Gerçek olamayacak kadar masal. Keşke bir masal olsa dedirtecek kadar gerçek!

Dev Adam!

Tavanı yarasalarla zemini farelerle kaplı kocaman kamarasında uyandı bir sabah daha. Açtı ağzını ve yanında kalan son sadık adamı da yedi. Geriye kıvrım kıvrım uzayan bir yalnız saltanat kaldı. Herkes gördü. Her şey olup biterken oradaydı herkes.

Mansur Yüksel
Türkçe Yayın

--

Dev Adam Gemiye Binmeden

Milenyuma giriş 2000 yılı hayatın/dünyanın en ıstıraplı yıllarından biri idi senenin tam ortasında dünyanın çivilerinden biri çıkmıştı bu öyle bir çivi ki keskinliği ancak dokunanı kesen…

Ve fakat dünyayı kıyamete kadar taşıyacak çiviler behemehal yeryüzünde çakılı evliyanın ölümü gafillerin gözünden kaybolmaktır fehvasınca görünmüyor oluşu el-an mevcut olmadığı manasına gelmez haddizatında dağlar, dünyanın çivilerindendir ki çok uzaklardan bile görünür.

Ağrı, Keşiş, Erciyes, Kac(k)ar… ve gafiller, münafıklar için göremeyen gözlerini değil atan kalplerini her daim titreten bir çivi dimdik karşılarına dikilir de, tek başına dahi küffarı keser atar!

Dev Adam Dümende

Yaşamakta olan bu Dev Adam o bilinen, dinlenilen masallardan Kaf Dağının yalnız, biçare, kendi halinde yaşayıp giden safkan Devlerin soyundan değilmiş…

İçi kötülük yuvası, içinden çıkan dili zehir saçan bu Dev Adam. Samirigiller soyunun lisanen en kuvvetlilerinden birisiymiş. Devleşmeden önce büyüklüğü bir geminin içindeki yüzük kadarmış. Sonraları anca bir ayakkabı kutusu büyüklüğünde yerken gemicik gemicik, filika filika yemiş…

Semirmiş ve gün gün mütemadiyen daha fazlasını yiyerek büyüyüp bindiği koca bir ülke büyüklüğündeki gemiyi karaya vurduracak boyutlara ulaşmış.

Şirinliklerine dilinden akan yalanlara kanıp gemi halkı onu beslemiş, dediklerine kanıp, bizi daha güzel yerlere götürecek, dümene geçsin diye büyütmüş, lisanın başka icraatının başka olduğunu fark edemeden…

Dev Adam Doymuyor

Aç gözlülüğün sonu sonsuz…
Verilenle yetinmez olmuş bu Dev Adam had hudud tanımamış. Gemidekilere etmediği zulüm kalmayıp onları da sömürür şahsi hizmetinde kullanır olmuş. Bilfiil hizmetinde kullanmayıp; meşrutiyetinin sıkıntıya düşmesine mani olmak hatta desteklenmek, kuvvetini perçinlemek ve ona karşı gelecek, doğru oklarına, hakikat kurşunlarına, gerçek toplarına can siperane müdafi olacak, koruyacak kalabalıklara da ihtiyacı varmış!

Yalnız bu onun için bir dert bile değilmiş zira cebinden o cahil bırakma zehrini hiç eksiltmemiş. Evvel zamanda yaşayan devlerin babasından ona bir medya silahı kalmış. Manipülasyon, algı oyunları, görsel saldırılar, iftira twitleri, hashtagler şarjöre sürülen bu cahiliyet zehrinin şiddetini daha da arttırmış, cahillik hastalığı tüm gemi sathına yayılmış.

Yaşadığı zaman öyle bir devir halini almış ki daha dünyada benzeri görülmemiş bunu belki fark edenler olmuş ama iş işten çoktan geçmiş.

İsyan üzerine, tuğyan üzerine, delalet üzerine dünyalık maksatlara, menfaatlere yönelik kurulan dostlukları olmuş çıkarları için dönmediği yön caymadığı sözü kalmamış…

İşte bu alakaları, dostlukları elbet gemi bir gün karaya ulaşınca azapları için birer sebep haline tebdil olunacak imiş fakat bundan o kadar biganeymiş ki laf söz almaz olmuş.

Dev Adam Zehir Saçıyor

Maalesef ki halkın içinde basireti bağlanmışlar kalbi mühürlenmişlerde o kadar çokmuş ki, özellikle gözü ekrana kilitli, eli telefonda, kulağı kulaklıkta olanların durumu daha vahimmiş.

Çünkü cahiliyet zehri bunların hisleri duyarsız, fikirleri körelmiş, akılları bulanmış, kalpleri kararmış bir şekilde put gibi bırakıveriyormuş, hemen tedaviye alınsalar iyimiş ama ipin ucunu kaçırmışlar.

Erken teşhis can kurtarır fehvasınca en başta, Cenab-ı Hakk’ın beni beşere olan nimetlerinden en büyüğü; hak ve batılı anlamak ve bilmek olduğunu unutmuşlar. Bu unutma evresine yakalanmayan veya hemen müdahale olunanlar daha nasipliymiş zira onlar zehirlenmeden uzatılan ele yapışmış atılan can simidine tutunmuşlar…

İnsanlardan hak ve hakikat üzerine daim olanlar, onların çektiklerini dillendirip haklarını arayışa girişmişler… Ne var ki böyle kim varsa soytarıları tarafından hakarete uğrayıp ezaya uğratılmış, o diyardan başka diyarlara hicret edenler olmuş ama o diyarların Devleri de çok rahat göstermemiş ne kadar birbirlerine rakip, düşman görünseler de soyları bir imiş soysuzluklarını beraber planlayıp sahneler imişler.

Bu hicret korktuklarından değil, kaç kuruşluk adamdı ki o dev ondan kaçacaklardı. Gaye Devin küfründen, zalimliğinden, zulmünden, münafıklığından, nifakından uzaklaşıp Allah’a sadece Allah’a yaklaşmamış.

Panzehir

Bu gemidekilerin tuhaf yanı kimse zehirlendiğini kabul etmiyormuş. Alim kişiler zehre karşı panzehiri olanlar, tekamül edenler tedaviye ilk önce cahilliğin ne menem bir hastalık olduğunu anlatmakla başlamış. “Bak sen hastasın, cahillik humması ile ne yaptığını bilmiyorsun, tedaviye ihtiyacın var, iki dünyada da bu hastalığın bedelini ödersin.” Diye uzun uzun sohbet terapisi ile şifa dağıtıyormuş.

Ama kimisine de işlemiyormuş tabii. Zira bu dev adam Halkın yediği içtiği şeylere de müdahale eder onları tatlı sudan bile mahrum bırakıp tuzlu su içmeye sevk edermiş.

Tatlı ile tuzlu su meselesi öyle uzaktan göründüğü kadar sıradan bir mevzu değilmiş.

Öyle ki Allah iki tane bahri birbirine saldı, onu karıştırmadı. Bu tuzlu su ile tatlı suyu beraber akıtıyor; ama hiç birisi diğerine karışmıyor. İşte denizden bahsediliyor, tuzlu su ve tatlı su aralarında haddi mahdud var, yani aralarında bir nefret var…

O yüzden tatlı su ile tuzlu su içenler arasında da o nefret hali tezahür ediyor.
Bir nevi tatlı suyu içen iman buluyor, tatlı su iman etmenin lezzeti, içen ferahlıyor. Peki tuzlu sudan içen ne oluyor? Allah muhafaza, küfür, şirk onlara giden yolda işlenen şeylere sebep oluyor.

Haliyle Dev Adam da gemiye hep tuzlu su alıyor. Geminin bütün yüzeyini de o suyla yıkıyor ve neticede her yeri tortular kaplıyor. Ağza alınmayacak şeylerle bombardımana tutuyor. Gemiyi çatlatacak derecede ileri gidiyor. Çatlağın üzerine ‘hep beraberiz, kardeşiz’ laflarıyla boya sürse bile artık kapanmayan çatlaklar oluşup üzerine hiçbir şey bina edilemiyor.

Herkesin gözünün önünde cereyan ediyor ve hiç kimse bir şey anlamıyor, bir şey söylemiyor… Beyinleri uyuşturan bir zehir, kalpleri tarumar eden bir su.

Tedavi edenin adına alim denilmiş. Çünkü riyakarlığı ile meşhur bu dev işlerini ancak cahil kişilere zehri ile ahmak bıraktıklarına yutturabilirmiş Panzehiri olanlar ise öyle sahte tavır ve hareketlere aldanmazlarmış. Dev bununda farkındaymış bilgi güçtür der ve gücünü korumak için bütün doğru kanallarını tıkamış.

Tıkamadığı kanal yok denecek kadar azmış ama kemiyet değil mühim olan keyfiyetmiş. “Burada bu kadar olur değil de, burada ne kadar olur diyen,” Aklı maadı düzgün çalışanların rehberliğinde panzehir dağıtılıyormuş ve bu zehre yakalanmayanlar ittika edenlerin kalbine verilen Furkanla nice insanların kurtuluşuna vesile oluyorlarmış.

Photo by abdurahman iseini on Unsplash

Herkes Şakilesi Üzerine İş Yapar

Ömür insana bir defa verilen bir şey o da ne olduğunu anlamadan geçip gidiveriyor. İşte bu alimler bakıyorlar manasına. “Hayat vesilesi ile bedenin imar edilmesi” demekmiş yani gelişigüzel geçirilmek için değilmiş ömür. İçinde imar var. Sadırların abad olması için insanların içindeki zehir ve tuzlu su atılıp yeniden ömürlerini imar edilmesi için gayret sarf ediyorlarmış.

Bu fani ve fena alemde baki kalan hoş bir sada bırakmak imiş. Onun da berhava olmaması için nereden geldiği mühimmiş sada batından olursa hoş olmazsa boş…

--

--

Mansur Yüksel
Türkçe Yayın

“-Herkes okusun diye mi yazıyorsun? -Hayır, kimse okuyamadım demesin diye yazıyorum.”