Derin Meseleler

Selma İpek
Türkçe Yayın
Published in
4 min readJul 21, 2022

Geçen günlerde uzun zamandır yapmadığım bir şeyi yapma fırsatı yakaladım: derin bir sohbet! Evet , derin ve içi dolu bir sohbet; bu sohbet bana ilham verdi ve bu makaleyi oluşturmamı sağladı; bu nedenle ilham verene selam olsun!

Gel gelelim konumuza , bu konu her birimizin üzerine düşünmesi halinde belki de içinde boğulacağı bir konu: hedefler ve hayatlar… Her birimiz rutin hayatımıza devam ederken belki kısa vade belki uzun vade için muhakkak bazı hedefler belirleriz daha doğrusu belirlemeli miyiz?

Varsayalım rutin hayatımızı sürdürürken belirgin hedeflerimiz yok ve yaşamaya devam ediyoruz o halde sorumuzu bu duruma göre değiştirelim hedefsiz hayat ne kadar tatmin edici olur? Hemen bir soru daha üretelim, hedef bulmak için çabalamak mı gerekir yoksa hedeflerimiz, hayatlarımız sürerken spontane bir biçimde mi ortaya çıkar ?

Mesela ilkokula başlamadan okumayı öğrenmeyi çocuk benliğimizle hedefleriz, daha sonra temel eğitimi bitirmeyi, orta öğretimi bitirmeyi, üniversiteyi kazanmayı ve meslek sahibi olmayı, evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı… Bir de farklı bakış açısıyla bu hedefleri değerlendirelim şöyle ki aslında bu hedefler sadece hedefler değil içinde hayaller de gizli. Çünkü bazı insanlar için çaba gösterilmesi halinde ulaşılabilecek hedefler iken bazı insanlar için hayal olabilir.

Photo by Илья Мельниченко on Unsplash

Konu derin belki adeta dipsiz bir kuyu, soru çok yanıt yok varsa da tatmin edici değil! Dostumun tabiriyle “ Çocukken içtiğimiz gazozun verdiği mutluluğa “ ulaşmak imkansız mı? Çocukluk ve gençlik… Bu dönemler hayatın en keyifli zamanlarıdır ve ilklerin mutluluğu hep o günlerde yaşanır; bayramlık kıyafet heyecanı, dondurma yiyecek olma heyecanı, okuma partisi heyecanı, karne heyecanı, gelecek hayalleri, imkansızlığı yetişkinler tarafından çoktan deneyimlenmiş uçuk beklentiler, günlük değişen kararlar ve ilk aşk… Bunlar hepsi çocukluk ve gençlik demek…

unsplash

O günler geçer; yerini daha ağırbaşlı beklentiler, mantıklı gelecek tasvirleri, nadiren heyecanlanmak ki bu genelde olumsuz koşullarda beliren bir kalp çarpıntısı halini alır ve hatta kırklı yaşlarda kaygıya sebep olur. Ne yazık ki yaş ilerledikçe hayatımız bu hale dönüşüyor. Bir keresinde bir söz duymuştum ve o her daim aklımdadır; “ hayallerin yerini anılar almışsa yaşlanıyorsunuzdur”…

Bu yüzden daima hayal kurmaya çalışırım ama itiraf edeyim artık hayal kurmak da zorlaşıyor çünkü hayatın istediklerimizi bize vermediğini, vermeyeceğini orta yaşa ulaşırken hissediyoruz. İşte bu noktada otuzunu aşan birey üstüne bir de bekarsa yeni kaygılarla yüz yüze kalmaya başlar: Gelecek kaygısı…

Yaşlandığında yalnız kalma korkusu her an aklımızın bir köşesindedir. Yirmilerde aklımızın ucundan geçmeyen bu düşünceler adeta zihnimizde baş köşededir. Yalnız mı yaşlanacağım? Yapayalnız mı öleceğim? Bir çocuk sahibi olmak için geç mi kaldım? Daha fazla beklemeden bir aile kurmalı ve zihnimi kemiren bu gelecek kaygısından kurtulmalı mıyım? Yıllardır beklediğim “doğru insan” ı beklemeyi bırakmalı çevremdeki insanların bana dayattığı doğru insanı mı hayat arkadaşı olarak seçmeliyim?

İşte bu sorular insanı yok eder dostum! Gelin tartışalım kimdir şu beklenen “doğru insan” ; en iyi görünümlü, en başarılı, en varlıklı ya da en zeki mi? Bu sorunun cevabı kimsede yok bence çünkü bu birkaç niteliği bir arada taşıyan insanlar vardır. Ama benim bu soruya vermek istediğim cevap: “ Doğru insan yanında en rahat ettiğin insandır”, “Doğru insan yanında en iyi hissettiğin insandır”, “Doğru insan yanında rol yapma gereği duymadığın insandır”, “Doğru insan yanında sussan da sıkılmadığın insandır”, “Doğru insan iki lafın belini kırabildiğin insandır”, “Doğru insan ortak dile ve düşünceye ulaşma ihtimalin olan insandır”…

Peki başa dönelim; insan ne zaman doğru insanı bir hedef olarak hayatına koymaktan vazgeçer? Orta yaş yaklaşırken gençlik hayallerinin bir kısmına ulaşılmıştır veya ulaşılmasa da artık ulaşılması ilgi çekmemektedir çünkü yörünge değişmiştir, karakter olgunlaşmış beklentiler ayakları yere basan bir hale bürünmüştür. İşte bu dönemde yalnız yaşlanma korkusu doğru insan beklentisini bir kenara bırakıp var olanı doğru kılma dürtüsüne dönüşür maalesef…

Haklı olarak hayali bir hedefin peşinden koşmaktansa elde olanı değerlendirme fikri ağır basar. Bu yaklaşımı eleştirmeye hakkım olmadığını düşünüyorum çünkü doğru insanı beklemek kadar ona asla ulaşamayacak olma ihtimalide bir gerçek! Hayat karmaşık ve zor, bazen karar almak zorundayızdır ve duygularımızı bir kenara atmaya mecbur kalırız. Hatta belki bu davranışla mutluluğa dahi ulaşabiliriz kim bilir… Belki de kader denilen şey böyle şekilleniyordur. Ama şu akılda tutulmalı; iki kişilik yalnızlıktansa tek kişilik yalnızlık daha evladır…

Wong Kar Wai’nin 2000 yılı yapımı “In The Mood For Love” adlı filmini bilen bilir bir başyapıttır, izlememiş olanlara da tavsiye etmeyi görev biliyorum. İmkansız bir aşk hikayesinde ayrı hayatları olan iki naif, saygıdeğer insan ve ağızdan dökülen şu sözler: “Bazen evlenmeseydim nasıl biri olurdum diye kendime soruyorum. Sen bunu hiç düşündün mü? ; Daha mutlu olurdum herhalde. İnsan bekarken mutlu olmak için başkasına ihtiyaç duymuyor, evlendikten sonra birlikte mutlu olmak zorunda kalıyorsun”…

Gelecek korkusuyla yanlış kararlar almamak hakkında Çinli Bilge Lao Tzu’nun şu sözü ne kadar da isabetli ; “Mutsuzsan, geçmişte yaşıyorsun. Endişeliysen, gelecekte yaşıyorsun. Huzurluysan, şu anda yaşıyorsun”… Endişelerimizin bize yanlış kararlar aldırmaması dileğiyle yazımı sonlandırırken hala bir sonuca ulaşmış değilim…

Yazılarımı beğendiyseniz 👏bilirsiniz ve sosyal medya sayfanızdan paylaşabilirsiniz. Sevgilerimle S.İ.

--

--

Selma İpek
Türkçe Yayın

Politics and Social Science PhD Student / Writer on Medıum / Accounts:Instagram 👉🏻ipek_selma_