Cool Olmak vs. Duyguları İfade Etmek
Farkında mısınız bilmiyorum ama “Cool Gözükmenin Altın Kuralı” “10 Adımda Karizmanızı Katlayacak Cool Olma Rehberi” vb. başlıklara internette sıkça rastlar olduk. Cool gözükmek insan ilişkilerinin sürdürülebilirliği için öğrenilmesi gereken bir stratejik unsur olarak sunulmaya başlandı.Medyanın itici gücüyle herkes arkadaş ortamında, sosyal medyada cool davranmaya -öyle değilse bile -hiç olmazsa öyle gözükmeye çalışıyor.
Yazıları okuduğumuzda; karşı tarafa değersiz olduğunu hissettiren ifade takınmak, diğer insanlarla iletişimi minimum düzeyde tutmak, gizemli davranmak, gözleri kısarak uzaklara bakmak gibi şeyler tavsiye ediliyor.
Tüm bu yazıların alt metninde duyguları göstermenin zayıflık olduğu mesajı veriliyor. Duygularını açık ettiğinde seni zayıf olduğuna inandıran bir mesaj var. Cool olmak için poker face’ imizi yanımızdan eksik etmememiz gerekiyor sanırım. Çünkü profesyonellik bunu gerektiriyormuş. Öyle mi sahiden?
Hayır, öyle değil tabii ki. Duyguları ifade etmek zayıf değil insan yapar bizi. Olmadığımız biri gibi -mış gibi davranarak duyguları baskılamanın normal bir şeymiş gibi gösterilerek cool kılıfına sokulmasının sağlıklı olduğunu düşünmüyorum ben asıl. İyi ya da kötü olsun, hissettiğimiz duygular gerçekten değerli. Gelişme, değişme, olgunlaşma evrilme duygularımızla, duygularımızı iyi yönetebilmekle mümkün. Bu yüzden duygularımız yokmuş gibi davranmayı, duygularımızı küçümsemeyi sakince bir kenara bırakmalıyız. Duygularımız olmasa geriye ne kalır? Sahiden bazı zamanlar bizi çok boktan hissettirse de günün sonunda bir şeyler öğrenerek yolumuza devam etmiyor muyuz duygularımız sayesinde? Her ne kadar “kimse beni üzemez” tavrı takınsanız da eve gidince yalnız başınıza ağlıyorsunuz en nihayetinde, biliyorum.
Bahsettiğim kontrolsüz bir duygu gösterisinde bulunarak arabesk duygulara sürüklenmek değil elbette. Yakıp yıkarak duygularımızı ifade edelim demiyorum, yanlış anlaşılmasın. Yoksa duygularımız bize zarar veriyorsa kontrol etmeyi, ucundan kenarından yontmayı, ufak değişiklikler yapmayı da öğrenmemiz lazım.
Benim söylemek istediğim duygularımızı açıkça ifade etmekle ilgili. Her şeyin başı iletişim öyle değil mi? Sevmediğimiz birine seviyormuş gibi yapmak, bizi üzen rahatsız eden bir şey varken yokmuş gibi davranmak içten içe çürütüyor insanı. Birini sevmek nasıl doğalsa, birinin varlığından rahatsız olmak da bir o kadar doğal. Neden rol yapalım ki? Hatta karşı taraf da sizden hoşlanmıyorsa mis. Duyguların karşılıklı olmasından daha güzel ne var? Kendimizi inkar ettiğimiz her an özümüzden bir adım öteye gidiyoruz. Bu ikircilikli durumun psikolojik sorunlar olarak geri dönmemesi işten bile değil.
Nezaket kuralları içinde çatır çatır bak kardeşim senin bu sözlerin, senin bu davranışın bana bunları hissettirdi dememiz lazım. Ya da karşı tarafla iletişiminizde bir problem olduğunda “Problem nedir? Ne oldu?” diye sormamız gerek.
Yaşadığım bir olaydan anlatayım mesela. İletişimimiz iyi giderken sebebini anlamadığım bir şekilde bir arkadaşımla aramıza bir soğukluk girdi. Ne olduğunu anlamadım. Olasılıkları değerlendiriyorum ama bulduklarım akla mantığa pek yatkın değil. Bu konuyu birkaç arkadaşıma bahsettim, kaçırdığım bir detay varsa anlamamda yardımcı olurlar belki diye. Ama onlara da süreci anlattığımda pek bir şey bulamadılar. Sonra “boş ver ne diye uğraşacaksın ki” minvalinde bir geri dönüşte bulundular. Ama ben sevmiyorum belirsizlikleri. Yarım kalan konuşmaları, hikayeleri. Derdim yeniden iletişimi sürdürmek değil, meselenin ne olduğunu anlamak sadece. Beni rahatsız eden var olan bu muğlaklığı ortadan kaldırmak.
Bu sebeple karar verdim konuşmaya. Dedim “Ne oldu? Farkında olmadığım, benim kaçırdığım ne var?”
Benim gösterdiğim samimiyeti göstermedi tabii ki. Anı kurtarmaya yönelik, geçiştirici bir yanıt verdi. Anladım. Gerçeği anlayabilmek için verilen yanıtın illa ki doğru olması gerekmiyor. Söylenilen şey yalan da olsa gerçeğe götürüyor insanı. Mühim olan bir yanıt alabilmek. Aldığınız yanıt ise iletişim kurduğunuz o insanın niteliği ortaya koyuyor. Üstüne bir şey söylemedim ben de. İçimden gelmedi. Ne diyebilirsin ki?
Bir süre önce bir yerde okudum. Bir teoriye göre insanlar ilişkilerinde bir çember oluşturmaya çalışırlarmış, ilişki bittiğinde o çember oluşmazsa çemberin kenarları insanın canını yakarmış, yarım kalmışlık hissi insanın hep bir yerinde sızı kalırmış. O yüzden ben tüm ilişkilerimde o çemberi tamamlamaya gayret ediyorum. Amaağğan diyip boş vermiyorum. Size de tavsiye ederim.
Nikos Kazancakis’i Zorba isimli kitabında ana karakter bir bölümde şunları şöyler:
“Dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir bilir misin? Yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar, yarım iyiliklerdir. Sonuna kadar git be insan! Korkma! Tanrı, baş şeytandan çok yarım şeytandan iğrenir!”
O çemberin tamamlanması da insan ilişkilerine dahil. Korkma!
Sevgiler.
Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor