grupları, örneğin reddit adlı site, bunların tartışmalarıyla dolu! Bu sitede “consensus” denilen, bizim mutabakat dediğimiz mesele aslında zannedildiği gibi sadece basit, yazılım ürünü bir para sisteminin işlemesi ile ilgili teknik tartışmalardan ibaret kalmayacak. Buralarda tartışılan mesele, tüm dünya insanlarının gelecekte kuracağı “gayri merkezi” çeper yapılarının hukukunun nasıl olacağı, kararların bir merkez olmadan nasıl tatlıya bağlanacağı, dahası gayri merkezi anayasanın günü geldiğinde nasıl yazılacağı ve hangi şartlarda değiştirileceği üzerinedir. Burada “code” denilen şey yasadır: Code, çeper kanununun ta kendisidir.
Geçen yüzyılların insanları kitap yazarak ve onlardaki fikirleri tartışarak kanunlar oluşturdular. Kanunlar kitaplara yazıldı ve oradan uygulandı. Şimdi ben bir dünya insanı olarak acıyla görüyorum ki, kapalı kapılar ardında bu kitaplarda ne yazdığının bir önemi kalmıyor, sahte delillerle insanlar mahkum ediliyor, çevreyi yok edecek kararlar alınabiliyor. Kanunsuzluğun, daha doğrusu yazılı kanunların anlamsız kılındığı bir dünyada yaşıyoruz. Bundan sonra yazılı kanunlar beni kesmeyecek. Bundan sonra beni tatmin edecek kurallar ve yasalar ancak “code”, yani yazılım sistemi formatında olacaktır ve bütün gayri merkezin (yani tüm halkın/kamunun) mutabakatı alınmadan değiştirilemeyecektir. İşte bu yazılım code’u formundaki yasalarımıza “blokzinciri yasaları” diyeceğiz. İşte o zaman bizlerin yani gayrinin izni olmadan ne global yıkım kararları ne de keyfi kanunsuz düzenlemeler yapılabilecek.
Bütün bu blokzinciri tartışmaları ve gelişmeleri dünyanın dört bir yanında tüm hızıyla sürerken, ülkemizin de bu konularda sözü olabileceğini düşünür müydünüz? Biz her zaman teknolojik gelişmelerin, toplumsal hareketlerin bize dışarıdan geldiğini zannederiz, hatta hep böyle olduğunu iddia ederiz. Belki doğru belki yanlış, ama bu defa durum bambaşka. Türkiye’nin blokzinciri teknolojisinin geleceğinde ve ortaya çıkmakta olan gayri merkezi devriminde kadersel bir rolü olacağı hemen hemen kesin.
Ülkemiz esnafı 40 yıldır kendi gayri parasını yaratıyor!
Türkiye’de reel ekonomi içinde halkımız kendisine 40 yıldır zaten para yaratabiliyordu, yani gayri merkezi para yaratmanın dünya şampiyonu bizleriz. Bir senede bu şekilde 3 ila 4 trilyon lira para yaratıyoruz. Yanlış okumadınız, milyar değil, trilyon TL. Bu gerçeği daha önce Batılı fark edememiş, çünkü bunu para yaratmakta olan esnafımız, tacirimizin kendisi de fark etmemiş. Blokzinciri inovasyonu sayesinde bundan haberimiz oldu. Üstelik öylesine sofistike bir yöntemle para yaratıyoruz ki, bu yöntemin merkezi bir tasarımcısı olmadığına inanmakta zorlanıyorum. İkinci bir şok daha geliyor, hazır mısınız?
Türkiye’nin bu özgün gayri parası adeta kağıt üzerinde çalışan bir blokzinciri sisitemini andırıyor. En az bitcoin kadar, belki de daha enteresan bir mali sistemi tamamen ihtiyaçları nedeniyle esnafımız kendi kendine oluşturmuş. Vadeli çekler denilen bu gayride para yaratma sisteminin dünyada bir benzeri yok. Zaten olamazdı da, çünkü küresel merkez bankalarının sahibi olan kişiler bunu hemen yasaklarlardı, yeşermesine olanak vermezlerdi. Çek denilen ve Batı’da günlük ödeme için kullanılan bir aracı bizim esnafımız almış ve bambaşka bir şekilde kullanmış. Ülkemizdeki vadeli çekler, gelin aramızda mutabık olalım, zaten çek değil: Bunlar özel bir tür yerli blokzinciri parası. Her biri, farklı bir kişinin kendi kredisini ortaya koyarak ve kendi şerefli sözü ile imzasını bastığı kendi özel banknotu. Her bir vadeli çek imzacımız kendisi bağımsız bir Merkez Bankası adeta, tek bir farkla tabii: Bu defa para gayride yaratılıyor, kendi banknotunu basan tüccarımız, kimseden izin almıyor, bankaya bilgi vermiyor bu işlemi yaparken ve nerede ne zaman para yaratacağı tamamen kişisel iradesine kalmış. Üstelik de kimse kafadan para uyduramıyor. Gayri merkezi yaratılsalar da esnaf matbaalarının üretimi olan bu paralar sadece gerçek ekonomik aktiviteye karşılık basılabiliyor. Beher vadeli çekin hayata geçmesi için gerek şart, onu kabul edecek ikinci bir tacirin olması. Yani para, gayri merkezi olarak ve asgari iki bireyin iradesi ve kararı ile yaratılabiliyor, üstelik sanal bir işlem ile yaratılmaları imkansız, daha doğrusu mantıksız zira alana da verene de bir yararı olmuyor o zaman. Sonra, vadeli çeklerin 2017 yılında vadesinde ödenme oranları resmi verilere göre %98, yani çok yüksek.
Vadeli çekler, yaratıldıkları andan sonra, vadeleri dolana, yani işleri bitene kadar cirolanarak (çeklerin arkaları imzalanarak), elden ele veriliyor ve başka ticari işlemlerde de ödeme aracı olarak kullanılıyor. Vadeleri dolunca da yırtılıp yok ediliyorlar. Bugün küresel merkezi para sisteminde yaratılan paraların çoğunluğu reel ekonomiye endeksli değil. Dahası, yaratılan global paraların tamamı daha sonra yok edilmiyor, bunu biliyor muydunuz? Başımıza dert olan ve hepimiz, tüm insanlık, sebatla ödemeye çalışsak bile yüz yılda ödeyemeyeceğimiz global borç yükü başka türlü oluşamazdı. Haa bir de vadeli çeklerde faiz yok. Yani üç kitaplı dinin yasaklamış olduğu, İslam dininde de en büyük suç olan faiz de bu sistemde yer almıyor. Kadim uygarlıklar, Sümer, Babil ve Asur’luların da bildiği gibi faiz işin içine karıştığında insan insanı köle yapabiliyor. Faizin tarihte yasaklanma sebebi bu. İnsanlığın 3500 yıllık bilgeliğinin sonucu olan temel bir kuralı bozup, sonra da 7000 kişinin 7 milyar insanı nasıl olup da köle haline getirdiğini anlayamıyoruz. Kadim uygarlıklar dönemsel olarak borç silme kuralını da getirmişlerdi; modern dünyada bu kurallar nereye gitti, kim sildi bunları tarihimizden?
Sonuç:
Blokzinciri devrimi yolda! Bu defa devrim kapımıza yazılı kitaplarla, bildirilerle gelmeyecek. Artık devrim yazılım code’u olarak, yazılım yasası olarak hayatımıza girmeye aday. Bundan sonra merkezi şirketlerin ve merkezde yaratılan, bizimle ilgisi olmayan çöp paraların sistemlerinin kölesi olmayacağız. Hem bu merkezi paraları yakıp yok edecek hem de onlarla bizi köle haline getiren, verilerimizi izinsiz alıp bize karşı kullanan küresel şirketlerin sonunu getireceğiz. Bunu yapmamıza olanak verecek yazılım kodları da sadece kamunun yani bizlerin izni ile yazılacak ve değiştirilebilecek. Sonra günlük ekonomik hayatımızı da bu şekilde tekrar elimize geri alacağız, kooperatiflerimizi yeniden açacağız. Hem üretim hem de tüketim kooperatiflerimizi ve onlar sadece bizim için, bizim yararımıza çalışacaklar. Parayı bizler sadece kendi gündelik kullanımımız için üreteceğiz, sadece gerçel ekonomik işler içinde üreteceğiz. Bizim istemediğimiz santralleri, istemediğimiz fiyatlara gazları, ormanımızı kesip tesis yapma keyfiyetini kimse bize itekleyemeyecek. Gayri merkezin gücü yazılım ile ve blokzinciri sayesinde ortaya çıkacak.
Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor