SABREDEN DERVİŞ MURADINA ERMİŞ! -NASIL? NASIL DENDİĞİNE GÖRE DEMEK Kİ SABREDİP SONUNU VARILMADI DAHA

Canımız Neden Sıkılıyor?

Geçmiş zamanların birinde develer tellal mıydı bilmem, kim ninesinin beşiğini tıngır mıngır salladı bilmem ama bilirim ki geçmiş zamanların birinde…

Mansur Yüksel
Türkçe Yayın

--

Olmuştur bir canı sıkılan -daha turkcell-im de yok o zamanlar- şimdi geçmiş zamanlar diyoruz ama o vakitler o, zaman bir türlü geçmiyormuş. Neden, niye diye 5n1k’sını ilgililerin bilgisine bırakalım. Ben acizane daha çok sürecin sıkılmamak anlamlı direncinden, sıkılmak anlamsız direncine devşirilmesine mâni olur muyum, nasıl olur da sıkılmamak anlamlılığını sürdürebilebilir miyiz acaba’nın cevabını acilane bulmak gayesindeyim!

Mukaddimeden maksada intikal etmeden evvel uyarıcıl bir antrparentez…

Masal gibi bir girizgah oldu ve fakat badema, sıdkınız sıyrılmadan sathi sıkıntınızın sadrda ki sıkletini sakıt eyleyecek ifadeler silsilesi olacak, (biraz sonra, sığ sıkıntınızın göğüsteki ağırlığını düşürecek ifadeler sıralanacak)

Her yazının, konuşmanın en amacı vardır o da ilk cümleyi okutmak, dinlettirmek. Ve ilk cümlenin amacı da ikinci cümleyi okutmaktır ve birisinin okunup, dinlenmesinin anahtarı, her seferinde tek bir cümledir, o cümleden mütevellit bir sonrakini okumak, duymak isteriz. Başka bir ifadeyle, nasıl söylediğimiz oraya nasıl ulaşacağımızın göstergesidir.

Usulsüz vusul olmaz…

Photo by Fatih on Unsplash

Belki de ulaşmak, varmak istediğimiz noktaya varmanız kolayengiz olmayacak amma velakin, zaferle değil seferle memuruz.
Maksadımız söylediklerimize kulak verilmesi, dinlenilmek idi. Ve fakat… evvelen katliamlamamız icap eden sualler vardı.

  • Düşünmekle yetinmeyip düşündüğünü de düşünebilen insanın kelimelerle olan ünsiyeti ne alemde?

Muhtelif kelimeleri “içimden geldi dışıma vurdu…” diyerekten, dışa vurumcul tarafımızı, beyan etmek suretiyle düşüncelerimizi somutlaştırabilebiliyoruz! -mu acaba?- (orası da ayrı bir muamma)

  • Düşündüğünün nişanı, alâmeti ne peki lisan mı yoksa dil mi?

Gayet tabii, lisanı, dil ile adlandırıyoruz!

  • Peki adlandırdıkta birde niye yalnız o adla sınırlandırıyoruz?

Konuşma yetimizi sadece dil ile yani dil dediğimiz organ ile sağlayabilebiliyormuşuzcasına gibi bir düşünce var ondan ötürü olsa gerek. Oysa yalnız o değil konuşma için akıl, zeka, fikir, zihin tabii bu isimler ayrı ayrı şeyleri ifade etmiyordu biz bunları bir şey için kullanıyoruz ‘akıl’ ve -onun tam olarak ne olduğunu hâlâ çözüp keşfetmiş değiliz- aklımızın çalışması ile dilimize vuruyor.

“Dildeki mükemmellik düşüncede yüksek seviyeyi işaret eder”.
İsmet Özel

Kelimelerimiz var düşünüyor, düşündüğümüzü düşünüp konuşuyoruz ama konuştuğumuzu çoğu kere düşünmeden konuşuyoruz. (Konuşmayı bilmiyoruz) -ben değil Aristo öyle diyor- (bende dememiş değilim hani (: )

“Konuşma sanatını bilen adam, düşündüklerinin hepsini söylemez. Fakat konuştuklarının hepsini düşünür de söyler.”
Aristoteles

Photo by Kurt Kemple on Unsplash

Konuşma kısmının diğer mühim bir tarafı var: Anlama noktasında aklımız ne kadar çalışıyorsa, lisanımız ne kadar zenginse o kadar şeyi ifade edip zihnimizde yorumlayabiliyor. Aksi halde…

Kellim kellim la yenfa durumu peyda oluyor.
Heyhat, bir de o kadar düşünmekteliğini düşünerek düştüğün gayret düşlemediğin bir noktaya varınca insan elden ayaktan düşüyor ve heyheyleri de başına üşüşüyor zira anlamanın da derecesi bunlardan geçiyor. Sen düşe kalka bu dereceleri geç muhatabın aynayı değil anyayı anlasın kon(u)ya yaya kalıp varamasın, olacak düş değil! Arifler içün yaşasın sükût işçiliği. “Ve tıpkı sözler gibi sükûtlar da sahibine göre idi”.

Photo by Samuel Foster on Unsplash

Konuşmamızı sağlayan şeyler sadece bunlar mı değil tabii, diyafram, ses telleri, ciğerler ve ağzımız var. -Bir de dilleri susup halleri konuşanlar var tabii- Mamafih bu donanımsal kısım benim bilgi alanım değildi!

Benim daha çok, konuştuklarımız(konuşamadıklarımız) ilgi alanım, onların üzerine eğil biraz kısmındayım!..

Neşve tahsil ettiğin sagar da senden gamlıdır
Bir dokun bin âh işit kase-i fağfurdan
Gelibolulu Mustafa Ali Efendi

Sıkıcı? -değilmiş. Tevekkeli dememişler İlmin başı soğandan acı sonu baldan tatlı diye… Ha bunları dememle yazının güzel olduğunu düşündüğümü düşünmeyiniz öyle bir iddiam yok. Daha önce kullanılmış kelimeleri, daha önce kullanılmış eklerle imkan verdiği kadarıyla terkipledim ve ennihayetinde ben dahil çoğumuzun ruberu olmadığı kelimeler idi düşünmekten o anki sıkıntının unutulduğu kanısının tecrübevari düşü idi benimkisi…

Bu gök kubbe altında söylenmemiş söz yoktur.
Cicero

Masal diye başladık vardığımız yerde masal yoktu demeyiniz!.. (:

Bu kadar eski/farklı kelime mi kullanılır da demekliğinizi gelmesin, geldiyse de erken gelmiştir. (;

Amma edebiyat parçaladın(gerçek mana) ha der misiniz?… Yok yok demezsiniz!

Yalnız sanki biraz konudan konuya atlamış mısınız? Dediğinizi duymuyor! gibiyim.

Teşrifleriniz içün teşekkür ediyorum!

Her daim, okurken günün yaşadığınız stres, yorgunluk ve halsizliklerin yerini huzur, keyif ve ferahlıkla dolduran sayfalarınız olsun!

Men lem yete’ellem lem yete’allem.

İlmin başı acı, sonu tatlı… (İlkinin kökü “elem”, diğerinin “ilim.”)

--

--

Mansur Yüksel
Türkçe Yayın

“-Herkes okusun diye mi yazıyorsun? -Hayır, kimse okuyamadım demesin diye yazıyorum.”