“Bugün Aslında Dündü” Filmi Çerçevesinde Varoluşsal Yalıtım

Nagihan Demirsu
Türkçe Yayın
Published in
4 min readNov 21, 2019

Kendinizi en son ne zaman kocaman bir ormanın içinde yolunu kaybeden bir yürüyüşçü gibi kaybolmuş hissettiniz?

Belki ani bir kayıp sonrası, belki bir hastalık teşhisi aldığınızda ya da belki aşık olduğunuz kişiyle yaşadığınız ayrılık sonrasında…belki de bunlardan çok daha farklı bir kaybolma haliyle bu hissi eminim birden fazla yaşadınız.

Heidegger bu durumu tarif etmek için “tekinsiz” terimini kullanmış. Bu his de bir nevi ‘evde olmama’ hissi.

Ölmek için varolan insana dünyada sağlam bir zemin yoktur. Dünya, ondan ‘ayrı olma’ halimizi fark ettirmek istercesine bizi kontrol alanımızın yerle bir olduğu deneyimlere sevk eder. Ve bunları karşılama şeklimizle büyürüz. Büyümek; bir anlamda bu tekinsiz deneyimlerle yaşayabilmek ile anlam kazanır, yaş almakla değil. İşte bu büyümek ve dünyanın hiç bir yerinde evimizde olmadığımızı bilmek, yüzleşmesi zor bir yalıtım ve yalnızlık getirir insanın karşısına.

Peki, ne yapacağız bu ucu bucağı görünmeyen varoluşsal yalıtım ile?

Akla ilk gelen!

Bu tehlike hissini yaşamamak için ilk sarılınan şey: tabii ki inkar!

İlk iş bunun ağırlığını üzerimize almaktansa yok sayarak kendimizi tanımlayacak bir sürü rol ve sıfat ediniriz.Çok sevilen ve örnek alınan bir ebeveyn, bilgisine ihtiyaç duyulan yetenekli ve başarılı bir iş insanı, aşkla var olan ve yaşayan bir sevgili, vefakar bir evlat vesaire vasaire…

Bu roller bizi güvenli alanda tutar ve kontrollü bir hayat yaşadığımızı bize hissettirir. Ama şu gerçeği görmezden gelemeyiz: siz çok sevdiğiniz o sevgiliden ayrıldığınızda, işinizi ve yeteneklerinizi kaybettiğinizde ya da aile üyelerinizden biri öldüğünde de yaşamaya devam edeceksiniz. Hepsi gitse de var olacaksınız.

Büyüme ağrıları

Bu tanımları kaybetmekle, elimizde bizi koruyan en sağlam savunma mekanizmalarından biri olan o inkar gücünü yitirmeye başlar; yalıtım ve tekinsizlik hissi yapışıverir üzerimize. Ve elimize yine büyümek için bir fırsat geçer.

İşte şimdi bu yollardan geçen bir adamdan bahsedeceğim size: Phil Connors.

Phil Connors; “Bugün Aslında Dündü ( Groundhog Day)” isimli benimle yaşıt iç ısıtan filmin baş kahramanı. Phil, tanımlar arasına sıkışmış meşhur bir hava durumu spikeri. Kendini epey bir beğenen, hayatın kontrolünü elinde tuttuğuna inanan, istediği işi, istediği şekilde yapıp, istediği her kadını elde eden ve hayatı istediği şekilde yaşayan bir adam.

Filmin başında Phil, 2 Şubat günündeki Groundhog Day etkinliklerinin haberini yapmak için Pensilvanya’nın kırsal kesimlerinde küçük bir köye gönderiliyor iki ekip arkadaşıyla birlikte. Orada olmaktan nefret ediyor ve orada yaşayan insanlara da alaycı bir tavırla yaklaşıyor. Tek istediği bir an önce geri dönmek. O gece kalıyorlar, 2 Şubat oluyor ve haberi yaptıktan sonra geri dönmek için yola koyuluyorlar ama çıkan kar fırtınası yüzünden yollar kapandığından gidemiyorlar. Ve Phil o nefret ettiği yerde bir gece de daha kalmak zorunda kalıyor. Ama sabah uyandığında beklemediği bir şey oluyor: Phil yeniden 2 Şubat sabahına uyanıyor. Dünün aynısı olan bir güne. Phil bir zaman döngüsüne giriyor ve her saat sabah 06:00'yı gösterdiğinde aynı şarkıyla, radyoda çalan aynı haberlerle aynı güne uyanıyor ve film burada tam anlamıyla başlıyor.

İşte böyle; dünyadaki tekinsiz varoluşunu kontrollü alana çekmiş bir adamın hayatındaki tüm kontrol ve tutunduğu tanımlar 2 Şubat’a hapsoluyor.

Peki, biz bazen hangi günlerin içine sıkışıp kalıyoruz?

Ben babamın hastalandığı zamanlarda aynı günlere uyandım mesela, işsiz ve amaçsız kaldığımda da aynı günlere uyandım ve bunu görmemek adına o dönem anlamsız insanlarla birlikte oldum ya da yakın tarihte, kaybetmek istemediğim biriyle yaşadığım ayrılığa sıkıştım kaldım, bunu görmemek adına kendimi suçladığım ve zarar verdiğim bir sürece girmeyi bile tercih ettim.

Bu fantastik bir dünya değil, biz sıradan insanlar da aynı günlere uyanıyoruz çoğu zaman. Dünyanın dertleri ve yüzleşemediğimiz gerçeklikler bizi zamanda sıkıştırıyor. Tüm bu evde olmadığını hissetme deneyimleri, “Bir dakika, tüm bunlardan bağımsız hala varım” cümlesini beynimize dank ettiriyor.

Phil de bu sıkışıp kaldığı zamanlarda günden güne kendi yalnızlığını keşfediyor ve insanlığın monotonluğunu kabulleniyor. Kendinden kaçmamaya başladıkça, o küçük yerde hayata dair yeni anlamalar ediniyor ve yepyeni bir Phil’in varlığını keşfediyor. Tüm rollerinden sıyrılan ve yalnızlığı ile kavga etmeyi bırakan bir adamın birini gerçekten sevmeyi öğrenişine bile şahit oluyoruz filmde. Phil aşmaya çalıştığı sıkışmışlığını ve yalnızlığını, sonra yaşanması gereken bir gerçeklik olarak görmeye başlıyor yavaş yavaş.

Albert Camus şöyle der:

“İnsan, acısıyla tek başına kalmayı ve kaçma isteğinin üstesinden nasıl geleceğini öğrendiğinde, öğrenecek çok az şey kalmıştır.”

Bu film de, bir adamın bunu öğrenme sürecinin en keyifli hali.

Sıkıştığımız zamanlarda kaçmadan kalabildiğimiz, hayata katlanmaktan öte yaşamayı seçtiğimiz günler olsun.

Bugün günlerden yarın.

--

--

Nagihan Demirsu
Türkçe Yayın

Bozulan psikolojilere aç-kapa etkisi tadında iki çift lafım var!