Dünyanın Sonuna Doğmuşum

Eğer dünyadaki son günleriniz olsaydı ne yapardınız? Ölmeden önce yapılacaklar listesine tik atmak için zamanla mı yarışırdınız yoksa varoluşsal krizler mi yaşardınız?

Birsen Akyüz
Türkçe Yayın
4 min readMar 18, 2024

--

Dünyanın sonunun geldiği ve dünyaya veda etmek için günleri saydığımız bir dönemi hayal edin. Sizce dünya nasıl olurdu? İnsanlar, sevdiklerimiz, tanıdıklarımız nasıl davranırdı? Ya etik değerler? Hayat boyu uymak için çabaladığımız kurallar? Kültürel olarak inşa ettiğimiz değerlerimiz ne durumda olurdu?

Peki hayatı dolu dolu yaşamak ne anlama gelirdi?

“Rick and Morty” dizisinin yazarı ve yapımcısı Dan Guterman, Aralık 2023'te yetişkinlere yönelik yeni animasyon dizisi “Carol & the End of the World”ü yayınlayarak bu soruya kendi yanıtını verdi.

Kaçınılmaz bir kıyamet gününden önceki son yedi ayda insanlığın durumunu ortaya koyan bir dizi Carol the End of the World.
Kaçınılmaz bir kıyamet gününden önceki son yedi ayda insanlığın durumunu ortaya koyan bir dizi Carol the End of the World.

İnsanlığın çoğunluğu seyahat ederken, yeni hobiler denerken ve kaçınılmaz ölümlerinin ışığında müsrif yaşam tarzlarını benimserken, baş kahraman Carol Kohl (Martha Kelly), günlük hayatın sıradan rutinlerini asla kaçırmıyor. Hayalleri gerçekleştirmek ve yapılması gerekenler listesindeki şeyleri işaretlemek için bu kadar sınırlı bir süre varken, yaşayan insanların çoğu partilerde sarhoş olmak ya da dünya çapında uçsuz bucaksız tatillere çıkmakla meşgulken Carol diğer insanlardan daha farklı davranıyor: Carol, normale yaşama benzeyen bir şey bulma arayışında…

Hikayenin kahramanı, maceracı bir kız kardeşi ve ebeveynleri olan 42 yaşında bir kadın. Herkes atlayıp zıplayıp dünyayı dolaşırken tüm bunların merkezinde, dünyanın sonunu herkesten oldukça farklı bir şekilde ele alan Carol var.

Carol yavaş yavaş gündelik hayatın sıradanlığından keyif almaya başlıyor. Sabah kalkıyor, ev işlerini yapıyor, duş alıyor, dişlerini fırçalıyor, alışverişe gidiyor, kırmızı ışıkta duruyor, çöplerini atıyor… Yarın yokmuş gibi parti yapmıyor ya da hedonistik arzularını kucaklamıyor. Herkes trafik kurallarını tamamen göz ardı ederken o hala arabasını ışıklarda durduruyor.

Dilerseniz konuyla ilgili videomu izleyebilirsiniz.

Günlerimiz çoğu zaman hem sıradan hem de farklı olayları yaşadığımız rutinin dışına çıktığımız şekilde geçebiliyor. Bazen başımıza gelmesine şaşırdığımız şeylerle karşılaşıyor bazense hayatın sıradanlığında sıkılıp bunalıyoruz. Tüm bunların ortasında hayatın anlamını bulmaya çalışırken içinde kaybolduğumuz ritüeller var.

Kahramanız Carol, normalde evde yalnız geçireceği günlerini doldurabileceği bir “işyeri” keşfeder. İdari asistan olarak bu işyerinde çalışmaya başlar ve dünyanın sonuna çok az bir zaman kalmışken her gün sabah erkenden kalkıp motosikletine atlayıp iş yerine gidip akşama kadar çalışıyor, hatta mesailere kalıyor.

Çok saçma değil mi?

Peki şu an içinde bulunduğumuz durum nedir?

Ne kadar süreyle bu hayattayız bir fikrimiz var mı?

Dünyanın sonunun ya da kendi dünyamızın sonunun ne zaman geleceğini biliyor muyuz?

Bu kadar az zaman kalmışken neden günlerinizi bir ofis işinde harcayasınız ki?

İşte Carol and the end of the world bu soruları daha absürt bir odak noktası haline getirirken, aynı ikilemlerin bugün modern dünyada yaşayan herkes için de canlı bir şekilde yaşadığını ortaya koyuyor.

Ölüm, yaşamın kırılganlığının sürekli bir hatırlatıcısıdır. Varlığımızın ve sahip olduğumuz zamanın önemli bir sembolüdür. Ölüm aracılığıyla yaşamın neden bu kadar değerli olduğunu hatırlatırız. Aslında bunun çok soyut bir kavram olduğunu söyleyebiliriz. Sadece bir anlığına dünyada yaşayan canlılardan biriyiz ve sonrasında burada olmayacağız. İlk bakışta bu son derece kasvetli bir durum gibi gördüğümüz bu durum; bazılarının hedonist bir yaşam tarzı yaşamasına yol açarken tıpkı Carol’ın annesi, babası ve hatta yaşayan insanların pek çoğu gibi, diğerlerinin varoluşçu nihilizme yönelmesine ve eğer öleceksek bir şeylerin ne anlamı olduğunu sorgulamasına yol açabilir.

Ancak Stoacılara baktığımızda da ölümü yaşamın doğal bir devamı, gerçekleşmesi gereken ve inkar edilemeyecek herhangi bir olay gibi görebiliriz. Ve eğer hayata bu şekilde bakabilirsek tıpkı Carol gib, günlük basit şeylerde bile yaşama amacımızı bulabilir, ve hayatın anlamını kendimiz için yeniden inşa edebiliriz.

Marcus Aurelius, şöyle diyor:

“Ölüm de tıpkı doğum gibi doğal bir süreçtir; maddi unsurların bir araya gelmesi, büyümesi, çürümesi ve sonunda ayrılıp tamamen dağılmasıdır.” Marcus Aurelius, Meditasyonlar IV.5

Öte yandan aslında ne kadar sessiz, sakin, silik bir karakter gibi görünürse görünsün dünyada yaşayan herkes kendi içinde bir şeyler yaşıyor. Hepimizin farklı hayatları, duyguları, deneyimleri, hassas noktaları ve hikayesi var. Bu nedenle aslında insanların hepsi farklı reaksiyonlar veriyor hayatın sona ereceği senaryosuna. Carol, Donna ve arkadaşları Luis (Mel Rodriguez) ofisteki kayıp eşyaları araştırırken, iş arkadaşları tarafından terk edilmiş veya kaybolmuş çok sayıda farklı eşyayla karşılaşıyorlar ve aslında hikayenin tam da bu kısmında herkesin kendine özgü bir yaşayışı, düşüncesi, hikayesi olduğu aktarılıyor.

Dizinin finalinde ise Carol’ın tam anlamıyla kendini gerçekleştirmeye yakın olduğunu görüyoruz. Aslında bence bu durum mutluluğun, kendini gerçekleştirmenin herkese göre farklı olduğu sonucunu ortaya koyarken hepimizin kendi yaşadığı hayatında bir başkahraman olduğunu göstererek de belki de empatinin önemini ortaya koyuyor.

Hepimiz aynı dünyada yaşayan farklı hayatları deneyimleyen canlılarız en nihayetinde. Ve sonuç olarak bir bütün olarak baktığımızda “Hayatı dolu dolu yaşadım” demenin aslında pek matematiksel bir anlatımı mevcut değil.

Yani dünyayı gezmiş, yaşayabileceğiniz pek çok şeyi deneyimlemiş, sonuna kadar tüm maceralara atıldığınız bir hayatınız olabilir ya da Carol ve iş arkadaşları gibi günlük yaşamın basit, sıradan rutininden keyif alıyor olabilirsiniz. Hayatı dolu dolu yaşamanın doğru ya da yanlış bir yolu yoktur; onu nasıl deneyimlediğimiz dışarıdan gelen bizi yönlendirmeye çalışan seslerden ziyade içimzdeki seslerle, kendi kişisel tatminimizle ilgilidir.

Bu nedenle hayatı nasıl arzu ediyorsak, içimizden nasıl geliyorsa öyle yaşamalıyız. Popülist anı yaşa, özgür ol, çılgın ol gibi söylemleri bir kenara bırakıp hayattan gerçekten ne istiyoruz bu soruya odaklanmalıyız. Belki de hayattan beklentiğimiz sadece sıcak kahvemizi yudumlayıp bir kedinin başını okşamaktan ibarettir. Eğer öyleyse Dünyayı dolaşmış, birçok zevki tatmış birinden bile daha mutlu olabilmemiz mümkündür.

Confucius’un dediği gibi:

“Yaşam, bir yolculuğun parçasıdır. Yaşamın anlamı, nereye gittiğin değil, nasıl gittiğindedir.”

--

--

Birsen Akyüz
Türkçe Yayın

Content Creator | YouTube (birsnakyuz) | LinkedIn (birsenakyuz) | Address: birsnakyuz@gmail.com | Instagram: birsenakyuzz