Dehanın Nörobilimi : Plastik Beyin ve Sıradan- Sıradışı Yaratıcılık Üzerine #3
Yazımın ilk kısmını okumak isterseniz: Dehanın Nörobilimi-#1
İkinci kısmı: Dehanın Nörobilimi- #2
Not: Bu yazı “ Nancy Andreasen/ Yaratıcı Beyin- Dehanın Nörobilimi” ve “Siddhartha Mukherjee- Gen” adlı kitaplardan aldığım notlar ile oluşturulmuştur.
“Beyinlerimizi daha iyi nasıl geliştirebileceğimizi anlamak istiyorsak, beynin ne şekilde geliştiğini ve yaşam boyunca nasıl büyüyüp değişmeye devam ettiğini de anlamak zorundayız.” diyor yazar. Bu kısım bana “İnsanı anlamak istiyorsan, insanı çalış” öğretisini de hatırlatıyor. Gerçekten de kendimizi gerçekten tanımaya çalışmak, belki de çoğu sorularımızın cevabını bulmamıza yardımcı olacaktır. Yazar bu kısmı oldukça detaylı bir şekilde anlatıyor, o yüzden mutlaka okumanızı öneriyorum ve sadede geliyorum.


Aslında burada en çok üstünde durulan kavram “Nöroplastisite.” Yani beynin esnekliği. Daha önce de bahsettğim bu kavrama şuradaki yazımdan ulaşabilirsiniz: Nöroplastisite ve Önemi
Plastik Beyin ve Yaratıcılık
Fakat bu sefer gelin, daha derine inelim. Beynin plastikliğinin neden üzerinde durulması gereken önemli bir kavram olduğunu inceleyelim:
1- Beyinlerimizi daha iyi geliştirmede kilit bir araçtır. Nörobilimciler beynin “plastik” olduğunu söylerken, polimerleri kast etmez. Beynin müthiş derecede tepki veren, uyum sağlama yeteneğine sahip ve sonsuza kadar değişen bir organ olduğunu anlatmak ister. Uyum sağlaması ve değişimi, içine girdiği çevrenin talep ve baskılarına verdiği tepkiler yoluyla olur.
2- Sigmund Freud ve psikanaliz hareketi, erken yaşlarda yaşanan deneyimlerin hayatımızın devamında duygusal gelişimimizi ve davranışlarımızı etkilediğinin farkına varmamızı sağlamıştı. Nörobilimse buna yeni bir boyut kazandırıyor: Yaşam boyunca yaşanan deneyimlerin, beynimizi yaşam boyunca değiştirdiğinin farkına varmamızı sağlıyor. Tüm yaşamımız boyunca yılın her ayı, ayın her haftası, haftanın her günü ve günün her dakikasında -tüm davranışlarımız, tepkilerimiz, sezgilerimiz, duruşumuz, hal ve tavrımızla- beynimizi -kim olduğumuzu ve ne şekilde düşündüğümüzü kelimenin tam anlamıyla yeniden yaratıyoruz. Bu yazıyı okurken de beyniniz, umarım, olumlu yönde bir değişime uğruyor.
3- Bebeklik, çocukluk, ergenlik, gençlik, orta yaş ve yaşlı lığımız süresince, hepimiz deneyim ve anılardan oluşan bir hazine biriktiririz. Bunlar zihnimizi ve beynimizi şekillendirmekte çok güçlüdür. Kelimenin tam anlamıyla gördüğümüz, kokladığımız, dokunduğumuz, yaptığımız, okuduğumuz ve anımsadığımız şeyler oluruz. Kimimiz taze pişmiş kurabiye kokularıyla büyümüş ve bu kokuyu her duyduğunda beynini hem yatışmış hem de aç hissetmeye programlamıştır.
4- Beynin plastikliğini sağlayan en önemli özelliklerden biri belirli anıları saklayıp depolayabilmesidir. Beynin nasıl çalıştığıyla ilgilenen insanlar yıllar boyu çok temel bir soru üstüne kafa yordular: Anılar nasıl depolanır? Beynin kendini sürekli olarak yeniden şekillendirmesinin dayandığı temel, deneyi min anı şeklinde depolanmasıdır. Anıların depolanmasının nasıl bir mekanizmaya dayandığı sorusu ilk olarak Nobel ödüllü psikiyatr Eric Kandel’in çalışmalarıyla aydınlandı. (Anıların kısa süreli korunması, var olan sinapsın güçlenmesiyle olur. Uzun süreli depolama için ise yeni sinapsın oluşması, hatta dendritik dallanmanın büyümesi gerekir. Yeni bir şey yaratabilmek için, beynin kumanda merkezi nükleus devreye girmek zorundadır. Nükleus genleri depolar. Genlerse hücrenin büyüyüp gelişmesini düzenleyen bilgiyi içerir.)
5- Beyin her düzeyde plastik ve dinamik bir organdır. Beynin plastikliğini sağlayan başka bir önemli bileşen de kritik dönemler kavramıdır. Bunlar beynin öğrenebilme, değişebilme ve gelişebilme fırsatının nispeten sınırlı bir pencereden baktığı dönemlerdir. Beyinlerimizi daha iyi geliştirmek, yaratıcılığı geliştirmek ve eğitim için, bu kavramın birçok önemli göstergesi vardır.
Gündelik insan hayatını incelersek, çevrenin yetersizliği ve kritik bir dönemde öğrenmenin gerçekleşmemesi sonucu kaybedilen ya da tam olarak gelişemeyen yetenek ve bece rilere birçok örnek bulabiliriz. Çok açık ve önemli bir örnek yabancı dilleri okuyup yazmak ve konuşmaktır. Diğer gelişmiş ülkelerin çoğunda çocukların yabancı dil öğrenimine ilkokul da başlaması gerekirken, Amerikan okullarının çoğunda böyle bir zorunluluk yoktur. Nöroplastisite çalışmaları dil öğrenmek için altın çağın birle on iki yaş arası olduğunu açıkça göstermiştir. Bunlar çocukların sesler arasındaki ince farkları duy mak ve onları dudaklarıyla ağızlarını kullanarak telaffuz etmek için, kulaklarıyla beyinlerini eğittikleri yaşlardır.
6- Anıları depoladığımızda normal ve sağlıklı beyindeki si- naps sayısını artırdığımızı artık biliyoruz. Sinapsın çoğaldığı belirli bölgelerde gri maddenin de hacim olarak arttığı anlamına gelebilir bu. Örneğin, Orkestra müzisyenlerinin beynindeki gri madde oranı tüm beyinde, müzisyen olmayanlardan daha fazladır ve yaşlanmayla birlikte ortaya çıkan gri madde azalmasından müzisyen olmayanlara göre daha az etkilenmektedirler. bu çalışmalar müzikle uğraşmanın beyin yapısı ve işlevinde ölçülebilir değişimler yarattığını göstermektedir. Bu çalışmalar beynin plastikliğini yaratıcı eylemlerin beyinde belli değişimler yarattığı ve bilişsel testlerdeki performansı artırdığı gerçeğini destekler niteliktedirler. Bu bulguları taksi şoförleriyle yapılan çalışmanın bulgularıyla birleştirdiğimizde, beyni eğitmek için asla çok geç olmadığı sonucuna varabiliriz.
7- Nörobilimciler diğer alanları, özellikle görsel sanatları da keşfe çıkmışlardır; ama bu çalışmaların çoğu henüz doğrudan beyni incelemiş değildir. Başlıca ilgi alanı nöroestetik, yani bizim sanatı nasıl algıladığımız ve -Mondrian’ın düz çizgileri ve bir görüntü ya da nesnenin bileşenlerini soyutlama adına Picasso’nun kübizme yönelmesi gibi- bazı ressamların neden bazı şekil ve tarzlara çekim duydukları konusu olmuştur.
Sıradan ve Sıradışı Yaratıcılık Üzerine
Bu kitap her şeyden önce sıradışı yaratıcılık üstüne yazılmış olduğunu söylemeliyim. Bütün yaratıcılığa sahip insanların deneyime açık olma, merak ve belirsizliğe tahammül gibi ortak kişilik ve bilişsel özellikleri olduğunu da Dehanın Nörobilimi-#1 1yazımda bahsetmiştim. Fikirlerini daha çok anlık içgöriiler, anlık esinler halinde; düşüncelerin uçuşup süzüldüğü, birbirine çarpıp birleştiği kaosun kenarına kadar giderek elde ettiklerini öğrendik. Bu yaratıcı ruh halinin, yeni bileşimlerin özgürce gerçekleşmesini sağlayan çağrışım bağlantılarıyla dolu bir zihin ve beyinle eşdeğer olduğunu gördük. Beynin plastikliğini öğrendik ve alıştırma yaparak beyinlerimizi geliştirme umuduyla değiştirebileceğimizi.
Ayrıca hepimizin, en azından, benim sıradan olarak adlandırdığım bir yaratıcılığa sahip olduğumuzu öğrendik. Sıradan olması değersiz olduğu anlamına gelmiyor. Hepimizin, “hiç düşünmeden” her konuştuğumuzda dili yeniden yaratıyor olduğumuz gerçeği muhteşem beyinlerimizin “olağanüstü olağan yaratıcılığının” bir göstergesi. Ama gündelik hayatta çoğumuz farklı şekillerde de yaratıcılık sergiliyoruz.
“Bir koroda söyleyen, amatör bir rock ya da caz grubunda çalan biri, yaratıcı bir iş yapıyor demektir. Yemek yapmayı seven çoğu kişi yaratıcıdır. Malzemeleri bir araya getirmenin yeni yollarını düşünür ve yemeye doyamayacağınız yeni tatlar ya da tabakta bakmaya doyamayacağınız estetik görüntüler yaratır. Bir kitap kulübünün ya da okuma grubunun üyesi olmak, bir kitabın içeriğindeki fikirler hakkında tartışmak için düzenli toplantılara katılmak, yaratıcı bir eylemdir. Küçük oğlunuza ya da kızınıza, renk kavramı gibi, şekilleri yönlendirmenin ya da soyutlamalar oluşturmanın yeni yollarını öğretmek yaratıcı bir eylemdir.”
Sıradan yaratıcılık her yerdedir. Hepimiz bir şekilde buna katkıda bulunuruz.