Bugünkü Dersimiz Yamyamlık!

Zeynep Bostan
Türkçe Yayın
Published in
6 min readOct 31, 2018

Yamyamlık deyince ilk ne gelir aklımıza? Çoğunlukla Afrika’daki ilk, eski çağlardan kalma,vahşi kabilelerdeki insan yiyicilik. Araştırmalar gerçeklerin bundan çok daha kapsamlı olduğunu gösteriyor.

Anlamı ve Etimolojisi
Yamyamlık sözlükte; açlık ve besin yokluğu nedeninden daha çok büyüsel ve kuttörensel amaçlarla insan eti yeme olarak tanımlanmıştır. Daha basit ve daha doğru ifadelerle; kanibalizm, antropofaji ya da Türkçe karşılığıyla yamyamlık, insan etinin insanlar tarafından yenmesidir.

Yamyam sözcüğü niam-niam/iam-iam kökünden türemiş olup, Sudan’ın güneyinde insan eti yediği rivayet edilen bir kabilenin adından Türkçe’ye geçtiği düşünülmektedir. Kelimenin Batı dillerindeki karşılığı ise 15. yüzyıl Colomb’un Amerika’yı ve yamyamları keşfine kadar “insan yiyicilik” anlamına gelen Yunanca antropofaji idi. Ancak Colomb seyir defterlerinde, Karayipler’deki ‘Carib’ halkının yaşam tarzından yola çıkarak; insan yiyici anlamına gelen ‘Cannibale’i yaygın olarak kullanmıştır. Bu sözcük; Arawak Kızılderililerinde, kendi dillerinde gözü pek/cesur anlamlarına gelen caniba sözcüğünden türetilmiştir. Colomb ise bu kelimeyi Küba Arawakları gibi aşağılayıcı bir anlamda kullanmış, Yamyam’ı seyir defterine “…bazıları tek gözlü, bazıları ise köpek suratlı adamlar vardı” olarak kaydetmiştir. Zamanla ‘Cannibale’, Colomb’un yaptığı bu sansasyonel tasvirin etkisiyle Latince canis sözcüğüne evrilerek, kaniş köpeği yerine kullanılmaya başlanmıştır.

“Doğru soru ‘Yamyamlık hiç var oldu mu?’ değil, ‘Yamyamlık neden var?’ olmalı.”

Yüzyıllar boyunca insanlık yamyamlığın geleneksel düzeyde var olup olmadığını sorgulamıştır; oysa artık doğru soru, Kaliforniya Üniversitesi’nden dünyaca ünlü paleoantropolog Tim White’a göre, yamyamlığın nedenlerine odaklanan sorudur.

İnsanı yamyamlığa iten nedenlerin araştırılması uzun ve zorlu bir süreç olmuştur. İnsanın beslenme düzeninin ana maddesinin, eski çağlardan beri hiçbir zaman insanlar olmadığı düşünülmekteydi. Ancak antropolojik çalışmalar ilk insanlarda yamyamlık aktivitesinin çok yaygın olabileceğine ışık tutuyor. Tüm verilere rağmen, besin kaynaklarını arttırma düşüncesi, insanları geleneksel yamyamlığa iten yaşamsal bir faktör olarak görülmüyor.
Dünyanın en elverişsiz koşullarında bile, yiyecek kaynaklarına erişimde sıkıntı yaşayan toplumların genellikle insan eti tüketmediği vurgulanmaya değerdir. Eskimoların, Kuzey Sibirya yerlilerinin, Kuzey Amerika’nın iç çöllerinde yaşayan Kızılderililerin, yarı arktik bölgedeki Kanadalıların; zorlu yaşam koşullarına rağmen insan etiyle beslendiklerine dair bir kanıt bulunmamaktadır. Bu gerçekler ışığında, geleneksel yamyamlığın
motivasyonunun açlık ve kıtlık olmadığı düşünülmüştür.
Tarihsel olarak, kolonileşme aktivitelerini meşrulaştırmak adına Avrupalı milletler, sömürgelerini yamyamlıkla suçlamışlardır. Dolayısıyla, insan eti yendiğine dair pek çok suçlama temelsizdir ancak yine de yamyamlık göz ardı edilmemesi ve incelenmesi gereken bir gerçek olmuştur. Yerlileri yamyamlıkla suçlayan bazı Avrupalıların, kendilerinin de yamyamlığı bazı formlarda uyguladığı söylenmektedir. İnsan kanı ve diğer vücut parçalarından yapılan ilaçları kullanmak 17. yüzyıl Avrupa’sında çok yaygındır. Bu ilaçları ise idam edilen mahkumların vücutlarından sağlamışlardır.

Stony Brook’taki New York Eyalet Üniversitesi’nden Amerikan antropolog William Arens, 1979’da basılan ‘The Man-Eating Myth’ kitabında, yamyamlığın açlıktan ölmek üzere olan bireyler tarafından zaman zaman uygulandığı, ancak asla sosyal olarak kabul görmüş bir uygulama haline gelmediğini savunmuştur. Arens’ın hipotezi o yıllarda kabul görmüş ancak yeni antropolojik çalışmalar ışığında bu hipoteze şüpheyle yaklaşılmıştır.
Arkeolojik ve antropolojik kanıtlar; insan eti tüketiminin sadece açlık ve kıtlık nedenli olmadığını, sosyal olarak kabul görmüş önemli bir gelenek olduğunu da gösterdi.

White’ın ulaştığı bulgulara göre, 600 bin yıl öncesine ait Neanderthallerin kafatası kalıntılarında yamyamlığa kurban gittiklerine dair izlere rastlandı.

Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nden Fernando Rozzi; Neanderthallerin modern insanlar yüzünden vahşi bir sonla karşılaştıklarını ve hatta bazı durumlarda modern insanların onları yediğini ileri sürmüştür. Rozzi; insanların Neanderthallere saldırdıklarına, bazen onları öldürdüklerine, vücutlarını mağaralara taşıdıklarına ve onları yemek ya da kafatası ve diş gibi parçalarını ödül olarak kullanmak amacıyla sakladıklarına dair güçlü kanıtlar olduğuna inanıyor.

Çığır açan yeni bir çalışma ise, yamyamlığın enfeksiyonel bazı hastalıkları ve parazitleri yayabileceği hipotezini doğrulamıştır. Konuyla ilgili en ünlü çalışmalardan birinde; yamyamlıkla Kuru hastalığına neden olan ölümcül bir virüsün Yeni Gine’de yaygın olmasının arasında bir bağlantı olabileceği savunulmuştur. Çalışmalarıyla Nobel Ödülü kazanan Dr. D. Carleton Gadjusek, antropologlarla ortak çalışarak, Kuru ve Deli Dana hastalıklarına neden olduğunu keşfettiği bu yeni virüs türünün Yeni Gine’de yaygın olmasının nedeninin; bölgedeki ölü yeme uygulamalarından kaynaklandığını ortaya çıkarmıştır.

Yamyam Geni?

Dünyanın çeşitli bölgelerinden insanlarla yapılan yeni araştırmalara göre, modern insanda atalarımızın yamyam olduğuna dair kanıt olabilecek bazı genetik faktörler tespit edildi.
Bilim insanları, bugün bile pek çoğumuzun, insan etinin yenilmesiyle yayılan bazı beyin hastalıkların karşı bağışıklık kazanarak evrildiğimizi söylüyor. College London Üniversitesi’nden John Collinge ve Simon Mead’in ortak çalışması gösteriyor ki; Kuru hastalığı gibi insan eti ve bozuk hayvan eti yenmesiyle yayılan prion hastalıklar, kuşaktan kuşağa geçen kalıtımsal özellikler taşıyor. Papua Yeni Gine’deki Fore insanları üzerinde yapılan bu araştırmada, 19. yüzyılın sonlarına doğru insan eti yeme geleneğinin yayıldığı ortaya çıkmış. Erkekler insan etinin en iyi kısımlarını, kadınlar ve çocuklar ise hastalığın yerleştiği kısmı, yani beyni, yediğinden, kadınlar ve çocuklar hastalıktan en çok etkilenenler olmuşlar.

Mead ve Collinge’in, 30 yaşlarındaki Fore kadınlarından aldığı DNA örneklerine göre; Kuru hastalığından kurtulanların çoğunda, daha genç kuşaktakilerden daha fazla olarak, koruyucu bir genin bulunduğu tespit edildi. Çeşitli genetik testlerin sonucunda, bu koruyucu genlerin şans eseri değil ancak doğal seçilimin bir sonucu olabileceği kanısına varıldı.

Yamyamlık araştırmalarında çığır açan diğer bir kanıtı ise myoglobin enzimi oluşturdu. Kafatasında ve kemiklerinde yamyamlığa kurban gittiğinin izlerini taşıyan kalıntıların çevresindeki fosilleşmiş dışkılar incelendiğinde; insan kas dokusunda bulunan, ancak sindirim sisteminde bulunmayan bir enzime rastlanmış: myoglobin. Bu enzimin insan dışkısında bulunması, yamyamlığın yaygın olduğunu düşündürüyor.

Neden yamyam olunur?
Antropolog Richard E. Leakey ve Lewin’in çalışmalarına göre yamyamlık aktivitesi; açlık ve kıtlık gibi hayatta kalma mücadelesinden çok, kültürel bir varoluş mücadelesine, delilik ve sosyal sapkınlık gibi nedenlere dayanmaktadır.

Leakey ve Lewin yamyamlık aktivitesini ikiye ayırır. İçe dönük yamyamlıkta (endocannibalism) , sadece akrabaların ya da aynı kabileden olanların vücutları ya da vücutlarının belli bir parçası yenirken; dışa dönük yamyamlık (exocannibalism) ise düşmanları yemek anlamına gelir.

İçe dönük yamyamlık, yani ölü akrabaların yenmesi; ölen kişiyi kendi bedeninde saklayarak onurlandırma, onun güzel özelliklerini kendi bünyesine alarak sonsuz kılma ve bu özelliklerin kabile dışına çıkmasını önleme anlayışına dayanır. Örneğin Güney Amerika’daki bazı kabileler ölü akrabalarının kemiklerini toz haline getirip, içkilerine katıyorlardı.
Dışa dönük yamyamlıkta; düşmanı yemenin motivasyonu intikam alma ve düşmanın güçlerini edinme, kimi zaman öldürülen kişinin cadılık ve büyücülük gibi aktivitelerle kendilerine zarar vermesini önleme, kimi zaman da düşmanın kalbinden, kafa derisinden veya eklemlerinden alınan bir ısırıkla kendilerini ödüllendirme amacı taşıdığı anlaşılmıştır.

National Geographic belgeseli ‘Eating with Cannibals’ çekimleri için Papua Yeni Gine yağmur ormanlarına giden Piers Gibbon, geçmişte yamyamlık yaptığı bilinen bir kabileyi ziyaret eder. Bu kabilenin dışa dönük yamyamlığa uygun bir örnek olduğu söylenebilir.
Kabilenin ruhani lideri ya da the songleader Titikawa’nın açıklamalarına göre, şarkı söyleme ve dans etme ayinleri esnasında Titikawa’ya görünen atalarına ait bir ruh, kimin insanlara hastalık yayan büyüler yaptığını fısıldıyor. Böylece kabilenin diğer üyeleri o kişiyi kaçırıp, öldürüyor ve ardından yiyorlar. Bu durum Biami bölgesine Hristiyan misyonerlerin gelmesiyle son buluyor. Misyonerlerin gelişi kabilede yamyamlığın düşüşünde önemli bir rol oynuyor ve kabile halkının %90’ının Hristiyan olmasına neden oluyor. Ancak içlerinde Titikawa gibi hala atalarının ruhlarına inanmayı sürdürenler de olduğunu biliyoruz.

Bir Fransız antropoloji fıkrasına göre; antropolog, kabile şefine kabilelerinde hiç yamyam olup olmadığını sorduğunda, şef şu yanıtı verir: “Artık yok, sonuncusunu dün yedik.”

Rutin olarak yamyamlık yapıldığı bilinen pek çok kabilenin, yamyamlığı komşu diğer kabilelere atfederek inkar ettikleri konusunda pek çok rapor vardır. Eating with Cannibals belgeselinde de bunun örneklerini görmek mümkündür.
Yamyamlık; modern toplumlarımızda kişilik bozuklukları ya da sıra dışı mahrumiyet ve açlık durumlarında kendini gösterirken, dış dünyadan izole olmuş bir coğrafyada yaşayan yerliler için geleneksel ve kuttörensel anlamlar taşımaktadır.

Montaigne’in dediği gibi belki de “Herkes kendi geleneklerine aykırı olan şeyi yamyamlık olarak görüyor”dur.

Bu konuda paylaşmak istediğiniz başka örnekler varsa çok sevinirim! İsteyenlere de tüm kaynakçamı gönderiyorum :)

Bir başka yazıda da “Masallarda Yamyamlık İpuçları”nı yazarım belki, kim bilir?

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--