Boş Bir Beyaz Sayfa ?

Boş bir beyaz sayfa.

Tuğçe Süslü
Türkçe Yayın
4 min readMar 26, 2020

--

Şu an bildiğimiz yaşam formlarının değişmesi esnasında sabah gözlerimi açıp tavana baktığımda gördüğüm şey bu. Peki nasıl dolacak?

Photo by Kelly Sikkema on Unsplash

Bugünlerde hızla değişen bir iş hayatının içindeyiz. Dışarı çıkmanın global bazda bir probleme katık olacağının farkındasın ama yine de dışarı çıkmak zorundasın. Bir ekip yöneticisi olduğunuzu düşünün. Ekibinizden bazı kişilerin evden çıkmak zorunda kaldıklarında ne kadar güvensiz, tehdit altında hissettiğini gözlerinden anladığınızı düşünün. Bu insanlara kariyerlerinde baş etmeleri gereken durum olduğu zırvalıklarından ve bazı zorunluluklardan bahsedin. Ve nasıl da motive olmadıklarını ve kaygıyla ekranlara geri döndüğünü görün. Gerçekten bu kadar zor mu hızlıca aksiyon alıp, değişen koşullara uyum sağlamak? Belki de kimse bu yolu bu kadar erken tercih etmemişken o yolu seçip deyim yerindeyse bıçak gibi kesmeye çalışmak.

Birçok farklı sektörden, birçok farklı rolde çalışan arkadaşımla konuşuyorum.

Evrimleşirken en güzel öğrendiğimiz şeylerden biri değişen koşullara uyum sağlamak olmuş sanırım. Herkes öyle kendince uyum sağlıyor ki yeni koşullara.

Çalıştığım şirkette kurumsal iletişimin yanında hoş beşlerimizi de yapabildiğimiz platform eksikliğinden muzdariptim. Sosyal hayatımda aşırı sıklıkta görüştüğüm kişilerden bazıları aynı zamanda uzun süredir iş arkadaşım. Haliyle bazen komik mailleşmeler yapasın geliyor. Ama Outlook ne bileyim, biraz şey. Evet işte bir samimiyetsiz. Sonuçta MSN görmüş nesiliz biz. Bilgisayarda bir anlık mesajlaşma ihtiyacı büyürken bir şekilde öğrendiğimiz bir şey. Bir odalar, kanallar, gruplaşma çabaları. Grupların en çok konuşanları ya da hiç sesi çıkmayanları. Dedikoduların döndüğü bir grup, bir grup da tamamen genel kültür. Neyse hepimiz anladığımıza göre bu platform eksikliği bir anda evlere çekilen insanlara tabiri caizse çiçek gibi geldi.

Biz de tabii ki Zoom’u tercih ettik.

E danışmanlık şirketi olunca hali hazırda bir sürü farklı kontağın var. Kişisel mailleriyle çalışan freelance çalışanlardan tut, başka kurumsal yerlerde çalışan arkadaşların, mevcut müşteriler, potansiyel müşteriler vs.

Bir şekilde herkesle iletişimde olmaya devam etmek istiyorsun ama o ‘Kalktım masasına gittim’ yok. Her telefonla aramada ulaşma durumu da yok. Ama var olan bir uyarı var. Yeşil ışık. Ya da bunun tersi herhangi bir durum. İletişim kurabilirim ya da kuramam. Çok net.

Toplantılar kısa, daha çözüme yönelik. Evet iş yerindeyken zaten az çalışan tayfa artık hiç çalışmıyor belki ama diğer çalışanlar gayet keyiflice çalışabiliyor. Ve zaten işi yürüten ekip burası olduğu için de bir problem olmuyor.

Şimdi bu deneyimlerin sonrasında insan durup düşünüyor. Bu kadar korktuğumuz çalışma şekli bu muymuş gerçekten? Çalışanlara zorla bir ayrıcalık gibi tanımladığımız bu ‘Evden çalışma olayı’ o kadar da imkansız değilmiş sanki. İletişim kazalarından kurtulamayız, Türk insanı yüzyüze çözüyor konuları diye hasır altı ettiğimiz bu durum açık iletişimin başarılı örneği olabiliyormuş.

Birden fazla sektördeki farklı kurumlarda birilerine ulaşmanın zorluğunu tecrübe etme fırsatım oldu. Fırsatım oldu diyorum çünkü bu durumu yönetmeye çalışırken sabır seviyemi öğrendim. Biri mail atıp toplantı ayarlayıp gerekiyorsa size arayıp ulaşmaya çalışıyorsa bir şey söylemeye çalışıyordur. Ama bu ulaşılamazlığı bazen yoğunluk bazen umursamazlık bazen de ego sayacı olarak kullanmaya alışkın insan sizin ihtiyaç duyduğunuz iletişimin bir parçası olmaya yanaşmıyor. Oysa ki 21. Yüzyılda insanların birbirine ulaşması güvercin uçurmaya çalışmak kadar zor olmamalı. Herkesin kendisiyle iletişim kurmak isteyenlere maksimum 2 gün sonra dönecek şekilde bir yoğunluğu olmalı, değil mi?

Ama son zamanlarda herkesin şikayet ettiği bu yoğunluk yazının başında metaforladığım beyaz boş sayfaya döndü sanki şimdi hızlıca.

Şimdi toplantılar kısa, kişiler samimi, yüzler gözler şiş ama elde güzel bir fincan var. Kimisi sabahlığıyla kimisi gömleğini giymiş, yogasını yapmış. İçin açılıyor ekip toplantılarındaki manzaralarla. Artık iş arkadaşlarının da evlerinin bir köşesini öğrendin. Evet dışarı çıkmıyorsun belki-bunun etkilerini başka bir yerde konuşacağız- ama başkalarının evlerine gidiyor gibi oluyorsun. Evde birisi olsun olmasın güzel bir boş sayfa. Harcamaktan korkmadığın saatlerin var dün olmayan. Vakit olsa yapacağım dediğin şeyler yapmaya çalışmak için. Ya da tüm ‘bu vakti güzel değerlendirmeliyiz’ kişisel gelişimlerinden uzak sadece ihtiyaç duyduğun boşluğu buldun. Belki güzelce depresyona girecektin ama işe gitmek zorunda olduğu için bir türlü ihtiyacın olan vakti bulamıyordun. Şimdi güzelce 3 gün aynı pijamalarla kokarak evin içinde pisleşebilirsin. Ya da sabah kalkıp servise koşup insanlar gelene kadar sandalyende uyuklamak yerine evde kahvaltı ya da yoga, pilates, spor neyse ihtiyacın onu yapabiliyorsun. Öğlen sevdiklerinle yemek yiyebiliyorsun belki kahvaltı yapıyorsun. Ya da akşam son maili atar atmaz biranı açabiliyorsun.

Evlerde hapis olmak zorunda olmadan bu yöntemi aynı anda yapamıyor oluşumuz haricinde sıkıntı yok gibi ne dersiniz? Belki evlerden çıktığımızda bina girişlerinde bastığımız kartların, sözüm ona işte kaldığımız zamanların ölçülmesinin bir önemi kalmamış olur. Işte tam da bu sebeple bu düzeni en azından haftada bir gün olarak iş hayatına sokmuş olan yöneticilerin, şirketlerin tebrikleri kabul etme zamanı. Bu farklılığı ilk kez yönetmeye çalışan şirketler içinse huzursuz uykular…

--

--