Bozuk Paraların İtibarını Sarstığı Memur

Mevlana Bash
Türkçe Yayın
Published in
5 min readDec 8, 2023

Bu hikaye ülkemizin maliyecilerine ithaf edilmiştir.

Photo by Mathieu Stern on Unsplash

On iki lira yetmiş beş kuruş.

‘Hadi on lirasını köşedeki büfeye rica minnet tümlettim. Geriye kalıyor iki yetmiş beş. Dolmuşa versem yetmiyor, simit bile alamıyorum. Daha dün kurtulmuştum hangi ara birikti bu kadar bozukluk’.

Günlük mesaisinin en az bir saatini cebindeki bozuk paralardan kurtulmaya harcıyordu Osman.

Önceleri çekmecesine koyduğu karton bardağı kumbara yapmış, cebinde kalan kuruşları bu bardağa atmak suretiyle onlardan kurtulmanın bir yolunu bulmuştu. Fakat işe gelmediği geçen salı çekmecesini bir evrak çıkarmak için açan Gülay, üç bardak dolusu bozuk parayı görünce gülerek kendisini aramış, bir kumbaraya ihtiyacı olup olmadığını sormuştu.

Onu da düşünmüştü. Bardakların sayısı artmaya başladıkça öğle arasında bir kumbara soruşturmuş, üstü çizgi roman kahramanları ile bezeli teneke kumbaralara istenilen fiyatı vermeye gönlü razı olmamıştı.

Vergi dairesinde kaçakçılık bölümünde çalışıyordu. Bozuk paraların itibarını sarstığını düşünüyordu. Gün içinde şirketlerin avukat ve muhasebecileriyle yüz yüze iletişime geçmek durumundaydı. Az evvel usulsüzlük yüzünden devleti zarara uğratmış bir şirkete yüklü ceza kestikten sonra cebinde alım gücü maliyetinden düşük olan şıngırtılar ile şirket muhasebecilerinin önüne çıkmak otoritesini fena halde sarsıyordu.

Photo by Stuart Frisby on Unsplash

Otorite kavramını da sorgulatmıştı bu durum ona. Keçiören’de beş katlı bir aile apartmanının giriş katında kiradaydı. Ay sonunda ödediği kira, bir günde gerçekleştirdiği işlem hacminin yanında devede kulak kalırdı.

‘İnsanlar’ diyordu. ‘Nasıl bu kadar para kazanabiliyor? Heriflerin ödediği vergi için bile -şirketler nedense erkekti onun için- iki ömür yemeden çalışmam gerek benim. Kaldı ki bir de kaçırdıkları var’.

Photo by Alexander Grey on Unsplash

Öyleyse sahip olduğu otorite kime aitti? Bu sorunun cevabını sık sık kendisine hatırlatmakta bir beis görmüyordu:

‘Tabi ki devlete ait. İşe alırlarken önce bunu çakmadılar mı zihinlerimize’.

Meslekte yeniydi. Parayla yeni tanışıyordu.

Şu an para kendisi için kâğıt üzerindeki birtakım rakamlardan ibaretti. Onlara dokunamıyor, onları görmüyor, harcayamıyordu. Tek yaptığı birilerine ait banka hesaplarındaki sayıları ara sıra devlet hesabına geçirebilmek için inceleme yapmaktı.

‘Hele şu on senemi bir devireyim. Sonra işi iyice öğrenip ünlü bir şirkette vergi danışmanı olur, para kazanmak ne demek o zaman gösteririm eşe dosta’ diyordu. O gün gelene kadar yapacağı iş ise üçüncü sınıf matematik dersindeki toplama çıkarma işleminden ibaret bir şeydi.

Kariyeriyle ilgili bu büyük hesapların yanı sıra, onu bozuk paralar konusunda ikileme düşüren yegâne unsur israf kavramıydı. İsraftan kaçınırdı. Işıkları kapamaya dikkat eder, umumi tuvaletlerdeki havlu kağıtları bile gereğinden fazla kullanmazdı. Elinden gelse almayacaktı bozuk paraları. Üstü kalsın diyecekti. Ama bahşiş kültürü, sadece belirli sektörlerde yerleşmiş olduğundan dolmuşa bindiğinde elden ele uzatılan para üstünü almamazlık edebilir miydi mesela?

-Kaptan Keçiören ne kadar?

‘Altı buçuk abi’.

-Şu on liradan bir tane Keçiören. Üstü kalsın.

Tecrübe etmemişti ama dolmuş şoförlerinin bu üstü kalsın lafından pek hazzedeceklerini sanmıyordu. Kafası atmış bir şoför, beklemediği anda ‘Sadaka isteyen mi oldu senden’, diye sorabilir; stresine stres katabilirdi.

Enflasyon canavarı, Osman’ın bozuk paraları eritmek için kullandığı sayılı yöntemlerden biri olan; lokantalarda bahşiş verilmesi kanısını da ilga etmişti.

Adisyonun yanına bıraktığı bozukluklar; eskiden bir garsonun, bir kominin bahşiş olarak görebileceği cinstendi. Epeydir ondan da utanır olmuştu. Bahşiş artık kâğıt parayla bırakılmalıydı.

Yönetimin haberi olmadan pek çok kuralı tedavülden kaldırabilirdi enflasyon. Kral uyurken iktidara ortak oluverirdi gizlice.

İsraftan hazzetmezdi doğruydu ama sigara içerdi. Otuz liraya aldığı sigarasına iki lira zam gelince, zam haberinden çok küsurata takılmıştı zihni. Fiyatı yirmi sekizden otuza çıkmış olan bir alt segment sigaraya yönelmişti hemen. Ona bozukluk bırakacak her türlü harcamadan kaçınıyordu. Bu yüzden ekmeğin fiyatı dört liradan beş liraya çıkınca çok mutlu olmuştu. ‘Para üstü beklemeye son. Uzatırım on liramı, alırım iki ekmek. Kafa rahat’ diyordu.

Şimdi yine cebinde bozukluklar, kafasında takıntılarıyla bir görüşme daha yapıyordu işte. Karşısındakine laf anlatamadığı için durumu müdürüne aktaracaktı.

Usulsüzlük yaptığını saptadığı bir şirketin avukatı kendisini koridorda yakalamış; ayak üstü konuşmaya girişmişti.

Müracaat ettikleri ilk merciden duydukları hayır, olmaz, mevzuata aykırı kabilinden cevapları önce sindiremezler; işi yokuşa sürüp en azından bir üst merci ile muhatap olmak isterlerdi avukatlar.

Hukuktaki istinaf yolunun resmi dairelerdeki tezahürüydü bu.

Huylarını bildiği için Osman da böylesi durumlarda muhatabını müdürüne paslar; işin içinden kısa süreliğine sıyrılırdı. Yine aynı taktiği uygulayacak, şirket temsilcisini müdürüyle görüştürecekti ki fırtınalar koptu, korktuğu başına geldi:

Cep telefonunu çıkarırken telefona takılan kuruşlar yere düştü. Paraların fayans zeminde çıkardığı sesler basit bir şıngırtı değil de şimşek gürültüsüydü Osman için o anda.

Kulak kabarttığında birden fazla paranın yere düştüğünü anladı. Karşısındakine çaktırmadan göz ucuyla da takip ediyordu hareketliliği. Lanet olsun ki paralardan biri, zeminde sekmekten ayrı bir keyif alıyormuşçasına zıplaya zıplaya uzaklara doğru gitti.

Yere düşen yetmiş beş kuruş Osman’ın zihnini dağıtmıştı. Kendisini konuşmaya veremiyordu artık. Ne yapacağını unutmuş olarak elinde telefon öylece kalakaldı.

Eğilip alsa; kendi kuruşları peşinde koşan ama konu başkalarının paralarına geldiğinde ceza yazmaktan kaçınmayan, hırslı bir memur olarak görünecekti avukata.

Saptadığı usulsüzlüğün cezası dört yüz bin liradan fazlaydı. Yetmiş beş kuruş yerlerdeydi. İtibarı ve karizması an itibariyle vereceği karara bağlıydı.

Eğilip almasa bu sefer de israf eden, parasının kıymetini bilmeyen biri durumuna düşürecekti kendisini. Osman böyle biri de değildi.

O bir kurtuluş, karşısındaki avukat bir açıklama bekliyordu. İtibarını sarstığını düşündüğü yetmiş beş kuruş; avukatın şirketinin ödeyeceği dört yüz bin liradan daha çok acı veriyordu kendisine.

Bu ruh hali içerisinde kıvranırken yalnız filmlerde olabilecek bir şey oldu. Kurumun çaycısı elinde tepsisiyle bir kurtarıcı gibi asansörden inmişti. Yere düşen bozuklukları toplaya toplaya geliyordu. Bu kadar değildi yaptığı:

Çaycı şu anda sokakları çöpten kurtarıyordu. Adliyelerdeki tozlanmış dosyaları karara bağlıyor, dik yokuşlarından bunaldığı ve insanda spor yapma isteği namına bir his bırakmayan Keçiören caddelerini her eğilişinde daha da düzleştiriyordu.

Bu genç memurun kendisine takıntı yaptığı ne varsa çözüme kavuşturuyordu. Başarılarını taçlandırmak için bir hamlesi daha vardı. Paranın kimden düştüğünü bilmediğinden Osman’ın topuğunun dibine düşmüş son yirmi beş kuruşluğu da cımbız niyetiyle kullandığı parmaklarının arasına sıkıştırarak aldı.

O sırada çayhanedeki tüm çayları içmek istedi Osman.

Kendisini bu durumdan kurtaran çaycıya kıyak yapmak istiyordu.

‘Her öğleden sonra bir kahve sipariş edeceğim senden. Her sabah iki duble çay. Sütlü kahve isteyince su bardağında getirsen bile Gülay gibi azarlamayacağım seni’.

Yanıt alamadığı memura kaçıncı kez sesleniyordu avukat. ‘Osman Bey, Osman Bey! Biz bu kararı vergi mahkemesinde bozduracağız nasıl olsa. Gelin uğraştırmayalım birbirimizi’.

Kadının ne kararından bahsettiği ile ilgili en ufak bir fikri kalmamıştı Osman’ın. Avukatın yanından usulca ayrıldı. Büyülenmişçesine kurtarıcısının arkasından kurumun çayhanesine girdi.

Nihat abi, dedi. ‘Bundan sonra bana her sabah iki duble çay, öğleden sonra da bir şekersiz kahve. Ama parayı her zaman bozukluklardan öderim haberin olsun’.

Ellerini önlüğüne kurulayarak tezgâhın arkasından çıkıp müşterisine daha da ihtimam göstermek istedi Nihat. ‘Siz kahve içmezdiniz. Hem de şekersiz’.

Ekmeği kesmesi gerektiğinden bahseder gibi konuştu Osman. On bin adım peşindeki beyaz yakalının daha fazla yürüme çabaları gibi. Neden sonuç ilişkisini yalnız kendisinin kavrayabileceği bir sorunu çözmek adına bulduğu yönetimi haykırmak istedi çaycısına:

‘İçmem lazım Nihat abi. Daha çok kahve içmem lazım bundan sonra’

--

--