Kader — Zeki Demirkubuz — 2006

Coğrafya Kader Değil, Seçimdir

Çöl ve Bataklık

Osman Tırak
Published in
4 min readJan 3, 2022

--

Artık klişe haline gelmiş bir söz var: “Coğrafya kaderdir”. İbn Haldun’a ait olduğu gibi, mesnetsiz bir iddia ile dillere pelesenk olmuş bu lafın mantıklı bir yanı da yoktur aslında.

İnsanın yaşamında avantaj/dezavantaj olarak değerlendirilebilecek ve kendisinin seçimlerinin dışında kalan şeylerin başında zekası, beden sağlığı, ailesi, cinsiyeti yanı sıra, elbette doğduğu ülke de yer alır. Fakat yaşadığı yer kişinin seçimidir. Tıpkı bazı dezavantajlarını tersine çevirecek arzu, cesaret, çalışma ve istikrarı kendisinin belirlemesi gibi. Seçimlerimizi aşan en önemli kavram talihtir. Kimileri çok şanslı hayatlar yaşarken, çoğunluk onca emek ve zekasına rağmen talihsizliğin pençesinden kurtulamaz. Bana sorulursa, en büyük talihin sağlık olduğunu söylerim. Çünkü bedenimiz (ve zihnimiz), bu dünyadaki yaşam kalitemizi belirleyen en önemli araçtır. Çok zeki olmak bazen bir lanet olabilirken, çok çalışmak ise abartılmış bir erdemdir. Dünya tarihinde en çok çalışmış insanlar, kölelerdir. (Ama bu gerçeği, aptalların ve tembellerin kendilerini teselli ettiği biçimde değerlendirirsek hata ederiz.)

Çoğumuz, zengin bir ailede doğmanın çok büyük bir şans olduğunu düşünür. Oysa Kosmos’un bir cilvesi olarak, aşırı zenginlerin kendileri hayatları boyu çalışmaktan dolayı yaşamı ıskalamışken, o servetin içine doğan çocukları ise mutsuzluk ve yetersizlik batağına saplanmaktan genellikle kurtulamazlar. Şöyle düşünün… Doğduğundan beri hiç yaşamda kalma derdini tatmamış, çalışıp para kazanmak zorunda olmadığı için çalışmasının oldukça mantıksız durduğu genç bir insan ne yapar hayatta? Ve bir de bu kişinin etrafının, her zaman ona aşağıdan bakan yalakalar ve hizmetkarlar ile dolu olduğunu unutmayın. Adeta bir yarı tanrı gibi, her maddi arzusunun olması için sadece istemesinin yeterli olduğu bir hayat sürmüştür hep. Bu insanı ne mutsuz edebilir?

Onu en çok mutsuz eden şey, güçlü bir ebeveyn figürünün altında ezilerek büyümüş olmanın ve kolay bir hayat nedeniyle hiç zorlanmamış (gelişmemiş) yeteneklerinin ve zekasının hissettirdiği yetersizlik duygusudur. Bu fikri daha fazla argümanla destekleyebilirim ama biliyorum ki; bu konuda çoğu kişininin tam aksi düşünmesi için duygusal sebepleri var. O nedenle, sadece bir dizi tavsiyesi ile sonlandırayım… Milyar dolarları olan insanların yaşamını en gerçekçi şekilde anlatan Succession dizisine göz atabilirsiniz.

Türkiye gibi bir ülkede, eğitimli, çalışkan, dürüst biri, aileden varlıklı değilse ya da kayırmacılık, siyasi güç ve rant peşinde koşmuyorsa, hakettiğinin karşılığını alarak, güvenle yaşamasını tek bir şeyle açıklarım: Talih!

Çünkü adaletin ve kalkınmanın olmadığı yerde, eşit haklar ve refah da olamaz. Böyle bir devlet idaresi, namuslu ve liyakatlı insanları otomatik olarak öğüten bir mekanizmaya dönüşür. Bunda şaşılacak veyahut şikayet edilecek bir şey yoktur. Çünkü esasında, bu fenomen doğal bir sonuçtur.

Adalet, demokrasi, farklılığın kucaklandığı eşitlikçi bir toplum yoksa; geri kalmışlık o ülkenin kültürel ve sosyolojik yapısının doğal bir sonucudur. Kolaycı bir açıklama ile iktidarları tek sorumlu tutup, yakın geleceğe yönelik asılsız umutlar besleyebilirsiniz. Fakat maalesef bu devrimler birkaç nesilde bile gerçekleşmez. Siz, kötü bir hayat yaşayıp pişmanlıklar içinde öldüğünüzle kalırsınız.

Doğası gereği olanları veya kendi seçimlerimizin sonuçlarını şikayet konusu etmemiz, yaşadıklarımızı akılsal olarak çözümleyemediğimizi gösterir. Çünkü insan, anladığı şeyden şikayet etmez. Ona tahammül eder veya çözüm üretir.

Anlayamadığı veya anlamak istemediği durumda ise sorumluluğu kendi üzerinden atması gerekecektir. Kader kavramı, bu konuda çok işlevsel bir şekilde kullanılır. Arabesk kültürünün çıkış noktası da budur. Bariz bir biçimde yanlış ve irrasyonel kararlar alarak kendi hayatını zorlaştırmış kişiler, ki bunların geneli alt kültür ve düşük ekonomik seviyedekilerdir, kader ve vefasızlık gibi hayali suçlular bularak kendi sorumluluklarından sıyrılırlar.

Çöl ve Bataklık

Ben eski ve yeni Türkiye özelinde, yaşanan coğrafyanın iki uç durumunu bu şekilde tanımlıyorum. Mekan olarak insan yaşamına elverişsizliğin aşırı noktaları çöl ve bataklıktır.

Çöl metaforu maneviyatın (canlılığa kaynak olan suyun ve toprağın) kıtlaştığı, anlam arayışının horlandığı bir ortamı ifade eder. Bataklık ise, bu manevi anlamların aşırılığı ile itidalini yitirmiş bir mekandır.

Yani günümüzde, bu coğrafyada yaşananlar bataklık gibidir. Maneviyatın vıcık vıcık edildiği, güzel olan her şeyi içine çekip yok eden bir çamur deryası! Canlılık had safhadadır bir bakıma; öyle ki, bir sürü zararlı formlar, asalak varlıklar için en verimli ortam oluşmuştur. Hayatta kalmanın yolunu kendi kendini yiyerek ve çürüyerek bulan bir felaket ikilemi.

2000'li yılların öncesindeki hali ise çöle benzetiyorum. Çünkü her türlü maneviyatın aşağılandığı, yok edildiği, kupkuru bir mekandı. En cılız filizlerin bile yeşermesine imkan verilmiyordu, tohumlar tutmuyordu. Küçük ve azgın bir azınlığın kendi vahalarında yaşamlarını en iyi şekilde sürdürdüğü fakat halkın çoğunluğunun aşağılanıp dışlandığı bir coğrafyaydı.

Bugün cahil kalabalıkların bağırtılarının, entelektüelliğin sesini bastırmasının da, halen helvadan tanrılarına tapan çoğunluğun kör inanışlarının da altında o çöl zamanlarında kök salmış aşağılık kompleksi yatıyor. Onu hiçbir gücün söküp atabileceğini sanmıyorum. Çölde bile bir serabın umudu olur. Belki bir yalancı serap, sizi kum tepelerinin ardında keşfedilmemiş küçük bir vahaya götürecek ümidi verebilir. Fakat bataklıkta, onun kurumasından başka çare bulamazsınız.

Çoğu insan hayatı boyunca pek de değişmez. Çok az insan ise dönüşmeyi becerebilir. Toplumlar ise nesilden nesile belki birazcık değişir. Kısacası, şimdi 50 yaşın üzerinde olan bu travmatik nesilleri değiştiremeyeceksiniz. Ömürlerinin son anına kadar, arkalarındaki nesilleri uçurumdan aşağı sürüklemeye devam edecekler. Yenileri de daha ağır travmalarla geliyorlar zaten.

Hayallerini ve potansiyelini gerçekleştirmek isteyenler “kaderine” meydan okusun. Her an başınıza veya sevdiklerinize bir zarar gelebileceğinin bilinçdışı kaygısı ile yaşamda kalmaya çalıştığınız, haksızlığa uğradığınız ve başkalarının aptalca veya ahlaksızca kararlarının sonuçlarını yaşadığınız bir coğrafyadan kurtulun!

Tıpkı yıllarca bileklerindeki kum torbaları ile ya da çamur patikalarda koşmuş bir sporcu gibi… Demokrasi ve özgürlüğün olduğu bir coğrafyada, hayat fışkıran bir zeminde koşmaya başladığınız anda, geçmişin cefasının sizi, kolay hayatlar yaşayanların önüne hızla nasıl geçirdiğini deneyimleyeceksiniz.

--

--

Osman Tırak
Türkçe Yayın

Mutluluk Arayışımız Üzerine Yazılar : Felsefe, psikoloji, sinema ve sanat.