Bu da Oldu

Zehra Yalaza
Türkçe Yayın
Published in
3 min readNov 8, 2019

Henüz daha küçük yaşlardayım. İlk okul gezim. Bütün sınıf pikniğe gidiyoruz. Ne kadar gezi denilirse işte. Yaklaşık kırk kişilik bir sınıfın en kısa öğrencilerinden biriyim. Kaybolmaktan korktuğum için sınıf arkadaşlarımın gölgesini terk etmemeye çalışıyorum. Hepimizden sorumlu tek bir öğretmen, belli o da tedirgin. Bizi uyarıyor; ‘‘herkes yanındaki arkadaşından sorumlu.’’ Çünkü kalabalıkları yönetmenin en makul yoludur bu. Herkes yanındaki arkadaşından sorumludur. Sonra oyunlar oynuyoruz, yemekleri paylaşıyoruz. Herkes annesinin özenle hazırladığı börek, çörek, dolma ne varsa ortaya, bir örtünün üzerine döküyor. Paylaşıyoruz, bazen ikiye bazen üçe bölüyoruz. Çoğalıyoruz. Otobüse biniyoruz ve hoca tekrar soruyor; ‘‘Arkadaşı eksik olan var mı?’’ Hepimiz arkadaşlarımızı yokluyoruz, tamamız. Sağ salim dönüyoruz geziden. Tamamız. Tamam. Tamam da büyüdükçe neden eksiliyoruz?

Biz bu hassasiyet ve iltimat ile yetişen geleceğin gençleri değil miydik? Peki ulaştığımız bu gelecek nasıl oldu da içerisinde, karşı dairesinde yaşama direncini kaybedip kendini zehirleyen komşusundan bihaber olan bedenler ve akıllar besleyebildi böyle? Biz adil, aydın ve okuryazar insanların çoğunlukta olduğu bir toplum hayali içindeyken, verilere göre sadece bu sene memleketimizde üç bin küsür kendi sonunu yazmış insan bulunmakta. Bu küsüratlı yitik hayatların sahibi kayıp insanlarımızın yanında kimse yok muydu? Hangimiz sorumlu? Hangimiz suçlu? Nasıl cezalandırmalı bu soysuz eylemleri, yorulmayı, yok olmayı veya mahvolmayı?

Nasıl eğitmeli bu kalkınmanın bireysel bir kavram olmadığını kavrayamamış zengin ve açgözlü insan evlatlarını? Kime açıklatmalı ceza evinin kapısından başka gidecek yeri olmayan çocuk bedenleri veya bir baltaya sap olamayacağına inandırılmış taze zihinleri? Hatta hedefleri sap olmaya indirgenmiş ülkenin ümitlerini. Ufuklarına zincir vurulmuş genç kızlarımıza ne demeli peki? Kitap okumamayı marifet sayan geleceğin veliahtlarına nasıl laf anlatmalı?

Bilinçaltı kodlarından aldığı “bir sonraki nesli oluştur, çoğal, üre” talimatı ile içgüdüsel olarak dünyaya insan getiren şuursuz ebeveynleri ne yapmalı? Soruyorum işte. Ne kadar zor farkında değil misiniz bu taklit ve korkuyla benimsedikleri değerler tarafından sömürülen, muhakeme yürütemeyen insanların arasında gerçek hedeflerine yürümeye çalışmak. İmtiyazların arasında adalet aramak. Ahlakı koruyabilmek; karşılığında sadece ahlaklı hissedebilmek.

Hayal kurma hakkı elinden alınan gençliğe seyirci mi kalmalı? Oyun oynama hakkı elinden alınan çocukların selpak satmasına göz mü yummalı? Akıllara yapılan sansürlere izin mi vermeli? Hukuksuzlukların, geri kalmışlıkların, cinayetlerin, tecavüzlerin önüne dindarlık duvarı örüp kafaları başka yöne mi çevirmeli?

Retorik sorular değil bunlar. Bir durup sormalı herkes kendine. Topluma, sisteme ayak uyduramayıp toplu intihar eden kız kardeşlere ne demeli? Tüm memleket bir durmalı, bir düşünmeli, bir daha düşünmeli. Utanmalı, çok utanmalı. Yaşamayı bize bu kadar pahalıya satan düzende yarını şansa bırakmaya devam etmemeli. Peki yitip giden dört tane yaşam mıydı sadece? Neyin yorgunluğu bu böyle? Nefesi ciğerlerinde hissetme hazzından vazgeçecek kadar.

“Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir…

Üstü kalsın…”

― Cemal Süreya

--

--