Carol & the End of the World:

Kendimize Dair Bir Yolculuk

Tarık Tekinkaya
Türkçe Yayın
Published in
9 min readFeb 17, 2024

--

Carol & the End of the World son zamanlarda izlediğim en güzel işlerden biri oldu. Dizi, “Anlatma, göster” felsefesini oldukça başarılı şekilde kullanmayı başarmış. Bu sayede kullanılan metaforlar yalnızca laf arasında kalmayıp, hikayeden bir parça haline geliyor. Anlatımda önemli yer tutan rüyaların ve sanrıların işlendiği sembolik sekanslar ise hikayenin bütünlüğünü bozmadan hayat bulabiliyor.

Senaryo, izleyicinin kendi bakış açısıyla anlamlandırıp, yorumlamasına izin verecek şekilde tasarlanmış. Belki de izlerken kendinizle özdeşleştirdiğiniz karakterler veya hayatınıza benzer sahneler bulmuş olabilirsiniz.

Bu yazımda, diziyi çeşitli psikoloji kuramlarının çerçevesinde ele almaya çalıştım. Hatırlatmakta fayda var, bolca spoiler içermektedir. Eğer diziyi izlemediyseniz sonrasında okumanızı tavsiye ederim.

Bir gezegen Dünyaya doğru hızla yaklaşmaktadır. Birkaç ay sonra yaşanacak çarpışmayla birlikte yaşamın sona ermesi beklenirken, herkes günlük yaşamın sıkıcı işlerini bırakmış ve son zamanını hayallerini gerçekleştirmek için harcamaktadır. Tüm bu olaylar gerçekleşirken, biz de ana karakterimiz olan Carol’un hayatına tanıklık etmekteyiz.

Dizi, Carol’un gördüğü rüya ile başlar: Peronda bulunan ilk trende, yolcular hayatlarını doyasıya yaşayıp, eğlenirken; diğer trende Carol tek başına oturmaktadır. Kolundaki saate baktığında, saatin artık zamanı göstermediğini fark eder. Dünyanın sonu gelmektedir ve zamanın artık bir önemi kalmamıştır.

O sırada Carol bulunduğu trenden bir anons duyar “Bu tren artık kullanım dışıdır.”

Carol, orta yaşların sonunda, yalnız yaşayan bekar bir kadındır. Anne ve babasını sık sık ziyaret etmekte, ileriki bölümlerde daha iyi tanıyacağımız kız kardeşiyle ise uzun zamandır görüşmemiştir.

Carol ilişki kurmakta pek de başarılı değildir. “Sosyal kaygıya” sahiptir. Aslında insanlarla tanışmak ve yakınlık kurmak istese de sosyal ilişkilerde bulunmak onun için oldukça kaygı yaratan bir durum haline gelebilmektedir. Carol’un lise yıllığına baktığımızda Gözünü bir eliyle kapattığı fotoğrafıyla karşılaşırız. Yıllıkta hiçbir arkadaşının imzasının olmadığını, yalnızca bir sayfasında ise ailesinin ufak bir not yazdığını fark ediyoruz. Bu dönemde arkadaşlarıyla geçiremediği zamanı ailesiyle birlikte zaman geçirerek telafi etmiş olabilir.

Carol, diğerleri gibi hayallerinin peşinden koşup, yeni hobiler edinmek için çabalasa de pek uyum sağlayamaz. Hiç kimsenin artık çalışmadığı bu dünyada hala çalışan bir muhasebe ofisine denk gelir ve orada çalışmaya başlar. İlk iş gününde insan kaynakları çalışanı Carol’un bir fotoğrafını çeker; kameranın patlayan flaşının etkisiyle, gözünü aniden eliyle kapattığı fotoğraflara bir yenisi daha eklenmiştir.

Ofis oldukça garip bir dinamiğe sahiptir. “Oyalanma” adı verilen bu yerde kimse birbiriyle konuşmamakta, yalnızca iş ile ilgilenmektedir. Carol’un sahip olduğu sosyal kaygıyı da düşünürsek, bu ortam onun için oldukça zorlayıcı bir durum haline gelmiş olmalı. Şirketteki insanlarla tanışmaya çekinmesiyle birlikte, kendi fantezi dünyasında sanki onlarla mükemmel ilişkileri varmış gibi hayaller kurmaya başlar.

Aynı şirkette çalışan Donna ile tanıştığında, aslında arkadaşlık kurmanın düşündüğü gibi imkansız olmadığını, fantezi dünyasında yarattığı ilişkileri gerçek hayatta da kurabileceğini fark eder. Zaman ilerledikçe arkadaşlıkları daha derin ve doyum verici hale gelecektir.

Carol, ilerleyen bölümlerde ofisteki tıpkı kendisi gibi gerçeklikten kaçan diğer insanları da iyileştirmeye başlar. Bunca zamandır sürdürdüğü kalıplarının dışına çıkarak, “kurtarıcı” rolüne girer.

Carol’un Kaygı Şemaları

“Kız Kardeşler” Bölümü:

Uzun zamandır görüşmediği kız kardeşi Elena ile buluşup doğa kampına çıkmaya karar verirler. Kardeşiyle birlikte geçirdiği sürede Carol’un kaygı şemalarını yakından tanıma şansı bulduk. Gelişim dönemlerindeki önemli anılarını ve psikoseksüel gelişimini öğrendik. Bölüm oldukça dolu içeriğe sahip olduğu için yaşananların daha çok Carol’u nasıl etkilendiği üzerine ele almak istedim.

Elena, kardeşiyle birlikte geçirdikleri zamandan anı kalması için video hazırlamaktadır. Carol için kameraya çekiliyor olmak, birisinin kendisini izleyip kayıt altına alıyor olması epey endişe yaratmaktadır. Kamera karşısında daha tedirgin hale gelir ve kendini kontrol etmek için devamlı çaba içerisindedir. Konuşmalarında mümkün olduğunca kısa cevaplar vererek ayrıntıya girmekten kaçınmaktadır. Bir noktada Carol’un “Benimle dalga geçiyorsun gibi geliyor!” Dediğini duyuyoruz. Videoya çekilmek pek çok kişi için oldukça sıradan olabilirken, Carol için oldukça stresli bir durum haline geliyor.

Elena, kameranın rahatsızlık verip vermediğini ima ettiğinde, aslında rahatsız olmasına rağmen bunu ifade etmekten kaçınarak sorun olmadığını söyler.

Elena’nın, Carol’un kaygılarının ortaya çıkması için tetikleyici olabileceğini de kabul etmeliyiz. Her ne kadar farklı yapılarda gibi gözükseler de Carol gibi o da sağlıklı iletişim kurmakta zorlanmaktadır. Elena’nın Yönlendirici davranışlarını ve çoğunlukla da kendisine odaklanmış şekilde hareket ettiğini görmekteyiz. Elena ile Carol’un uyumunun düşük olmasının da stres yaşamasına etki etmiş olabilir. Doğa kampında birlikte geçirdikleri sürede Carol ile Elena birbirlerini daha iyi tanımaya ve anlamaya başlıyorlar. İletişimlerinin güçlenmesiyle beraber Carol’un stres yanıtları da azalır.

Carol, doğa yürüyüşü sırasında kuşlaradan da korktuğunu anlatıyor; “onlara güvenmiyorum, suçlu gibi davranıyorlar.” demesi de yaşadığı güvensizliğin bir başka semptomu olarak karşımıza çıkıyor.

Carol, evinden ayrılıp bir yere gideceği zaman işine yarayan veya yaramayan her türlü eşyayı yanına almaktadır. Hazırlıklı olmadığı bir durumla karşılaşmaktansa, yanında çok ağır bir çantayı taşımayı tercih eder.

Bu bölümde en çok ilgimi çeken kısım ise anlattığı çocukluk anısıydı. Hatırladığı en eski anının “kendisine hırlamayan bir köpek” olması, düşününce hiç de şaşırıcı gelmeyecektir. Ancak Carol’un ilk çocukluk hatırasının 7 yaş civarından olması oldukça ilginç. Çoğumuzun hatırladığı en eski bundan çok daha ufak yaşlarımıza aittir. Çocukluğuyla ilgili hatırlamayı pek de istemediği bazı olaylardan dolayı farkında olmadığı birşekilde bilinçdışına gömmüş olması muhtemeldir. Peki ya bu “hırlamayan” köpeğin dikkat çeken yanı ne? Carol’un beklentilerini boşa çıkartmış olması… Carol siyah renkli köpekle karşılaştığı zaman muhtemelen ürkmüştü ve olumsuz bir tepkiyle karşılaşmayı bekledi. O güne kadar karşılaşmadığı bu köpeğin, beklediği gibi kötü bir tepki vermemesi Carol’un içinde bir çatışma yaratmış olmalı.

Kübler- Ross Değişim Evreleri Modeli

Hayatı oldukça yalnız geçen Carol’un, pek çok şeyi kaçırmış hissettiğini söylemek yanlış olmaz. Doya doya yaşayamadığı hayatının yakında sona erecek olmasıyla yüzleşmek oldukça zorlayıcı bir durum olabilir. Ayrıca dünyanın büyük bir felaketle sona ereceğini öğrenmenin de oldukça travmatik bir etki bırakacağını göz önüne almalıyız.

Carol, dünyanın sonu yaklaşırken yeni bir hobi edinir. Maddi kaygıların da ortadan kalktığı bu dünyada, pek çok seçenek arasından dil öğrenmeyi seçmiştir. Pek çok kişi “sürecin kendisinin keyifli olduğu” aktivitelere yönelirken (dünyayı gezmek, paraşütle uçaktan atlamak veya okyanusun altını keşfetmek gibi), Carol’un uzunca bir uğraşın ardından ancak “ileriye dönük yarar sağlayacak” bir aktiviteye yönelmiş olması da aslında karaktere dair bir şeyleri anlatıyor. Carol’un zaman zaman alıştığı kalıplarının dışına çıktığını görsek de spontane davranmakta hala güçlük çektiğini söyleyebiliriz.

Kübler ve Ross’un travma ve yas çalışmaları sonucunda geliştirdiği değişim evreleri modelinine göre; ilk evrede “inkar” aşamasını yaşarız. Bu aşamada kaybedilen şeyin gerçekliğini kabul edememe, reddetmeyle karşılaşmaktayız. Carol’un, sanki birkaç ay sonra dünyanın sonu gelmeyecekmiş gibi ileriye dönük yetenekler geliştirmek için uğraşması, inkar evresinde olduğunu da gösteriyor olabilir. Bu bağlanmada, öğrendiğini gördüğümüz cümlelerin; metrolar artık hizmet vememesine rağmen “metro istasyonu nerede?”, restoranların kapanmış olmasına rağmen “pardon kaşığım kirli değiştirebilir misiniz?” gibi anlamlara geldiğini de göz önüne almakta fayda var.

İleriki bölümde göreceğimiz; Ofisteki insanlarla etkileşim kurma süreci Kübler- Ross’un modelinde “pazarlık” aşamasına az çok karşıladığı söylenebilir. Kendi normalinin dışına çıkarak büyük bir eforla insanlarla iyi bir etkileşim kurmak için çabalamaktadır.

David’in ölümüyle de son aşama olan “kabul” gerçekleşmiş olur. Ölümün gerçekliğiyle yüzleşmiş ve artık daha işlevsel şekilde hayatını ele alabilecektir.

İnsanın Anlam arayışı

“Özel Günler” bölümü:

Carol’un mutsuzluk içerisinde “Hafta sonlarından nefret ediyorum” demesiyle bölüm başlar.

Victor Frankl insanlar anlam arayışı içersinindedir” der. Bu arayışımıza çıkmadığımızda veya kendi anlamlarımızı bulamadığımızda “Varoluşsal Boşluk” denilen anlamsızsızlık çukuruna düşeriz.

Varoluşsal boşluk, özellikle kendimizi oyalayacak bir şeyler bulamadığımız zamanlarda yoğunluk kazanır. Hafta içi yoğun iş telaşından veya okul sıralarından ayrıldığımızda, hayatımızın doyumdan yoksun olduğuyla yüzleşmek zorunda kalırız. “Pazar günü nevrozu” veya “tatil depresyonu” da anlamımızı bulamamızdan kaynaklanmaktadır.

Carol, iş bulup çalışmaya başladığında, varoluşsal boşluktan biraz olsun kaçmayı başarıyor ancak hafta sonları geldiğinde hayatının anlamdan ve doyumdan uzak olmasıyla yüzleşmek zorunda kalır. Boşluk hissini doldurmak ümidiyle, eskiden hayatında anlama sahip olan “Applebee’s” isimli restoranın önünden de geçerek, anne ve babasının terk edilmiş eski evinde kendisini bulur.

Carol, varoluşsal boşluğuyla başa çıkmak için ailesinin terk edilmiş evinde kendisini alkole vurmuşken, bir çocuğun kapısını çalmasıyla akşamı değişecektir. Şeker toplamak için mahalledeki kapıları gezen bu çocuğun ailesinin nerede olduğunu merak eder. Biraz merakla ve biraz da çocuk için duyduğu endişe sebebiyle, ailesine ulaşana kadar çocuğun şeker toplama sürecine eşlik eder.

Carol, akşamı birlikte geçirdiği çocukla sohbet ederken, aslında küçük çocuklarla iletişim kurmaktan korktuğunu anlatmaktadır. Kapısını çalan bu çocukla bağ kurmayı başardığındaysa “Bana sebepsiz yere hakaret etmediğin için teşekkür ederim.” der. Tıpkı 7 yaşındayken karşılaştığı siyah köpeğin kendisine hırlamadığında yaşadığı şaşkınlığı bu akşam bir kez daha yaşar. Carol için bir şeyler tekrar değişmiştir.

Carol gecenin sonunda çocuğun yaşadığı eve ulaşır. Harabe haline gelmiş bu evi gördüğü an, ailesinin çok uzun zamandır orada olmadığını fark eder.

Belki de Carol hayatına anlam katacak ilişkiyi bu akşam bulmuştur.

Baba ve Oğlun Hikayesi

Odağımız, Eric ve oğlu Steven’a döndüğünde, Eric’in bunca zamandır yaşadığı ayrılığın duygusal kriziyle boğuştuğunu fark ederiz. Bir gece yarısı beklenmedik şekilde terk edildiği eski evliliğinin ardından, Carol ile de başlamadan biten ilişkisi onu oldukça sarsmış olmalı.

Eric “bağımlı kişiliğe” sahip birisidir. İlişkilerinde gerçek dışı beklentilere sahiptir. Karşılanmasının mümkün olmayan bu beklentileriyse tabii ki hüsranla sonuçlanmaktadır. Kurduğu ilişkilerde partnerine simbiyotik biçimde bağlanarak, kendi benliğini partnerinin benliğiyle birleştirmeye başlar.

Steven ise ergenlik dönemindeki bir gençtir. Babasıyla bağları pek de kuvvetli değildir, döneminin de getirdiği bir özellik olan ebeveyn çatışmalarına girmekten pek de geri kalmaz. Stevan’ın yaşından beklenmedik bir olgunluk gösterdiğini de düşünüyorum. Steven’ın, olgunlaşmamış bir ebeveyn ile yaşaması bazı sorumlulukları üstlenme ihtiyacı duymasına sebep olmuş olabilir. Babası, Carol’dan ayrıldığı zaman duygularını regüle edemediğinde, onun yerine sorumluluğu üstlenip bir çözüm bulmak için Carol ile konuşmaya gitmiştir. Babasının duygusal krizi bir türlü bitmek bilmeyince, pes edip, evden ayrılarak annesinin yanına taşınmaya karar verir.

Annesinin yanına Kanada’ya taşınmak için yola çıkarken babası da ona eşlik etmek ister ve ikili birlikte yolculuğa çıkarlar. Yolculukları iki taraf için de oldukça sıkıcı başlasada, yol ilerledikçe aralarındaki bağı tekrar kurmaya başlarlar.

30 Yıllık Esaret

Ele almak istediğin son karakterse, cruise gemisini okyanusun ortasında terk edip giden Kaptan Jason McNellis oldu.

Gestalt terapinin kurucusu Fritz Perls, geliştirdiği modelde 5 aşamadan bahseder: Klişe düzeyi, Rol düzeyi, Kördüğüm düzeyi, Ölü düzeyi ve Patlama düzeyi.

Kaptanı iletişimi, mesleğinin de getirisiyle birlikte ilk 2 düzey arasında sıkışıp kalmıştır. Klişe düzeyin özellikleri olan, gerçek duygularıyla hiçbir bağlantısı olmayan kısa konuşma ile selamlaşmalar ve Rol düzeyinde, alışık olduğu temas biçimlerini tekrar tekrar kullanarak kendisine “önemli bir kişi”, “30 yıllık kaptan” rollerini seçerek ona göre davranmaktadır. Her ne kadar çok sayıda insanla etkileşime giriyor olsa da bu düzeylerde doyurucu ve gerçek temas gerçekleşmemektedir.

Kendisini oldukça başarılı ve tecrübeli olarak tanımlamakta ve bu rol düzeyinde iletişim kurabilmektedir. Akşamları tek başına odasına girdiğindeyse aslında ne kadar yalnız ve mutsuz olduğuyla yüzleşmek zorudadır.

Kaptan uzunca süredir 3. ve 4. düzey arasında sıkışıp kalmıştır. Sağlıklı tarafı ile sağlıksız tarafı arasında çatışmayla boğuşmaktadır. Bir yandan mesleğine devam etmek isterken diğer yandan da sıkıntıdan kaçmak ve yeni bir şeyler keşfetmek istemektedir. “Kördüğüm düzeyi” adı verilen bu aşamada, çoğu kişi bu çatışmadan uzak kalmaya çalışır çünkü oldukça yorucu ve benlik için rahatsız edicidir. Pek çok kişi bu durumda Kaptan’ın da yaptığı gibi yeni kişilerle tanışarak çevresindekileri değiştirmeye çalışır.

Yaşadığı içsel çatışmadaki zıt güçler nedeniyle hareket edemez hale gelmiştir. İzin verirse kontrolünü kaybedeceğine ve sevilmeyeceğine inanır. Her şeyi içinde ve kontrol altında tutmaya çalıştığı için bedeninde de gerginlikler ortaya çıkar. Kaptan da bu durumla başa çıkmak için yapılabilecek en kötü tercihlerden biri olarak kendisini alkole vermiştir.

Bir akşam güverteye çıktığında, Michael (hasta bakıcı) ile karşılaşarak konuşmaya başlar. Sohbetinde ilk defa alışmış olduğu düzeylerin dışına çıkarak gerçek bir iletişim kurabilmiştir. Bu ufak sohbetin ardından ertesi sabah, kaptan okyanusun ortasında bir zodyak bota binip gemiden sonsuza kadar ayrılır. Uzun süredir sıkışmış olduğu üçüncü düzeydeki endişe, karışıklık, sıkışıklık duyguları ile dördüncü düzeyde yaşadığı hareketsizlik ile yüzleşerek, yaşama yeniden dönmüştür. 30 yıldır kendisini tanımlamış olduğu “kaptanlık” rolünü sonunda bırakmıştır. Ve belki de o akşam, insanlarla iletişim kurmak için bu “kaptan” rolünü oynamasına gerek olmadığı farketmiş olabilir.

--

--